Tarih: 30 Nisan 1945
Yer: Führerbunker Yer Altı Sığınağı
İngiltere’nin başbakanı Winston Churchill ağır adımlarla yürüdüğü Führerbunker’ın önüne geldi ve orada bulunan kırık bir sandalyeye ihtiyatlıca oturdu. İki buçuk ay önce en büyük düşmanının öldüğü yerdeydi. Şöyle bir iç geçirdi ve eline aldığı purosunu tutuşturdu. Ülkesini hatta başkenti Londra’yı adeta bomba yağmuruna tutanların topraklarında askerini yürütmeyi başarmıştı. Bu büyük zaferin sarsılmaz İngiltere gücüne nasıl katkı sunacağını en iyi o biliyordu. Görünen yüzüyle kazanan ABD gibiydi ama esas kazanan Churchill’di. II. Dünya Savaşı tüm dünyanın adeta dümdüz olmasına yol açmış ve milyonlarca insanın ölmesine neden olmuştu. Bunun en önemli aktörü bugün hayatta değildi. Şimdi gelin o ölümün nasıl gerçekleştiğine dönelim.
Berlin radyoları destansı savaşları ve kahraman Nazi askerlerini anlatırken Sovyet kuvvetleri Alman sınırlarını geçmiş Adolf Hitler’in karargâhı olan yer altı kompleksine doğru ilerliyorlardı. Hitler daha birkaç yıl önce tüm gücüyle saldırırken geri çekilmek zorunda bıraktırdığı insanlara yenilmenin üzüntüsü içindeydi. Aslında başta fena gitmiyordu. Polonya’ya saldırdığı ilk gün herkes devasa ordusu, korkunç silahlı gücü ve kendisine inanmış insanlarla sınırları aşıp zafer kazanacağına emindi. Tek kişi dışında, Winston Churchill. O inat etmiş, savaştan çekilmeyi düşünen tüm devletleri derleyip toparlamıştı. Hatta İngiltere saldırı altındayken gönderdiği birkaç bombardıman kuvveti ile Hitler’i büyük bir hataya sürüklemişti. Çünkü onun karakterini çok iyi biliyordu. Berlin’e bomba atan İngiltere’ye haddini bildirmek için Londra’ya yağmur gibi bomba yağdıran Hitler tüm gücünü Rusya ve İngiltere üzerinde harcayınca kuvvetleri epey zayıf düştü. Sovyetler ise birkaç yıldır uygulanan kuşatmayı yıkmış Avrupa’nın ortalarına kadar gelmeyi başarmıştı. Şimdi Viyana’yı da geçmişler, Berlin’e dayanmışlardı. Hitler’in ise yapacak hiçbir şeyi kalmamış ve köşeye sıkışmıştı. Almanya’yı kendi elleriyle teslim etmeyi yüreği kaldırmıyordu. Bunun üzerine bir de en önemli ittifak ortaklarından İtalya ducesi (devlet başkanı) Benito Mussolini’nin metresiyle birlikte öldürüldüğü haberi gelmişti. Mussolini zırhlı bir araç içine girip battaniyeye sarınmış, sarhoş kılığına girmiş ama tanınmıştı. Kurşunlanarak öldürülmüş, yetmeyip cesedine türlü eziyetler ve hakaretler edilmiş hatta bununla da kalmayıp diğer faşistlerle birlikte şehir meydanına ayaklarından ters asılmışlardı. Hitler için bu kadar şeyi duyduktan sonra geriye yapılacak tek şey kalmıştı, o da intihar.
Sevgilisi Eva Braun’a döndü ve gözlerine baktı. Hayatının her anında ona destek olan kadın yine onunla olmaya kararlıydı. Hitler o an kararını vermişti. Aceleyle bir nikah kıyıldı. Artık Eva ona, o da Eva’ya aitti. Takvimler 29 Nisan 1945’i gösteriyordu. Hitler emrindeki askerleri çağırdı. Onlar öldükten sonra sığınak petrolle doldurulacak ve yakılacaktı. Çünkü Hitler cesedinin dahi düşman kuvvetlerinin eline geçmesini istemiyordu. Bir gün sonra, 30 Nisan 1945’te saat 14.30’da Hitler ve eşi Braun odaya girdiler. 1,5 saat sonra insanlar içeri baktıklarında Hitler’in başından akan kanı ve Braun’un yüzünün rengini gördüklerinde her şeyin bittiğini anladılar. Hitler kendisi için ölümü göze alan eşinin kurşunla hayatını sona erdirmesini istememişti. Kadın siyanür hapını dişleri arasında çiğnemiş ve kısa sürede ölmüştü. Hitler de silahı muhtemelen ağzına sokup ateşlemişti. Şakağından akan kan bunu gösteriyordu. Cesetleri alelacele alan görevliler küçük tahta kutuların içine cenazeleri koydular, içini petrolle doldurdular. Aslında Hitler’in emri içinde bulundukları mekânın doldurulmasıydı ama o kadar petrolü temin edemediler. Cesetler yakıldı ve kömürleştiği görüldü. O esnada Sovyet kuvvetleri baskınla her yeri ele geçiriyordu.
Hitler’in ölmesinin ardından yeni şansölye olan propaganda bakanı Joseph Goebbels Sovyet kuvvetlerinin ülkenin dört bir tarafından girdiğini biliyordu. Yapacak hiçbir şeyi kalmamıştı. Ancak tıpkı Hitler gibi o da ülkeyi kendi eliyle teslim etmek istemiyordu. Zaten kendisi de uzun zamandır depresyon hastasıydı. Liderinin ölümüyle durumu giderek ağırlaşmıştı. Sırf bu sebeple altı çocuğunun tamamına enjeksiyonla morfin verdi. Eşi ile doktoru işi sağlama almak için her çocuğa birer siyanür tableti verip çiğnettirdi. Hepsi o gün öldüler. Teslim olma mektubunu yazıp yanındaki komutana verdi. Daha sonra eşiyle birlikte bahçede kısa bir gezintiye çıktı. Aksak bacağına baktı, yıllardır bununla yaşamanın yükünü taşıyordu. Yanında duran askerlere kendilerini vurmasını emretti. Eşiyle göz göze geldiler, ellerinde tuttukları siyanür haplarına baktılar. Sanki yıllar önce buna karar vermişçesine ağızlarına atıp çiğnediler. Biraz zaman sonra da kurşun sesleri geldi. Mektubu alan komutan koşarak aşağı geldiğinde yüzleri kızıla çalan, dudak ve ağızlarından köpükler akmış acıbadem kokulu cesetlere baktı. Son emri yerine getirmek için birer kurşun daha sıktırdı. Goebbels ve eşi artık kesinlikle ölüydü. Goebbels yıllardır insanları manipüle ederek iktidar kurduğu ülkesine yalnızca bir gün hükmedebilmişti.
Aslında Adolf Hitler ve ekibinin bu hâle düşeceğini hiç kimse düşünmüyordu. Henüz küçük yaşlarında yaşadığı topluma öfke duyan Adolf, büyüdükçe hayallerinde bambaşka bir ülke kuruyordu. Tek tipleşmiş ve kendisine göre üstün özelliklerden teşekkül etmiş ırklar oluşturmak istiyordu. Lakin kendisi o hayal ettiği kişi tipinden epey uzaktı. Hitler mavi gözlü, uzun boylu, atletik ve sarı saçlı insanlar olsun istiyordu. Kendisi ise kısaya yakın orta boylu ve kahverengi saçlı bir adamdı. Onun bu tezatlığına rağmen hitabeti ve kitlelere hakimiyeti yanıp tutuşan Almanları hemen ele geçirmişti. Antisemitizm giderek yayılıyordu. Birkaç yıl içinde oyu yüzde üçü beşi geçmeyen Nazi Partisi ülkenin en büyük partisi haline gelmişti. Şansölye ünvanını alan Hitler için artık her şey daha kolaydı. Diğer tüm partileri kapattı, propaganda bakanlığı kuruldu ve başına Goebbels getirildi. Artık halk yalnızca Hitler’i duyuyordu. Cumhuriyet sisteminden tek adamlık sistemine geçildi. Yahudiler kamplara alınıyor, oralarda ölüyorlardı. İnsanlık dışı deneyler yapılıyor, insanlardan üretilen sabunlar kullanılıyordu.
Hitler yeterince kuvvet topladığını düşündüğü an saldırıya geçti. Polonya’ya girdi aradan çok zaman geçmeden Fransa da işgal edildi. Hitler Eyfel Kulesi’ne şöyle bir baktı, söylentiye göre "Yıkın şu demir yığınını" dedi. Elbette bu yalnızca halk arasında yayılan bir dedikodu. Eyfel’e çıkılıp bayrak dikilmesini istemeyen Fransızlar asansör hattını kestiler. Hitler bu duruma öfkelense de Eyfel’in görüneceği şekilde sırtını döndü ve sonra da fotoğrafını çektirerek oradan ayrıldı. Akla gelebilecek her yere saldırdı. Hatta hedeflerinden biri Türkiye’ydi. Ancak son anda karar değiştirip harekât yönünü Yunanistan’a çevirdi. Sabah vakti haberi alan İsmet İnönü sevincinden yatağının kenarında zeybek oynuyordu. Ancak Rusya’ya girmek Hitler için sonun başlangıcı oldu. Elindeki kuvvetlerin itirazına rağmen Sovyet komutanlar geri çekilmeyi sürdürdü ve kayıplar vererek Nazi güçlerinin her adımda daha da zayıflamasını sağladı. Son noktaya vardıklarında artık nefesleri tükenmişti. Sıra Stalin’deydi ve tüm gücüyle düşmanlarını püskürttü. İngiltere de akıllı hamlelerle işgal edilen yerleri geri aldı. Bu geri püskürtme Berlin’in ele geçirilmesiyle sona erdi. Ancak burada da kazanan devletler arasında müthiş bir rekabet başladı. İkiye bölünen Almanya’da doğu blokunu SSCB, batı blokunu ABD destekledi. Uzun yıllar süren soğuk savaş döneminde iki ülke arasına kalınca bir duvar örüldü. Tıpkı Avrupa’daki diğer devletler gibi.
Takvimler 27 Haziran 1989’u gösterdiğinde Avusturya ile Macaristan arasındaki dış duvar yıkıldı. İki ülkenin dışişleri bakanları görüşerek savunma sınırlarının kaldırılması konusunda anlaştılar. Bu olay çok sayıda ülkenin kendisini korumak için ördüğü duvarları yıkmasının yolunu açtı. Elbette bir yanını ABD’nin diğer yanını SSCB’nin desteklediği Almanya’da da bu haber önemli ölçüde etkili oldu. Doğu ve Batı Almanya halkları, aydınları artık bu ayrılığın anlamsız olduğuna karar verdi. Birleşerek güçlü, zengin Almanya’nın yeniden kurulmasını istediler. Bu dönemde sınır hatlarından diğer bloka geçiş yapan insan sayısı da artınca kontrol tamamen kaybedildi. Macaristan’da yapılan toplantıya Almanlar da gidip sınırların kaldırılmasına destek verdi. Yoğun katılımın gözlendiği protestolara karşı gösterilen cılız direnç 9 Kasım 1989’da sona erdi. Batı ve Doğu Almanya birleşti. Almanya bugün Avrupa Birliği’nin en kalabalık ve güçlü ülkesi.
Yazının başında Hitler’in cenazesinin yakıldığını söylemiştik. Peki gerçekten cesetlerin tamamı yandı mı? Cevap, hayır. Sıcaklığı neredeyse 1200 dereceye çıkan krematoryumlarda bile cenazeler tamamen yanmaz. Hele hele bu kadar kısıtlı bir petrolle istenilen ölçüde yanması mümkün değil. Goebbels ve eşi de tamamen yanmamıştı. Cesetleri gömüldü, çıkarıldı tekrar gömüldü. Artık uzayıp giden süreci Sovyetler bitirmeye karar verdi ve toz haline getirdikleri cesedi nehre döktüler. Ancak Hitler bu kadar kolay kurtulamayacaktı. Yakım işleminden sonra gömülen cesetler çıkarıldı. Hangi cenazenin kime ait olduğunu anlamak neredeyse imkansızdı. Bir cesetten kafatası kemiği alındı diğer cesetten ise altından köprü yapılmış birkaç diş örneği. Kafatasının Hitler’e ait olmadığı anlaşılmıştı. Çünkü bir erkeğe göre ince yapılıydı. Diğer cesette ise hiç akla gelmeyen bir yer sağlam kalmıştı. Hitler’in dişleri takmaydı ve petrol ateşlenmesine rağmen yanmamıştı. Dişlerin bağlandığı birkaç çene kemiği de kurtulmuştu. Bu örnekler kutuların içine alınarak SSCB’nin KGB (o günkü adıyla NKVD) teşkilatına bağlı bir depoya kaldırıldı. Uzun yıllar boyunca örnekler saklandı. 2000’li yılların başında, uzun zamandır sessizce dile getirilen ama artık avaz avaz bağırılarak söylenen iddia gün yüzüne çıktı. Kendilerine Neo-Nazizm destekçileri diyen bazı insanlar Hitler’in ölmediğine inanıyordu. Koskoca Führer muhakkak kaçacak bir yer bulmuştu onlara göre.
Bunlardan yola çıkılarak çok sayıda DNA testi yapıldı. Hitler’in kendisini öldürdüğüne inanılan koltuktan alınan kan örneği bir erkeğe ait çıktı. Kafatası ise bir kadına. Diş örnekleri üzerinde yapılan çok sayıda analizin sonucu hemen paylaşılmadı. Çünkü yayınlanacak raporun Neo-Nazizm taraftarlarını epey kızdıracağı düşünülüyordu. Bu durum ancak 2018’de son buldu. Hitler’in sadece dişleri değil diş üzerindeki tartarları bile incelenmişti. Yalnızca bir metoda bağlı olunup meselenin şüpheli kalmaması için tüm açıklamalar yapılmıştı. Dişler kesinlikle Hitler’e aitti. Elektron mikroskobunda yapılan incelemede kötü diş bakımı her şeyi çözen anahtar olmuştu. Çünkü tartarda bitki lifleri vardı. Bu bulgu vejetaryen olan Hitler’in kesin öldüğü konusunda sunulabilecek bir başka kanıttı. Yani Hitler yüzünü yahut kimliğini değiştirerek Polat Alemdar misali yaşamıyor, hatta hiç yaşamıyor. Hitler öldü ama onun kurtulduğuna inanan ideolojik körlük devam edecek gibi duruyor.
Bir sonraki yazımızın konusu olan ve insanları robota çevirme projesinin anahtarı olarak görülen lobotomi içeriğinde görüşmek dileğiyle.