Sosyal medyada kitap fiyatlarının aşırı yüksek olduğuna dair bir kampanyaya denk geldim. İnsanların kitap okumak istemesi ve erişimlerinin kolaylaşmasını talep etmesi güzel bir şey, buna saygım var, ancak tepkinin yanlış adrese yöneldiğini, şikayetin nesnesinin yanlış olduğunu düşünüyorum. O yüzden birkaç yayınevine telif aracılığı, danışmanlık ve editörlük yapan, aynı zamanda yayınevi sahibi bir yazar olarak, bir kitabın nasıl çıktığının ana hatlarını anlatmak istedim.
Kitapları yayıncılık sertifikası olan yayınevleri, yine matbaa sertifikası olan baskı merkezlerinde basarlar. Kitap için önce bir tür kimlik numarası diyebileceğimiz ISBN numarası alınır, bandrol başvurusunda bulunulur ve her bir baskının nüshaları, ilgili derleme birimlerine iletilir. Bu süreçten sonra kitaplar, dağıtımcı denen ve bambaşka bir iş üstlenen diğer firmalar aracılığıyla okuyucuya ulaşır.
Pekala bu işin maliyeti nedir? Kitabı hazırlayan yayınevi, incelikli ve epey karmaşık bir matematik gerektiren bir maliyet hesabı yapmak zorundadır. Zira her türlü giderin asıl belirleyicisi kitabın satış fiyatıdır. Zihinde canlandırmak için farazi bir kitap üzerinden gidelim: 250 sayfalık bir kitap basacaksınız diyelim. Kitap yabancı bir yazarın, oldukça önemli bir alanda, başucu eseri sayılabilecek ciddi bir kitabı olsun. Telif hakları için, telif haklarını elinde bulunduran kişi ya da kuruluşla temasa geçeceksiniz. Bu pazarlıkta birçok ayrıntı var, ama en genel haliyle, kitabın piyasa değerinin %7 yahut %8’ini telif olarak peşin ödersiniz. 250 sayfalık bir kitabı, 24 liradan satacağınızı ve 1000 adet basacağınızı düşünelim. Telif oranı da %7 olsun, sıkı bir pazarlıkla anlaşmış olun. 24x1000x7/100 formülüyle, ödeyeceğiniz meblağ 1680 lira, bugünün dolar kuruyla ortalama 250 dolar.
Çevirmene iş tesliminde ekseriyetle %7 telif ödersiniz. Ona da 1680 lira ödediniz. Baskı maliyetlerini kağıt özellikleri belirler, ama ince kapaklı, enzo denen kağıt cinsine basılmış 250 sayfalık bir kitabın 1000 adedi yaklaşık olarak 3500-4000 liraya mal olur. (İyimser bir tahminle, üstelik KDV’yi de dahil ederek.) Şimdiye dek 7360 lira masraf yaptınız. 40 dolar civarında tutacak SWIFT ücretini, bandrol ücretini, ofis işletme giderlerini, kitap üzerinde çalışan editörün ve kitabın dizgisiyle tasarımını yapan tasarımcının maaş, sigorta, yemek, yol masraflarını, kapak görseliyle ilgili satın alımları vs yansıtmadık bile. Bütün bu masrafları peşin yaptıktan sonra, kitabınız çıkar (depolama giderini vs. de hesaba katmıyoruz tabii), kitabı dağıtımcıya verdiniz (nakliye masraflarını da görmezden geldik) ve işiniz hala bitmedi. Kitabı dağıtımcıya %50 iskontoyla verirsiniz; yani dağıtımcıya birim başına 12 lira fatura kestiniz. Dağıtımcı liste fiyatının yarısına aldığı kitabın üzerine kendi kârını koyarak satar, 24 üzerine çizik 17.90 yazar mesela kitap satış sitelerinde. 5.90 lira kâr edecektir, size de liste fiyatından indirim yapmış olarak gösterir. Çileniz son bulmaz, en erken 6 ay sonra, satılan kitapların ücretini tahsil edersiniz; üstelik iadeler olacaktır, verdiğiniz her kitap satılmayacaktır. 6 ayın sonunda 1000 kitabın tamamını satsanız kazanacağınız para 12.000 lira, peşin yaptığınız masraf 7400 lira. Yayınevinin kârı yalnızca 4600 lira; baskısını bir yılda bitiren bir kitabı düşünürsek peşin masrafı faiz, döviz ve hisse senetlerine bölüştürmüş olsa, yayınevi sahibi daha fazla para kazanırdı demek gayet mümkün.
İşin bir de şu boyutu var: Bu epey önemli kitaptan yayınevi sahibi doğru dürüst para kazanamadı; öyle ki, ettiği kâr, bir sonraki önemli kitabın peşin masrafını dahi karşılamıyor. Aynı zamanda editör, tasarımcı ve en önemlisi çevirmen de para kazanamadı: Bir ayda kaç kitap çevirebilirsiniz? 1680 lira kazanan çevirmen, tek başına yaşayan bir insanın insani şartlarda yaşayabilmek için aylık 5-6 bin liraya ihtiyaç duyduğunu göz önüne alırsak, nasıl geçinecek? Ya ayda 4-5 kitap çevirecek, yani kaliteyi düşürecek(aslında, sıfırlayacak), ya da ek iş yapacak. Editörün, musahhihin, tasarımcının maaşları da asgaride tutulacak ki, basılan her kitaba yansıyan bu giderlerin oranı sıfırlansın. Üstelik, yayınevi bütün bunları öngörerek kitabın satış fiyatını ilk etapta belirlemek zorunda; öyle bir fiyat belirleyeceksin ki hem rekabetçi olacak, erişilebilir olacak, hem bütün bu masraflar o rakam üzerinden hesaplandıktan sonra ikiye bölündüğünde seni kâra geçirecek. Bu demek oluyor ki ya bir editör 5-6 kişinin işini yapacak, ya da musahhih, editör, çevirmen tek kişide tevhit edilecek.
Kaliteli kitapların basılması, önemli eserlerin dilimize kazandırılması için, demek, yayınevlerinin ve yayın dünyasında çalışanların para kazanabilmesi lazım. Buradan bakınca, yüksek olmak şöyle dursun, fiyatlar aşırı ucuz. Kitap 80 lira civarına satılsaydı, hem çevirmen bir ayını o kitaba ayırıp düzgün, yüksek nitelikli, notlar ve açıklamalarla dolu bir kitap çevirirdi, hem editör, musahhih ve tasarımcı düzgün, tatminkar maaşlar alırlardı, hem de yayınevi kâr ederdi ve benzer kitapları basmak için teşviği olurdu.
Teşvik demişken, evet, teşvikler var. En önemlisi, kitapta KDV’nin sıfırlanması. Bir de Kültür Bakanlığının, Kütüphaneler Genel Müdürlüğünün toplu kitap alımları var; ancak siyaset kurumunun atadığı bürokratların, yahut meslek örgütlerinin karar verici olduğu durumlarda kitap (yahut sinema) teşvikleri niteliği değil, siyaseti baz alır ve hiçbir halta yaramayan ağaç katillerini binlerce gereksiz kitap basmaya teşvik eder.
Pekala yayınevleri nasıl ayakta kalıyor? Gözlemlediğim kadarıyla, en büyükleri hariç, yayınevlerini ayakta tutan birkaç “tutmuş yazar” oluyor. Onlardan kazandıkları para sayesinde diğer kitapları basabiliyor, nakit akışını tepetaklak etmeden tahsil dönemlerini görebiliyorlar. Fakat bu dahi yeterli değil; bu iş böyle acı-zulüm devam ettiği için yayınevleri “yetenek keşfi”ne çıkamıyorlar, kaynak kullanıp yeni büyük yazarlar yaratamıyorlar. Yaratılanlarsa ekseriyetle salak oluyor, zira en çok satan kitaplar, beklendiği üzere, en gereksiz içeriği haiz kitaplar. “Allah de ayağını debriyajdan çek”, “Sen gittin gideli yatağımı toplamadım” tarzı kitaplar kendini satıyor, haliyle onlar finanse ediliyor, bu tür içerik yazabilen yazar ve onu basan yayınevi para kazanıyor. Kalabalıklar sözkonusu ise bu her zaman böyle olacaktır, bunu değiştiremeyiz, ancak kalburüstü kitabı basacak yayınevinin önünde böyle devasa bir set var.
Yani mesele kitap fiyatlarının yüksek olması değil – bildiğim nice “önemli” kitap, ilk baskısını 5-6 yılda bitiriyor; daha çoğu bitiremiyor bile. Fiyatı yüksek olduğundan mı? Hayır, ekonomimiz kötü olduğundan. Türk insanının alım gücünün düşmesinden. Güç bela geçinen insanlar için kitabın lüks hale gelmesinden. Şikayetin hedefi, yani, yayınevleri olmamalı: Hükumet olmalı. Para böyle pul olmuşken, yerli kağıt üretimi olmadığından ithal girdi maliyetleri şişirirken, insanların geçinmek için ihtiyaç duyduğu para 5-6 bin birim civarında gezerken, yayınevi çevirmeni mi köleleştirsin, editörü mü silah zoruyla çalıştırsın, tasarımcıyı mı kırbaçlasın? Kampanyalarınız kitap fiyatlarının yüksekliğine dair değil, ortalama bir yaşamı Türk insanına çok gören, insanca yaşamayı bize pahalıya patlatan hükumetin beceriksizliğine dair olmalı. O zaman siz kitaba hak ettiği parayı verebilen refaha kavuşursunuz, bu alanın emekçileri de insanca yaşayabilecekleri bir geçim kaynağı elde eder, daha iyi işler yaparlar.
M. Bahadırhan Dinçaslan