Kuryenin teşkilatı var ve tepesine çöken polisleri görünce “teşkilata haber ver” diyor… İlk tepkisi korkmak, direnmek, özür dilemek, sövmek, saldırmak, kaçmak vs değil; hepsi doğal insani refleksler olan bu tepkilerden hiçbirini vermiyor da, neden “teşkilatı aramak” ihtiyacını duyuyor, telefona sarılıyor?
Bir twitter kullanıcısı, “devletle alakalı önemli bir mevzu”yu savunma bakanına bildirmek için tweet atıyor ve telefonunu ekliyor. Bir vatandaşın kendisiyle yahut çevresiyle alakalı bir hususu, gördüğü bir çarpıklığı siyasiye iletmek istemesinde beis yok; ancak eski genelkurmay başkanına bilmediği ve “devletle alakalı” bir istihbaratı verebileceğini düşünmesi?
Bir kadın dayak yiyor, toplumsal infial uyanıyor ve ismi “derin devlet haber” olan bir sohbet grubunda “Özgecan’ın katilini yiğitlerimiz öldürmüştü, bunu da öldürürler müsterih olun” şeklinde bir paylaşımın fotoğrafını görüyoruz. Adaletin tesisini katillerden beklemenin absürtlüğü yanında, 2800 aboneli bir grup var ve ismi “derin devlet haber” – insanlar derin devletten haber aldıklarına inanıyorlar. Bu normal midir?
Düşününce belki normaldir; Tayyip Erdoğan zaman zaman seçmenine pompaladığı inanışların, tutumların tersine hareketler yapıyor. Yaptığında, işte bu mekanizma devreye giriyor ve “siz görünene bakmayın, derin devlete bakın. Reisin bir bildiği var” mesajı veriliyor. Seçmenin Erdoğan ne yaparsa yapsın ondan soğumamasının nedeni bu, görünenin altında derin ve epey karmaşık bir “akıl” olduğuna inanıyorlar.
Fakat bu düşünce tarzının yaygınlaşmasının bir başka mahzuru var. Bir sosyal medya kullanıcısı, son infial yaratan kadına şiddet olayını “dinci-ülkücü”lerle ilişkilendirdi. İnsanlar da buna tepki gösterdiler; verdikleri örnekler de doğruydu: Solda da kadın istismarı/kadına şiddet var ve ülkenin genelindeki kadar yaygın. Ancak beri yandan sol ve özellikle HDP, bunu perdelemeyi başarıyor, sahte vitrinlerde kendisini kadın dostu gibi pazarlayabiliyor. Dincilerin ne durumda olduğu umrumda değil fakat milliyetçiler bunu yapamıyorlar, üstelik -maalesef- şiddet motifi milliyetçiler arasında yaygın ve kalıcı bir motife dönüşmek üzere. Düşman bizi kasten kötü gösteriyor diye iyi niyetle savunulabilecek seviyenin çok ötesine geçti bu iş; düşmanın bunu kaşımasından bağımsız olarak. Üstelik kamuoyunda yerleşen algı fraksiyon da ayırmıyor, kalabalık temsil kimdeyse onun işlediği bütün cürümler milliyetçilerin geri kalanına da teşmil ediliyor.
Pekala son zamanlarda infial uyandıran hemen bütün olaylarda milliyetçi motiflerin öne çıkmasının bir anlamı yok mu? Maalesef var ve ben o yüzden karşı tarafa tepki gösterirken bunun farkına varmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu işin sebeplerinden ilki, AKP’den MHP’ye kaçan/doluşan güruhun disiplinsizliği ve seviyesizliği. Ülkücü hareketin manzarası evvelinden de çok iyi değildi, ancak aklı başında direnç noktaları teşkil eden ekipler ve kurumlar belli bir seviyenin yakalanmasını sağlarlardı, yanlış bir fiili hiç değilse “utandıkları” yahut aleyhlerine kullanılacağından çekindikleri için dışlarlar, faturanın milliyetçiliğe/ülkücülüğe kesilmesini engellerlerdi. Şimdi bunu yapmalarının imkanı yok, kontrollerinin dışında bir “mülteci akını” yaşadılar, bu bakımdan MHP/Ülkü Ocakları havzası Suriyeli akınına uğramış Türkiye gibidir. Bu “mülteci”ler güç bela kurulan düzeni sarsıyorlar ve yaptıkları her eylem içine doluştukları kurumlara fatura ediliyor.
İkinci ve benim daha önemli bulduğum sebep, işte, girişte anlatılan zihin yapısını oturtan propaganda. Bir “beka” söylemi var ve dizilerden filmlere, devlet bakanlarının demeçlerinden sosyal medya trollerine herkes tarafından işleniyor: Mevzubahis bekaysa gerisi teferruattır. “Darbeyi sokakta siz durdurdunuz” cümlesi tek başına zararsız görülebilir, “15 Temmuz Destanı” altında yapılan edebiyat FETÖ tehdidine karşı olumlu propaganda gibi ele alınabilir, ancak pompalanan davranış tarzıyla birleşince zarar veriyor, en büyük zararı da belki, 15 Temmuz’da ve öncesinde devleti FETÖ’ye teslim etmeyen gerçek “kahramanlara” veriyor, devletin aklı başında kalabilmiş bileşenlerine veriyor.
Sürekli sırtı sıvazlanan bir kitle var; bu kitle ne yaparsa yapsın bedel ödemiyor yahut muadilinden daha az bedel ödüyor. Gazeteci döven bedel ödemiyor, siyasetçi döven bedel ödemiyor, farklı düşünenlere saldıran, protestoculara saldıran vs. bedel ödemiyor. En son Boğaziçi protestolarında gördük ki, “devletlü” olma hissiyle gaza gelmiş mahalle serserileri, öğrencilere saldırmaya kalktılar. (Ama dayak yediler, bu da güzel bir sahneydi.)
Bu kadar sırtı sıvazlanan, bu kadar gaza getirilen, aslansın kaplansın diyerek menfi kodlanmış hedeflerin üzerine salınan bir kitle, güçle zehirlenmez mi? Siyasi nedenlerden ötürü ona atfedilen büyüklüğü, ulviliği ve misyonu gerçek sanmaz mı? Sanınca, bu güçle istediği kadını dövmez, istediğine tecavüz etmez, istediğinin malına çökmez mi? Zira kafasında reçete bellidir: Saldırdığı hedef FETÖ'cüdür, ajandır, dış mihraktır, devlete karşı gelmiştir, teröristtir vb. Don Kişotluk etmesi bizzat devletlüler tarafından tasvip edilen bu kitle, bir süre sonra herkesi yel değirmeni olarak görmeye başlar.
Her ne kadar artık içinde bulunmasam ve -artık- hiçbir eylemini desteklemesem de, MHP/Ülkü Ocakları camiası, merhum Alparslan Türkeş’in 80 sonrası politikası dahilinde, aslında, milliyetçiliğin tam olarak yukarıdaki süfli işlevle kullanılmasının önüne geçilmesini sağlayan bir kurum olarak memlekete hizmet ediyordu, bunun hakkını teslim etmek lazım. Tuğrul Türkeş’in “azgın milliyetçilik” tabir ettiği fenomenin siyasetteki pratik izdüşümü budur, sırtı sıvazlanan ve bir süre sonra kontrol edilemez hale gelip adi suçları işlerken ideolojik illüzyonundan özgüven devşiren yığınlardır. Bu azgın milliyetçilik, milliyetçiliğin inşa edici-birleştirici ve hızlandırıcı işlevlerini engelleyip, milliyetçi refleks verecek yığınları bir tür “yanlış bilinçlenme”ye sevk ettiği gibi, aklı başına milliyetçiliğin de yayılabilmesini, toplum nezdinde kabul ve itibar görüp bir tabana oturarak “iyi milliyetçiliğin kötü milliyetçiliği kovması”nı engelliyor.
AKP-MHP yakınlaşmasının yarattığı en büyük yıkım budur; kullanılan dil ve yaratılan yeni davranış modeli, hukuk, hiyerarşi, nizam, düzen, teamül, ahlak, edep, ayıp, kaide gibi ne kadar kavram varsa rafa kaldırıyor. Kontrolsüz, sorumluluk yaratmayan ve meşru zemini olmayan “yeraltı gücü” elde etmiş insanların kadına şiddet uygulaması normaldir, zira bu yığınların hiçbir şeyden korkuları yok ve kendilerini ayrıcalıklı hissediyorlar. Böyle giderse her kadına şiddet/taciz/tecavüz haberini okuduğumuzda failin bozkurt çektiği/milliyetçilik tasladığı bir fotoğrafıyla yahut paylaşımıyla birlikte okumaya devam edeceğiz demek.
İşin bir de bu manzaraya şahit oldukça süngüsü düşmüş “bezgin milliyetçiler” cephesi var ama o bir sonraki yazıya kalsın.
M. Bahadırhan Dinçaslan