Kitabımın bu yıl yayımlanan cildinde şöyle demiştim:
"Niyetim Gökalp’a reddiye yazmak değil, fakat büyük Türkçümüzün ölümünün 100. yılında kaleme alınan bir kitap onun adıyla başlamalıydı."
Gökalp hemen hepimizin hayal ettiğini başardı: Düşündü, tartıştı, öneri sundu ve bir devlet yapılanmasının esaslarını belirleyen aydın oldu. Bugün Gökalp'ı konuşanların ekserisi “vay şöyle büyüktü, vay böyle büyüktü” demekten öteye gitmiyorlar. Onu tahlil etmiyorlar, aşmaya çalışmıyorlar, geliştirmiyorlar. Evlerimizdeki deri kaplı yüksek yere koyulmuş mushaflar gibi, eski büyüklerimizi sarıp sarmalayıp yükseğe kaldırıyoruz.
Halbuki bu insanların bize bıraktığı miras zihinlerinin emeğidir. O emeği bıraktıkları yerden devam ettirmek lazım. Yüz yıl önce ölmüş birinin tespitleri eksik, çözümleri bugün için anlamsız olabilir. Fakat bu onun suçu değildir. Onun büyük zihninin durduğu yerde başkalarının o emeği devam ettirmemesi asıl suçtur. Türkçülüğün her devirde en doğru tahlili, en isabetli çözümü sunması gerekliliğini unutmamız asıl suçtur.
Türk milliyetçilerinin çoğunda bu hastalık var. Medrese kültürünün son döneminin zihinlerimizde bıraktığı bir hastalık. Bir kanon yaratıyoruz – imprimatur damgası almış kitaplarımız, büyüklerimiz var. Onların eserlerini -güya- okuyoruz, fakat bu okumak yalnız kıraat etmek anlamında, kafamızı yormuyoruz bile. Ne bugünle karşılaştırıyoruz ne birbirleriyle; o yüzden bir literatürümüz yok, belki yarım yamalak bir pantheonumuz var.
Bir başka ülkede Gökalp gibi bir figür olsa, onun ideolojik camiasının mensupları kesinlikle aziz ismini bir kurumla ölümsüzleştirir, her yıl onun adına ödüller, burslar verir, bu kurum bünyesinden çıkan yayınlar ideolojinin yönünü belirlerdi. Bu bizde yoksa, suçu devlete mi atacağız? Devlet yapmadı diye hayıflanıp oturacak mıyız? Devlet vaktiyle görevini yapmamış, mesela, yurdumuzu işgal ettirmişti. Şükür ki Gökalp’ın çağdaşları devletten hamle beklememiş, gerektiğinde yeni devlet kurmuşlar.
Büyük Türkçümüzü ölümünün yüzüncü yılında anarken aklımdan bunlar geçiyor. Çocukluğunu Altın Işık okuyarak geçirmiş bir baba olarak evladıma Alageyik’i ezberlettireceğim – fakat aynı nüfuz ve bilinirlikle yenilerini üretemediğimizi düşündükçe üzülüyorum. En azından üzülebiliyor olmamı da bir haslet sayıyor, bu üzüntüyü paylaşanları ikaz ediyorum: İsteme, sen yarat, görme, sen göster!
Bahadırhan Dinçaslan
İki parçada yorumum, 2/2: Bahadırhan Bey, yazınızdaki tahlil vurgusu çok değerli, Yahya Kemal Bey de Türkler'in zayıf olduğu özellik olarak fikir ve tahlili anmış. Ancak insanlardan müteşekkil toplumlar ve onların kültürleri pekala değişebilir, zira insan değişebilir. Eğitim amacı da insanın istidadını keşfetmesine yardımcı olmaktır, onun kendisinin en iyi hali olma yolunda ona imkanlar sunmaktır. Yoksa herkesin her şey olması değildir, bu verimliliğe(Efficiency) aykırı popülist bir söylemdir. Roberto Carlos, Inter'de 8 numara pozisyonuna çekildiğine istidadının hakkını veremeyeceğini düşündü ve Real Madrid'e gitti, gelmiş geçmiş en iyi 3 numaralardan biri oldu, başarılı, ama efsane olmayan bir 8 numara olmamak için... Ziya Bey ve başkaları, bulundukları imkanlarda ortaya eserler koydular, ancak o insanların bulundukları imkanları değerlendiğini söyleyip, kadirşinas ve saygılı olmak ve sonra "biz bugün daha fazla imkanlara sahibiz ve sorumluluğumuz daha fazla" demek hakkaniyetli olur.
İki parçada yorumum, 1/2: 17 yaşımda iken Ziya Gökalp'i salt ideolojik heyecanımı desteklemek, gençliğin verdiği acele ile okumuştum. Hatta şimdi garipsiyorum, ama Ziya Bey'in Turan-Oğuzistan-Türkiyecilik üçlemesinde en büyük önemi, siyasi olabilirlik bağlamında, en dar olan üçüncüye, realist bir bakışla verdiğini(tabii o zaman böyle bir analiz yapmadım, yapamadım) görünce onu yeterli bulmamıştım, şaka değil.:) Şimdi düşünüyorum, tabii ki onun kitabında yazdığı daha sonra 5 aşağı 5 yukarı bir devletin siyasi sınırları oldu, önemli bir şeydi yaptığı... Türkiye, Azerbaycan, Türkmenistan, İran gibi ülkelerin bugün sınırlarında yaşayan Oğuzlardan veya müslüman olduktan sonra Cent ve sair bölgelerdeki diğer halkların onlara dedikleri şekilde Türkmenlerden(Azerbaycan'da yaşayan Oğuzlar da Türkmen oluyor, Türkmen salt Türkmenistan vatandaşı değil) müteşekkil daha geniş bir mefkure(bu kelimeyi o ihdas etmiş, Arapça'da yok imiş öncesinde); veya Kazaklar, Özbekler... ile bir Turan beraberliği...
Osmanlı Türklerin Türk kalmasına izin vermemiştir. Bir imparatorluk olması nedeniyle dini bir ortak payda olarak almış ve kimlik yitimine neden olmuştur. Ancak Ziya Gökalp ve onu izleyenler kimliklerini yitirmediler. Bugün hala bu kimlik kaybının sorunlarını yaşıyoruz. Türkler öz kimliklerine yeniden kavuşmak zorundadırlar. Çünkü İslam ortak paydası adındaki hayal Osmanlı'yı yıktı ve Türkiye'yi de yıkmak üzeredir. Aynı hayal bugün başımıza kürt sorununu da açmıştır. Kürt sorununu din/ümmet ve sözde kardeşlik sloganları ile çözeceğini zanneden ahmakların idaresinde, Cumhuriyet de yıkılır. Bu kafa değişmek zorundadır.