Zaman zaman “sekülerizm nedir? Neden bu kadar ısrarcısın?” soruları alıyorum. Zaman zaman da sekülerizme dair iftiralar görüyorum; sekülerizm din düşmanlığıdır, sekülerizm duygusuzdur, sekülerizm Yahudilerin gizli oyununa alet olurken Amerika’dan aldığı emirleri Tapınak Şövalyeleri ile birlikte uygulayan Ermeni dönmelerinin işidir… Bu konuda kısa ve öz bir yazı yazmak niyetindeydim; fakat Türk Milleti’ni tecrübe ettiği meseleleri çözmekten aciz bırakan düşünce hastalığının elinden kurtarmak için il il geziyor, örgütlenmeyle uğraşıyor, kurumlar inşa ediyoruz – maalesef zaman bulamıyorum. Doğru imlanın sekülarizm olduğunu düşünürken sekülerizm imlasını kullanmak meselesini bile henüz çözmeye fırsat bulamamışken ansiklopedi girdisi tadında bir makale yazmam da, zaten, pek doğru olmazdı.
Fakat her gece uyuyabilmek için okuduğum kitaplardan birisi bana şahane bir ilham verdi. Kitap Vannoccio Biringuccio’nun De la Pirotechnia başlıklı eseri – Avrupa’da maden ve cevher işleme teknolojisine dair yazılan belki de ilk kitap. 1540 tarihli eserde eski maden çıkarma ve işleme tekniklerine dair hazine kıymetinde bilgiler var – bu bilgilerin çoğunlukla lonca teşkilatları bünyesinde sözlü aktarılıp, piyasada rakipler çıkmasın diye kayıtsız tutulduğu düşünülünce neden hazine kıymetinde dediğimi anlarsınız. (Esnaf budur, esnaf terakkiye manidir.) Biringuccio velinimetine hitaben gözlemleyip derlediği maden işleme bilgilerini aktarırken, döneminde oldukça yaygın olan “simya” hurafesine de değiniyor ve İtalya’da altın madeni bulunmamasından hareketle, simya ile altına ulaşmanın kolay bir alternatif olarak görülebileceğinden endişe ediyor. Bu yüzden uyarıyor: Simya sana kolayca yapabildiğini söyler ama yapan yoktur. Tabiatta da hiç öyle olaylar gözlemlemiyoruz. Öyleyse kolay görüneni değil, zor olanı seç ve madenler aç, altın cevher damarı alametlerini gözlemle, altın madenlerinden doğup İtalya’ya akan ırmaklarda araştırmalar yap.
Sekülarizm budur. Biringuccio’nun Tanrı inancı var (olmasa da olurdu) fakat birisi bir iddia ile geldiğinde onu dünya ile sınıyor. Zorlu süreçlerle topraktan altın ve diğer madenlerin çıkarıldığını görmüş, bunun usul ve süreçlerine hakim olmuş, ama bir simyacının altın yarattığına hiç şahit olmamış. Öyleyse altın üreteceğim diyen zırvayı bırak, dünyanın işlediği kurallar çerçevesine odaklan diyor. Aşağıda çalakalem bir çeviriyle Biringuccio’nun birkaç paragrafını okuyucuyla paylaşıyor, hurafelerle Türk Milleti’nin zihnini bulandıran ve enerjisini beyhude usullere yönlendiren anti-sekülerist zihniyete savaş açmayan herkesin Türk düşmanı olduğunu ilan ediyorum.
(…) Bu kadar kullanışlı ve kıymetli, üstelik Tabiat’ın kendisinin yaratabildiğinden çok daha fazla ve daha kolay bir şekilde, daha kısa zamanda değerli madenler yaratabilme gücü olduğuna göre ne ilahi ne doğaüstü olan bu sanatı öğrenmektense başka sanatları öğrenmeye çalışan insanlardan daha aptalı var mıdır? Bu sanat, eğer dilersek, bize tımarlar ve hatta krallıklar bahşedebilecek, açacağımız hastaneler, manastırlar ve tapınaklar sayesinde öldükten sonra bile cennete girmemizi sağlayacak; komşularımıza yalnızca maddi imkanlarını düzelterek değil hastalanınca iyileştirerek, yaşlandıysa gençleştirerek, hatta önceki halinden daha iyi bir hale getirerek yardım etmemizi sağlayacak bir imkandır. Aynı şekilde bu sanatın gücü sayesinde neredeyse öte aleme göçmek üzere olanları diriltmemiz de mümkündür. Bu sanatın peşindekiler mezkur güçlerine bazen “Sır” bazen “Felsefe Taşı” bazen “İçilebilir Altın” diyorlar ve herhangi bir tabii maddeden arzu ettikleri neticeyi elde edebileceklerini söylüyor; bu “sır”rı tabiata, göklere ve en kudretli yıldızlara, içilebilir altını eşyanın ruhuna ve felsefe taşını Tabiat’ın kudretine teşbih ediyorlar.
Fakat bütün bunlara rağmen bu sanatın onu yüceltip duran babaları ve mucitlerinin hepsi öldüler ve iki, üç defa gençleşmek şöyle dursun bir kez bile gençliklerine geri dönemediler; bildiğim kadarıyla şimdiye dek -söz verdikleri üzere- ölümden geri dönmüş de değiller. Böyle bir simya gücüne sahip olup odalarındaki bir şişede cıvayı altına, gümüşe yahut arzu ettikleri bir başka metale çevirebilecek bir sıvının olması; sahip oldukları her küçük şeyi sonsuza dek artırabilmeleri şüphesiz muhteşem ve oldukça tatminkar bir his olurdu. Bu yüzden de o taktıkları isimleri kullanmayıp, dedikleri doğruysa, bütün bu şeyleri yaratan Tanrı’yı bir şişede tutsak tuttuklarını söylemeleri gerekirdi. Pek tabii olarak Tabiat’ın kendisiyle dalga geçebilirlerdi; tabiatın eksik ve hatalarını gidermek için ilaç yaptıklarını, tabiatın -gücü yetmeyip beceremediği için- kusurlu bıraktığı metalleri kusursuzlaştırdıklarını söylemelerine bakılırsa.
(…)
Bu yüzden size söylüyor ve tavsiye ediyorum: Kanaatimce altın ve gümüşü elde etmenin en iyi yolu simyadansa onları maden cevherlerinden işleyip elde etmektir; ki simyanın yalnızca yalan olduğuna inanmıyor, birçokları gördüğünü söylese de simyanın gerçekten çalıştığını gören kimsenin olmadığını düşünüyorum.
Bahadırhan Dinçaslan
Berk Bey, dindarlık çeşitleri tonla. Metafizik temelli muhakkik bir sufi, bütün varlığı Tanrı'nın tecellisi göreceği için ve Tanrı ile beraberlik/maiyyet için -iman ettiği- ahireti beklemeyeceği için bilakis burada daha gayretli olur. Zira Tanrı artık buradadır, benimledir, her birimizledir, mekandan uzak olarak diyorum. Çünkü elinden geleni yapar, kazaya rıza gösterir. Her durumda erdemli olur,elinden geleni yapar "ölsem bile sonsuz ahiret hayatı var" der ve kimseye tamah etmez, beklenti ve korku onu erdemli gayretlerini alıkoymaz. İnsan sayısınca Subjektif Tanrı telakkisi vardır, buna İbn Arabi ve Konevi "ilah-ı mutekad' der. O yüzden bence Türk milliyetçileri olarak dinde de kaliteli, yüksek bir metafiziksel seviye arayalım. Dünyada en önemli soru ontolojik, var oluşsal olandır, bu da Vücud, Tanrı'nin varlığı, O'nunla beraberlik ve agah olmak, İnsan, kemal, kemalde yetkinlik... konularının önemini kanaatimce pekiştirir. Saygılarımla
Dünyadan yana arzusu ve ümidi olmayanlardan seküler bir hayat ve devlet çıkmaz. Zira sekülerizm hayata bakar ve hayatı önceler. Dünya hayatına dini veya başka sebeplerden dolayı değer vermeyen ve ölümü-ölüm sonrasını kıymetli gören toplumlarda sekülarizm tam yeşeremiyor işte.
Sekülerizm demek benim için büyük Türkçü, fikir adamı, dava insanı, Türk milletine çok büyük şeyler katmış, 21. yüzyılın en büyük Türklerinden biri olan Nihal Atsız'dır, Atsız Ata'dır. Onun öncüsü olduğu Türk için, Türk'e göre olan tarih metodolojisidir. 20. asrın bu en büyük Türk eğitimcisi eğitimde sekülerliği Türk'e öğretmiştir, görevini yapmıştır ve bir teşekkür bile beklemeden çekip gitmiştir. Ruh Adam'daki o görev aşkı ile yapmıştır. 20. asrın bu dahi Türk'ü, Türk'e seküler düşünceyi, rasyonelliği öğretmiştir. Arkasından Bahadırhan Dinçaslan gibi takipçileri kendine aşık bırakan o büyük eğitimciyi saygıyla anıyorum.
Üstad ellerin dert görmesin. Bir de sekülerliği veya ateist olmayı olmayı Yahudilik ile eşit görenleri hiç anlamıyorum. Yahudilik çok sıkı kuralları olan, Şabat gibi çok katı kurallar içeren ritüellere sahip, en ağır Şeriat kurallarına sahip din. Bir kere Yahudiler kendilerinin seçilmiş ve üstün olduğuna, Nil ile Fırat arasının kendilerine vadedildiğine inanıyorlar, bir Türk milliyetçisi bir başka ırkın üstün olduğuna, kendi vatandaşı olduğu vatan topraklarının başka bir ırka verilmesi gerektiğine inanır mı? Ayrıca Atatürk sapına kadar müslüman Türk bir ailenin evladıdır, diyelim agnostik idi, bilmiyorum, bunun en sıkı şeriat kurallarına sahip Yahudilik dini ile ne alakası var? Ayrıca Mason Localarını kapatması için konuşturduğu Mahmut Esat Bozkurt'a mecliste "Masonluk, siyonist yahudilerin elinde bir istila ve soygunculuk vasıtası olmaktadır" dedirten bir insan Yahudi olabilir mi? Gerçekten akıl tutulması, Yahudilik gibi her şeyi din olan bir şey sekülerlikle ne alakası olabilir?
Yobaz Yahudi sürüsü siyonistler ile sekülerliği aynı cümlede kuranlara ayar oluyorum , eline sağlık, çok iyi yazmışsın