Barış… Türkiye’de bu kadar istismar edilen, duyan insanın tiksinmesini tetikleyecek kadar yozlaştırılmış ve zehirlenmiş başka kelime var mıdır bilmiyorum. Eşitlik, demokrasi, insan hakları gibi kavramları da peşine takarak, barış sözcüğünün lokomotifliğinde yerli ve milli bir woke söylemi inşa ediliyor. İnsanı insan ve medeni yapan değerlerden vazgeçerek korkunç bir irtica ile derebeylikler çağına dönüşü kabullenmemizin adına barış diyorlar; binlerce insanı katleden bir teröristi de bu sürecin sözcüsü yaptılar.
Terör sempatizanı Tuncer Bakırhan’ın ifadesiyle “muhalefet de bu konuda çok iyi bir sınav veriyor”, CHP bu sürece, barışa tecavüz sürecine ilkesel olarak karşı olmadığını, usulde düzeltmeler yapmak istediğini beyan etmekten öteye gitmiyor. Zira 50+1 sisteminde “Kürtler”in “toptan” oyu çok önemli – zaten Erdoğan-Bahçeli ikilisi de sıkıştıkları için bu menfur yönteme başvuracak kadar alçaldılar. CHP, Türkiye’yi “Kürtler” yahut “aşiretler” yahut “cemaatler” gibi toptan oy kullanan, iradesi bastırılmış birer sürüye dönüşmüş marabalık kümelerinden kurtarıp, herkesi vatandaş görme temelinde yükselen cumhuriyetçilik yapmıyor da irticai faaliyeti ilkesel olarak olumluyor.
Süreci yürütenler ve sürece razı olanlar bir illüzyon yaratıyorlar; unutmamızı istedikleri tek bir hakikat var: Terör, bir ülkenin ordusunu nizami savaşta yenmeyi amaçlamaz. Onun savaşma kabiliyetini bitirmeyi amaçlar. Moral bozarak, şantaj yaparak, çeşitli kanaatlerin yayılmasını ve askeri operasyonların imkansızlaşmasını sağlayarak. Bu yönüyle, “barış” talepleri direkt olarak terör faaliyetidir, terör propagandası bile değil. Kanunların (ahlaka, vicdana ve insan haklarına hiç girmiyorum bile) askıya alınıp teröriste özel muamele edilmesinin talep edilmesi bir terör faaliyetidir. Fakat bu talep, işte, tam da terörün doğasına yakışır biçimde propaganda diliyle yapılıyor, “barış” denerek.
İnsanların çoğu, anlık mesajların etkisiyle karar alınıp kanaat ediniyor; önceyi ve sonrayı düşünmüyor. Zihinlerinde simülasyon yeteneği olmadığı için, zaman ve mekandan, bağlamdan, kronolojik hikayeden soyutlanınca kulağa güzel gelen şeylerin nelere yol açacağını, nelere mal olabileceğini düşünmüyor. Bu yüzden ikna edilebiliyorlar. Yahut, vaziyetin dehşetini olduğu gibi görüp infiale kapılmaları engelleniyor. Bu insanlar için bu yeni “barış süreci”nin nasıl manzaralar yaratacağını kaleme almak gerekiyordu.
Abdullah Öcalan hapisten çıktı, PKK ile müzakereler yürütüldü ve büyük, şenlik havasında geçen bir etkinlikle Türkiye’de “Kürt sorunu”nun bittiği, resmi kimliğimizin “Türkiye vatandaşlığı” olduğu ve yerel yönetimlere Türkçeden başka dille hizmet verme hakkı sağlandığı ilan edildi. Türkiye’de bundan sonra neler olacak?
Bu etkinlikten birkaç ay sonra, tahkim edilmiş yerel yönetimlerin “lider”leri, yabancı devletlerle birtakım anlaşmalar yapacak, yabancı şirketlere yerel sınırları içerisinde imtiyazlar verecekler. Buna karşı yükselen sesler, “süreci baltalamamak” ve eskiye dönmemek gerekçesiyle bastırılacak yahut Kürt düşmanı ilan edilecekler. Şirketlere sağlanan imtiyazlar, bu “yerel” bölgelerde geçici bir ekonomik devinim yaratacak ve bu devinimi görenler, sürece karşı çıkanlara “gördünüz mü bak, ne güzel oldu” diyerek sataşacaklar. Kimse hesap soramayacak, itiraz dile getirenlerin hepsi, Kürt düşmanı olmakla suçlanacaklar.
Bu imtiyazların, elde ettikleri iktidarı ve ayrıcalığı finanse etmek için göz yuman Kürt idareciler eliyle bölgelerinin doğasının, kaynaklarının sömürülmesine cevaz vermek olduğu çok sonra anlaşılacak – fakat anlaşılacağı an geldiğinde o iktidar kendisini pekiştirmiş olduğu için, aynı 2000’lerin ortalarında demokrattır diye AKP’ye destek verip sonra kendisini kodeste bulan “liberal”lerin yaşadığı bir hayal kırıklığı yaşanacak.
Türkiye’nin genelinde aşiretvari bir birliktelik olmadığı için yalnız Kürtlük saikiyle ve yalnız yeni Kürt oligarşisinin iktidarı lehine toplu tutum alan Kürtler, her alanın baskın unsuru haline gelecekler. PKK silahını bıraktığını iddia etse de bir anda bütün militanlarını “terhis” etmeyecek. Kürtlerin yeni haklar elde ettiği bu deneyi baltalamamak adına sağlanan krediyi sonuna kadar kullanıp bir ucu Doğu Anadolu kırsalında, bir ucu Avrupa içlerinde, artık resmi lojistik sağlamış bir suç şebekesi olarak küresel bir problem haline gelecek. Kürtler arasında “bedel ödedim!” kavgaları yaşanacak, bu kadar çok “bedel ödemiş” ve bu sayede Kürt statüsünün tanınmasını sağlamış bir yapının “mağrur” mensuplarının ödedikleri bedele karşılık talep ettikleri ayrıcalıkları sağlamakta Türkiye ekonomisi zorlanacak. Bu yüzden bir oldu-bitti olarak suç işleme hürriyetleri tanınacak, paralel ve gölge Kürt ekonomisi, yasadışı gelirinden elde ettiği güçle birçok Türk görünümlü gazeteci, kanaat önderi ve bürokratı finanse ederek bunun kamusal alanda asla dile getirilmemesini sağlayacak.
Türklerin temsil ettiği medenileşme (esasen Batılılaşma – bu ifadenin tü-kaka olmasına itirazım var.) karşısında aşiretli yaşamlarının kazandığını gören Kürtler, bu fenomene iyice tutunacaklar. Şehre göçmüş ve aşiretsiz Kürtlerin kuracağı küçük çeteler git gide post-modern aşiretlere dönecek, “clan-politics” artık Türkiye’nin de gerçeği olacak. Birçok kamu görevi liyakat esasına göre değil, aşiret kotalarına göre dağıtılacak.
Aynı hikayeden (medeniyeti yenme hikayesi) doğan sarhoşluk, Kürt gençlerini oldukça gözükara hale getirecek. Eski Türkiye’nin bütün anlatıları artık büsbütün çöktüğü için, AKP’nin bile cesaret edemediği kadar modern yaşam tarzı düşmanlığı yapılacak – İngiltere’de, Almanya’da “aman ırkçı olmayalım” denerek göçmen failli tecavüz davaları nasıl örtbas ediliyorsa bu fiiller öyle örtbas edilecek. Yaşam tarzı kaygısıyla CHP’ye oy veren ve CHP’nin bu yaşam tarzını mümkün kılan altyapıya, yani laik cumhuriyete karşı bütün eylemlerin içinde yer aldığını görmeyen kitle, durmadan taciz edilecek. Dövülecek, tecavüze uğrayacak, ezilecek ve ağzını her açtığında “ırkçı, Kemalist Türkiye kalıntısı” lafları ona hücum edecek. AKP’ye rağmen kalan bir avuç eğitimli, nezih Türk de artık daha medeni muhitlerin yolunu, -çoğu zaman orada da hayal kırıklığına uğrasa da- güvenlik nedeniyle tutmaya başlayacak.
İltizam usulü finansörlerine dağıttıkları “Kürdistan” kaynaklarından yoksun Kürtler ve yeni Kürt muktedirler, Türkiye’nin kalanında üretilen ekonomik değerin de yarattıkları gayrımeşru ve neo-feodal yapı nedeniyle baltalanmasını tetiklemenin yanında, bir parazit gibi yapışarak, yüksek kalitesini, işlenmiş ürün ve hizmet anlayışını yitirmiş, doğal kaynakların sürdürülebilirlik kaygısı olmadan istismarıyla ayakta kalmaya çalışan yeni Türk ekonomisinin artık yaratabildiği kısıtlı değerin de büyük bir kısmını “yeniden silaha davranmama” payı olarak düzenli biçimde hasat edecekler.
Kürtleri teskin için baltalanan milliyetçilik, vatanseverlik, diğerkamlık gibi değerlerin yanında, İslamcı-etnikçi anlayışla büsbütün yozlaştırılan askerlik gibi kurumlar işlemez hale gelecekler. Yalnız kendi çıkarlarını düşünen Kürtler, Türkiye’nin uluslararası çatışma ve uzlaşmalarda bir bütün olarak kendi lehine değil, iç siyasetin en belirleyici unsuru olan Kürtler lehine pozisyon almasını temin edecekler. Bunun ve çöken millet olma hali ile yozlaşan kurumların bir sonucu olarak Türkiye yaptırım gücünü yitiren bir devlet gölgesine dönüşecek. Her türlü suçlunun cirit attığı, dev göç dalgalarının büyük toplama kampına dönüştürülmüş, stratejik yerleri açıkça ya da örtülü biçimde işgal edilmiş, bir zamanların “istiklalini korurken demokratikleşmeyi başaran tek müslüman ülkesi” olduğuna bin şahit isteyecek bir çöplük.
Bütün bunlar, bugün barışa evet denirse gerçekleşecek. Sonra bir tarihçi, belki de, Calgacus’u hatırlayarak Türkiye’nin bu çağını onun lafıyla tarif edecek: Bir çöl yaratıyor ve adına barış diyorlar.
M. Bahadırhan Dinçaslan
Görünen köy kılavuz istemez. Tabuta son çiviyi çakmak üzere fırıldaklar dönmeye başlamıştır. Sahipsizlik mi, kendince strateji mi, bildiğin ölene kadar iktidarı kurtaralım da bizden sonrası tufan mı, neler oluyor allahaşkına! Biz mağlup olduk da habermiz mi, yok? elli kocası olan eli kanlı pkk terör örgütünü itin götüne sokmadık mı? Kancık başını öyle veya böyle paket edip deliğe sokmadık mı? Mağaradan kafalarını bile çıkaramıyorlar. Belki abd korumasında suriyede farklı isimlerle güçlendiler, silahlandılar, kendilerince götleri kalktı ama herkes bilir ki coni gidecek. Onlar gittiğin de topunu yok etmeye gücümüzde irademiz de vardır. Peki, akla izana sığmayan konuşmalar ve yaşananlar da neyin nesidir? Gerçekten sizin de yazdığınız gibi barış adı altında bize dayatılanlar hayat bulacaksa söz bitmiştir.