Millet, devletin varlık sebebi olarak âlâdır. Nihaî amaç bir devlet kurmak değil; milletin doğal haklarını, özgürlüğünü ve erdemini koruyup geliştirmek; bunların sürdürülebilirliğini sağlamaktır. Nihaî amaç ancak bu olabilir ve devlet bu amaca ulaşmak için en önemli araçtır.
Birçok işlevinin ve yükümlülüğünün yanı sıra; devlet -bir "sur" gibi- millete yönelik tehditleri, akınları, çapulu durdurma gayesiyle inşa edilmiş; ayakta durmaktadır. Milletin evlatları, bu surun inşâsında gerek kanlarıyla harç karmış, gerekse koca taşlar altında ezilerek kemiklerini temele katmıştır. Sonraki nesiller, zaman içerisinde surun çöken kısımlarını ya da surda açılan gedikleri onardığı ve suru tahkim ettikleri sürece kendi güvenliklerini tesis etmişlerdir. Bir sur tek başına etkili bir savunma sağlayamayacağı için onun üstünde nöbet tutacak, ufku gözleyecek ve vakti geldiğinde surun ardını hedefleyen düşmanları savuşturacak görevliler icap eder. Eğer cümle kapısını birtakım menfaatler için istilâcı hordaya açacak bir hain varsa orada ne surun kendisinin ve tepesindekilerin ne de içerideki garnizonun bir hükmü kalır. Devlet, bu bahisle, sınırdan yönetilir ve Türkiye Cumhuriyeti devletinde "gözcüleri gözetleyecek olanlar" devleti yönetememektedir. Türk'ün hür ve müstakil yurdu işgal altındadır. Ne idüğü belli olsa dahi razı olmayacağımız milyonlarca şüpheli yabancıyı toprağımıza buyur eden iktidar sahipleri bir işgalin ortakçısıdır. Yerleşik bir hukukî rejime tâbi olmamış ithal sapıklar ve caniler -ki içlerinde potansiyel teröristlerin varlığı vurgulanmalı- bu ülkeyi işgal etmektedir.
İşgalciler tarafından üstüne kezzap atılan Türk çocuğu ve onun yanında ellerini kucağında kavuşturmuş, yüzünde mazlumiyetin okunduğu babası – bu görüntüye sebep olanlar Ankara kabadayılarıdır. Mecliste pişen aş, bu ülkenin vatandaşlarına her türden tacizi ve hak tecavüzünü reva görenlerin midelerine doluyor. Bundan ar etmeyen, dahası aynı çatı altında hasmıyla aynı aşa kaşık sallayan milliyetçilik iddiasındaki orta yolcular, dün hasım kesildiklerinin desteğini arkalarına alarak tetikçilik yapıyor. Utanç yükünü sırtlayan namuslu milliyetçiler ise Türklüğü azad olunması gereken bir kör zindan sayma raddesine gelmiş vaziyette ve bu ahvâli kanıksayan memlekete sövüyor.
Onlarca yıl önce, Enis Behiç Koryürek, Moskova için "İntikamın tanrısına yalvardım: / Ey kuduzlar memleketi, harap ol!" demişti. Bugün bu dizeleri Moskova için kurmuyoruz. Çünkü artık Ankara, Moskova'dan beterdir. Eski Cumhuriyet'e ait siyah beyaz bir fotoğraf karesindeki tören tak'ında yazan "Her şeyi kendimizden bekleriz" mottosu ne yazık ki düşmanlık için de geçerlidir. Bugün, Ankara caddelerinden çakarlı arabalarla geçen siyasîlerin Türk milletine hançer çeken düşmanlar olduğunu hangi namuslu vatandaş reddeder? Aslî vazifesine aykırı davranan bir devletimiz olduğunu hangi gören göz inkâr eder? Söylemleriyle demokrasiyi arşa çıkaran ve bunu yaparken tiranlığın nizamnamesine harfiyen uyan muktedirlerden tiksinmeyen bir erdemli insan var mıdır?
Atalarımız hayatta kalmamız için değil, yaşamamız için can vermişti. Yaşamamıza mâni olan bu devlete karşı tavrımız, ihanete uğramış bir insanınkiyle aynı olmalıdır. Bizindeğil de "deve yavrusuna ağlayan börü" misali bilcümle dışarlıklıyı umursayan bir devlete "Unutmuştun beni fakat ben vardım!" demek boynumuzun borcudur. Milletin devletten önce geldiğinin bilincine erememiş kimselerin nutukları lâfügüzâftan ibarettir. Putları birbiri ardına devirerek esenlik yolunu bulabiliriz.
Son olarak, bu yazıda yer alan ve herhangi bir şahsa, kuruma yahut bütünüyle devlete dair hassasiyet içermeyen ifadelerim için affınıza değil, Türklüğüme sığınırım.
Celalettin Durak
Birçok işlevinin ve yükümlülüğünün yanı sıra; devlet -bir "sur" gibi- millete yönelik tehditleri, akınları, çapulu durdurma gayesiyle inşa edilmiş; ayakta durmaktadır. Milletin evlatları, bu surun inşâsında gerek kanlarıyla harç karmış, gerekse koca taşlar altında ezilerek kemiklerini temele katmıştır. Sonraki nesiller, zaman içerisinde surun çöken kısımlarını ya da surda açılan gedikleri onardığı ve suru tahkim ettikleri sürece kendi güvenliklerini tesis etmişlerdir. Bir sur tek başına etkili bir savunma sağlayamayacağı için onun üstünde nöbet tutacak, ufku gözleyecek ve vakti geldiğinde surun ardını hedefleyen düşmanları savuşturacak görevliler icap eder. Eğer cümle kapısını birtakım menfaatler için istilâcı hordaya açacak bir hain varsa orada ne surun kendisinin ve tepesindekilerin ne de içerideki garnizonun bir hükmü kalır. Devlet, bu bahisle, sınırdan yönetilir ve Türkiye Cumhuriyeti devletinde "gözcüleri gözetleyecek olanlar" devleti yönetememektedir. Türk'ün hür ve müstakil yurdu işgal altındadır. Ne idüğü belli olsa dahi razı olmayacağımız milyonlarca şüpheli yabancıyı toprağımıza buyur eden iktidar sahipleri bir işgalin ortakçısıdır. Yerleşik bir hukukî rejime tâbi olmamış ithal sapıklar ve caniler -ki içlerinde potansiyel teröristlerin varlığı vurgulanmalı- bu ülkeyi işgal etmektedir.
İşgalciler tarafından üstüne kezzap atılan Türk çocuğu ve onun yanında ellerini kucağında kavuşturmuş, yüzünde mazlumiyetin okunduğu babası – bu görüntüye sebep olanlar Ankara kabadayılarıdır. Mecliste pişen aş, bu ülkenin vatandaşlarına her türden tacizi ve hak tecavüzünü reva görenlerin midelerine doluyor. Bundan ar etmeyen, dahası aynı çatı altında hasmıyla aynı aşa kaşık sallayan milliyetçilik iddiasındaki orta yolcular, dün hasım kesildiklerinin desteğini arkalarına alarak tetikçilik yapıyor. Utanç yükünü sırtlayan namuslu milliyetçiler ise Türklüğü azad olunması gereken bir kör zindan sayma raddesine gelmiş vaziyette ve bu ahvâli kanıksayan memlekete sövüyor.
Onlarca yıl önce, Enis Behiç Koryürek, Moskova için "İntikamın tanrısına yalvardım: / Ey kuduzlar memleketi, harap ol!" demişti. Bugün bu dizeleri Moskova için kurmuyoruz. Çünkü artık Ankara, Moskova'dan beterdir. Eski Cumhuriyet'e ait siyah beyaz bir fotoğraf karesindeki tören tak'ında yazan "Her şeyi kendimizden bekleriz" mottosu ne yazık ki düşmanlık için de geçerlidir. Bugün, Ankara caddelerinden çakarlı arabalarla geçen siyasîlerin Türk milletine hançer çeken düşmanlar olduğunu hangi namuslu vatandaş reddeder? Aslî vazifesine aykırı davranan bir devletimiz olduğunu hangi gören göz inkâr eder? Söylemleriyle demokrasiyi arşa çıkaran ve bunu yaparken tiranlığın nizamnamesine harfiyen uyan muktedirlerden tiksinmeyen bir erdemli insan var mıdır?
Atalarımız hayatta kalmamız için değil, yaşamamız için can vermişti. Yaşamamıza mâni olan bu devlete karşı tavrımız, ihanete uğramış bir insanınkiyle aynı olmalıdır. Bizindeğil de "deve yavrusuna ağlayan börü" misali bilcümle dışarlıklıyı umursayan bir devlete "Unutmuştun beni fakat ben vardım!" demek boynumuzun borcudur. Milletin devletten önce geldiğinin bilincine erememiş kimselerin nutukları lâfügüzâftan ibarettir. Putları birbiri ardına devirerek esenlik yolunu bulabiliriz.
Son olarak, bu yazıda yer alan ve herhangi bir şahsa, kuruma yahut bütünüyle devlete dair hassasiyet içermeyen ifadelerim için affınıza değil, Türklüğüme sığınırım.
Celalettin Durak