Derin devleti birkaç boyutu ve haliyle ele almak mümkün. Bir dönem beraber okumuş sınıf arkadaşları, mesela, hepsi bürokrat olduklarında bir derin devlet teşkil ederler. Kanunun, tüzüğün, yönetmeliğin öngörmediği bir bağ taşıdıklarından “arka planda” iş çevirebilirler. Yahut aralarında tarikat bağı olan bürokratlar bir derin devlet teşkil ederler. Hele ciddi bir ajandaları varsa bir süre sonra kanser gibi bütün devleti sarabilirler; zahiren bambaşka bir görüntü varsa da batında işler bu tarikat grubunun istediği gibi gidiyordur, bu gidişatı belirleyen devletin mekanizması değil, bu grubun iç ajandasıdır. Bu haliyle derin devlet, sair sebeplerden kendi aralarında bağ yaratan devlet adamlarının çeteleşmesi ve yolsuzluk yapmasından ibaret. Kendisine ne kadar zararsız, sevimli, ulvi yahut gizemli maskeler takarsa taksın, bu derin devlet parazitik bir yapıdır.
Fakat insanların zihninde “devletin asıl sahibi, görünmeyen, zor zamanlarda müdahale eden, uzun vadeli stratejik planlar çizen” şeklinde bir derin devlet mitosu var. Bunu düşününce evvela insan sevk ve idaresinin ne kadar zor olduğu geliyor aklıma. Kurumlar ve onların kültürleri o kadar zor inşa oluyor ve her türlü ritüele, kutsamaya, kamuoyu baskısına ve sosyolojik etmene rağmen o kadar kolay bozulabiliyorken, zahirde hiçbir kurumsallığı olmayan böyle bir yapının bir arkadaş grubu çevresinde gelişse bile kalıcı, geniş ve detaylı bir şekilde tesis edilip sürdürülebilmesi imkansız gibi. Her an her yerde hazır, her konuya hakim, sapmaları anında cezalandıran, bu sayede kendisini hep arzu ettiği rayda tutan bir yapı… Bunu sürdürecek olanlar insanlardır, “nasıl sürdürülür?” sorusuna cevap arayan insanın hele biraz tecrübesi varsa imkansız demesi gerekir. Zira böyle bir yapı ortaya çıksa bile, çok geçmeden birinci paragraftaki çetelere dönüşecektir, dönüşmemesi için bir sebep yoktur; dönüşmesini sağlayacak çok etken vardır.
Üçüncü olarak devletlerin doğası gereği “gizli” yürüttükleri işler vardır ki diplomasi ile istihbarat bu alana girer. Bu da “derin” bir iştir, ancak yalnızca kamuoyundan gizlendiği için öyledir; devlet iç işleyişinde bunların kaydını tutar, ortada zahir devletin işleyişinden farklı, gizli yahut ona mugayir bir hareket yoktur. Buna derin devlet demek mümkün, ancak insanların mistisize ettiği bu değildir.
Bu üçünün ötesinde, ben her şeye rağmen gerçekten bir “derin devlet” olduğunu düşünüyorum. Bu derin devlet, fakat, insanlardan oluşmuyor. “Emergent” bir olgu olarak çıkıyor: Devleti oluşturan insanların kolektif bilinci ve bilinçaltı, hiçbir emir-komuta zincirine ihtiyaç duymadan, gizli kapaklı ve mistik örgütlenmelere girişmeden belli reaksiyonları verdirme kudretini haizdir. Hofstede’nin basit usulde tarif ettiği gibi, bireyin zihni evrensel ve kültürel katmanlar üzerine çok küçük bir özgün birey katmanı piramidiyle formatlanır. Yani en altta en basit ancak en geniş ve etkili evrensel vardır: Bütün insanlarla paylaştığımız kodlar; genlerimizin bizi zorladığı kodlar, insan olmanın gereği olan kodlar. Sonra kültürel kodlar gelir, bu kodlar “istendik”i belirler, zihnimiz ve davranışlarımız üzerinde etki sahibidir. Son olarak bireyin kendi özgünlüğü rol oynar, bu da “istenen”dir; bireyin zihni ve davranışları hep “istendik ve istenen” ikiliğinde bileşke değer olarak ortaya çıkar.
Kültürün özellikleri ve bu özellikleri paylaşan insanların etkileşiminin yarattığı kolektif bilinç, hem tek tek bireylerin davranışları üzerinde etkili ve belirleyicidir, hem de toplamın yarattığı bileşke, tek tek insanların şuurlu tercihleri olmasa bile “akıllı bir tasarım” varmışçasına bir yola doğru sevk eder. Nasıl tek tek karıncalar akılsız ve büyük plan yapma kapasitesinden yoksun canlılarken, binlerce karıncanın birbiriyle küçük etkileşimi koloninin tek bir zihinmişçesine hareket etmesine neden oluyorsa, derin devlet de böyledir. Devlet adamlarının yetişme tarzı ve kültürleri, hem ulusal kültürün özellikleri, hem de bu adamlar toplumun belli bir tabakasından, kesiminden seçiliyorsa o grubun özellikleri, derin devletin mahiyetini belirler.
Bir şehirde trafik sorununun ne kadar yaşanacağını şehir planlaması kadar sürücülerin kültürel özellikleri de belirler. Kültürel özellikler sürücüleri saygısız ve bencil yapıyorsa, kuralları zaman ve mekana göre esnetilebilir sayıyorsa, mesela, altyapı müsait olsa bile trafik sorunu yaşanmaya başlar. Fakat tersi ise, altyapının yetersiz kaldığı anlarda dahi, hiçbir müdahale olmadan sürücülerin tek tek tercihleri toplamda trafik yoğunluğunun azalmasını sağlar. Bunu yöneten kimse yoktur, yönetmek de imkansızdır; sürücülerin yukarıda ifade edilen katmanlardan oluşan bilinçlerinin yaptığı küçük tercihler birbirleriyle etkileşime girerek trafikte kaos yahut çözüm yaratan bir kolektif bilinç ortaya çıkarır.
Son olarak eklemek gerekir ki kaos yahut “kalabalık” anlarında insanların insiyakları, içgüdüleri ortaya çıkar. Onlara göre hareket ederler; kültürün en belirleyici olduğu anlar bunlardır.
Şu halde evet, derin devlet var ve tam olarak bu yüzden kaygılıyım. Devletin reflekslerini, reaksiyonlarını, uzun vadeli gidişatını belirleyen kültür, çok kötü bir kültür. Toplumun en kötülerini devlet adamı yapıyoruz. Hiç “farklılık” görmeyenleri, çocukluğu şiddetle geçenleri, bozuk psikolojili insanları, kıskanç ve tatminsiz insanları, görgüsüz insanları, yükselebilmek için dalkavukluğu “sevimsiz bir zorunluluk” bile değil, epey etkili bir araç olarak gören omurgasız insanları, hırsızlığa yatkın insanları siyaset ve bürokrasi yoluyla devlet adamı yapıyoruz. Parkinson kararlar alınırken oda sıcaklığının bile devlet gidişatında etkili olabileceğini söylüyordu, çok daha etkili olacağını bildiğimiz kültürü gündeme alarak baktığımızda vaziyet korkunç değil mi?
M. Bahadırhan Dinçaslan