Seküler milliyetçilik, evvela sair yazarların, akademisyenlerin ulusalcılığı tanımladığı ve ulusalcılık-ülkücülük farklarını tespit ederken kullandığı bir terimken, bu günlerde hepsinden ayrı ve bağımsız bir fenomen olarak rüştünü ispat etmişe benziyor. Hemen her ay lehte yahut aleyhte, dişe dokunur yahut lalettayin olması fark etmeksizin seküler milliyetçilik gazete, dergi köşelerinde, televizyon programlarında vb. konu ediliyor.
Bunlardan sonuncusu, Gazete Duvar’da Cenk Saraçoğlu imzasıyla çıktı. Yazıda doğru bulduğum tespitlerin yanında itiraz edeceğim epey iddia var – yazarla dünya görüşümüz kökten farklı, hatta zıt olduğu için bu da normaldir. Ancak hem TamgaTürk’ten bahsettiği, hem de mahiyeti sebebiyle önemsediğim bir pasajı alıntılayıp, bu pasaja dair şerhlerimi paylaşarak seküler milliyetçilik fenomenini anlamak isteyenlerin ıskaladığını düşündüğüm önemli bir veçheyi çerçevelemek isterim.
Eğer bahsettiğimiz yönelim “yeni bir milliyetçiliğe” denk düşüyorsa o zaman onun bugüne kadar var olmuş Türk milliyetçiliği anlayışlarından ayrı bir “ulusal” kimlik kurgusuna, tarih anlatısına ve bir ulusal çıkar anlayışına sahip olması gerekir. Peki bugün “seküler milliyetçilik” olarak adlandırılmaya çalışılan bu yönelimin böyle bir doktriner çerçeveye sahip olduğu söylenebilir mi? Eğer “seküler milliyetçiliğin” AKP karşıtlığından köklenmekle birlikte nihayetinde etnisist/ırksal/Turancı bir Türklük anlayışında sabitlendiği ifade ediliyorsa o zaman bu eğilimi ideolojik ve sembolik muhteva açısından radikal Türkçü milliyetçilikten ayırmak mümkün olmuyor, “yeniliği” sorgulanır hale geliyor demektir. “Tamga Türk” isimli internet sitesinin başyazarı Bahadırhan Dinçaslan gibi bazı figürlerin seküler milliyetçiliği bir vaka olarak kabul etmekle yetinmeyip, onu bir doktrin olarak inşa etmeye çalıştıkları görülüyor. Öte yandan, bu tür girişimler bahsettiğimiz yönelimi temsil edebilecek bir ideolojik merkez ya da akım olmaktan çok, “seküler milliyetçilik” kavramını derinleştirmeye yönelik bireysel çabalar gibi görünüyor.
Bu paragrafa yöneltilecek ilk itiraz herhalde yöntemdeki sorunlu bakışadır: Yeni bir milliyetçilik mutlaka yeni bir kimlik kurgusu neden gerektirsin? Sözgelimi güvencesiz ve epey ağır koşullarda çalıştırılan İngiliz maden işçilerine hitap eden sosyalizm ile, evi arabası, sendikası, epey hukuki güvencesi olan modern Avrupalı işçilere hitap eden sosyalizm aynı olur mu? İki tür sosyalizm de önceliklerini, taktiklerini, hatta hedeflerini ve amaçlarını, hitap ettiği kitleye göre yenileyecektir. Bu farklara göre “yeni bir sosyalizm”den bahsetmek için mutlaka yeni olanın, diyelim ki “işçi sınıfı” bahsinden uzaklaşması, onu reddetmesi ya da yeniden tanımlaması mı gerekir?
Millet yaşayan bir olgudur, evrim geçirir, dönüşür. Yeni milliyetçiliğin pergelinin ucu hep millettedir, ancak diğer ucu dünyadaki gelişmelere göre farklı yarıçaplara oturup farklı daireler çizebilir. Şunu elbette kabul etmek gerekir ki, en azından benim dağarcığımda şekillenen seküler milliyetçiliğin tarih “anlatısı” başkadır – tarihi yeniden icat edemeyiz, tarihte somut delillerle var olduğu ispatlanmış hakikatleri değiştiremeyiz. Ancak ondan çıkardığımız dersleri değiştirebiliriz ki, seküler milliyetçilik tam olarak bunu yapıyor. Aynı şekilde, millet tanımı değişmediyse (ki, millet tanımı ve milletin işlevleri tarihi süreçlerde değişebilir, ancak bunun için genellikle uzun asırlar, hatta bin yıllar gerekir. Şu sıralar hala, en azından benim teorik çerçeveme göre, modern milletin çağındayız, bu millet olgusunda ve bizim yaptığımız tanımda büyük değişikliklerin olması için bir neden yok.) bizden sırf “yeni” sıfatını hak etmek için millet tanımını ve kurgusunu değiştirmemizin beklenmesi abes. Çıkarlarımıza dair tespitlerimizin değiştiği aşikar – aynı zamanda değişmediği de. 1950 seçimlerinde yayımlanan Millet Partisi’nin seçim beyannamesinde Çakmak Paşa'nın vurguları, aslında bizim mevcut vurgularımızı teşkil ediyor: Milletin çıkarı, milletin hür yaşamasındadır. Bu vurgular aradan geçen sürede milliyetçiliğin gündeminden -maalesef- düştü, fakat bizler bunu yeniden gündeme getiriyoruz.
Milliyetçiliğimiz, evet, Turancıdır. Zira Türkler yalnızca Türkiye’de yaşamıyorlar, bu kadar basit. Türkiye’de yaşayanların “ulus kimliği” Türk’tür; vatandaşlık ismi yahut sıfatı Türk’tür. Fakat ulus, milleti kapsamaz: Devlet aidiyetini ve tabiiyetini ifade eder. Millet bunun ötesindedir. İlginçtir ki, solcularımızın ve birtakım liberallerimizin Kürt etnisitesinin birkaç devlet vatandaşlığı altında dağılmış manzarasında, Kürt milliyetçilerinin farklı bölgelerdeki Kürtlerle temas kurması, onları da kuşatan, kapsayan laflar edip uygulamalar hayata geçirmesinden şikayetleri yok. Ancak aynısı etno-sembolik bağlarla coğrafyalar, asırlar ve stratejik havzalar boyunca müthiş bir potansiyel arz eden Türk Dünyası varlığı söz konusu olunca nedense tü-kaka oluyor.
Bunun ötesinde göstermek istediğim asıl özellik başka ve farkında olmadan bile olsa, Saraçoğlu tarafından da tespit edilmiş: Ortada bir tür “grassroot” hareketi gibi kendinden zuhur etmiş, tanımsız ve amorf kalmış ancak entelektüeller tarafından tarif edilmeye çalışılan, teorisyenlerin derinleştirmeye, doktrinleştirmeye çalıştığı bir olgu var. Bu, milliyetçilerin geneli ve özelde Türk milliyetçiliği için harika bir manzara demek: Devlet tarafından biçim verilmeyen, kontrol edilmeyen, milletin azalarına ve milletin kendi sosyo-kültürel evrimine endeksli bir milliyetçilik. Bu, benim indimde milliyetçiliğin haiz olduğu müthiş “geliştirme/dönüştürme/mutlu bir yaşamı mümkün kılma” potansiyelini gerçekleştirmesi için bir tür gerek-şart, ancak aynı zamanda pratikte milliyetçiliğin takınabildiği çirkin maskeler ve mâl olabildiği felaketlerden korunmanın da yolu. Zira başka maksatlar doğrultusunda milliyetçiliğin sürükleyici gücünü kullanan, milliyetçiliğin gücünü ve yarattığı değeri başka hanelere yazan bir oligarşi yok. Milliyetçilik muarızlarının dahi bundan memnun olması gerekir: Bizler gerçek insanlarız ve muarızlar bunun kök-nedenleri hakkında farklı düşünseler de kabul etmeliler ki milliyetçilik ciddi bir güç arz eder. Bu gücün başında, içinde ve ayağında gerçek insanlar varsa, bu insanların hesabı doğrudan milliyetçilik üzerindense, bu muarızlara da koruma sağlar. Hala çatışabiliriz, hala düşmanlık gösterebiliriz, ancak gerçek insanlarla iletişim kurmak mümkündür, kavga etmek ve en önemlisi, yenmek.
Şu halde söyleyebilirim ki en azından benim teorileştirmeye çalıştığım milliyetçilik koşulsuz bir ifade hürriyeti, vatandaşlık hakları savunusu, devlete karşı bireyi cihazlandırma taraftarı. Bu, pop-kültürün anladığı haliyle her fikre saygı duymak da değil – örnek vermek gerekirse eşcinsellerin evlenme hakkını onları sevdiğim, queer theory denen zırvaya inandığım yahut özdeşim kurduğum için savunmuyorum. Hayır, hukuki bakışı önemsediğim için savunuyorum: Evlilik bir hukuki müessesedir ve aşk kurumu değildir, aşk kağıtla kırtasiyeyle tespit edilmez. Maddi bir kurumdur, tarafların sosyal güvencelere kavuşmasını sağlar. Bundan eşcinsellerin mahrum edilmesi hukuki değildir. Üstelik mahzurludur da, taraflardan en az birinin sömürülmesinin, müteselsil olarak fuhuş gibi yeraltı meşgalelerine itilmesinin yolunu açabilir. Siz de, karşınızda böyle bir milliyetçilik varsa, bu milliyetçilikle medeni kavgalar edebilirsiniz.
Hülasa, seküler milliyetçilik fenomenini anlamak isteyenlerin görmesi gereken en önemli husus, bu defa tabandan tavana sirayet eden, kendiliğinden doğan bir olguyla karşı karşıya olduğumuzdur. Bunu ölüm tehditleri, dışlanmalar, alay edilmeler, işsiz bırakmalar, bizzat içinde doğulan mahallenin baskısı vb. engelleyemedi. Önünde hiçbir set duramayacak – ancak bu mutlaka güzel, olumlu bir kanalda akacağının garantisi de değildir. Seküler milliyetçiliği doğuran arayışlara neden olan eksikler ikmal edilmedikçe, “sorunlar” çözülmedikçe, kronik çözümsüzlük belki bu kitlelerin büsbütün radikalleşmesine neden olabilir. Bu, hatta, mevcut ve sorunlu bulduğum hiyerarşik, Ortodoks milliyetçilikten bile tehlikelidir: Mevcut geleneksel milliyetçilik emir komuta zinciri içinde işler ve hiç değilse yargılanabilir, bu bakımdan kolay “çökertilebilir.” Diğer senaryoda, birbiriyle bağlantısı olmayan küçük radikal grupların epey yatay etni özelliği gösteren bir düzlemde asla yok edilemeyecek, sürdürülebilir ve kendini sürekli besleyen bir öfke patlaması çağına gireceğiz.
Bahadırhan Dinçaslan
Çok akıcı yaziydi ve günümüzde Milliyetci tanimi güzel.Azdaha teknik olmayan daha Düz sohbet havasi gibi olsaydi Yazi şahneydi..Herkes Okusun diye ...
Önce "Duvar"daki yazıyı okudum. Ve Tamga Türk'e oradan ulaştım. Son zamanlara kadar milliyetçilik zaman zaman ilgimi çekse de beni ifade eden bir tanıma rastlamamıştım. Yazınızı okuyunca " evet" dedim. "İşte ben buyum" Bugüne kadar solcu -ilk gençlıik, liberal, orta yaş,ve burnumda tüten Atsız'ın ortaokula giderken okuduğum Bozkurtlar ... a" ve kültürel olarak atalarıma duyduğum özlemin ne olduğunu şimdi anlıyorum. Evet, ben Seküler Türk milliyetçisiyim. Oyumu büyük olasılıkla Zafer Partisi!ne veya İyi Parti'ye vereceğim. Yazınız için teşekkürler. Selamlar, Sevgiler.