Ersin Tatar'ın Kuzey Kıbrıs’ta seçimleri kazanması güzel bir gelişme. Fakat Türkiye'nin, özellikle Türk milliyetçilerinin düşünmesi gerekiyor: Türkiye'nin "dışarıdaki Türkler" için attığı en ciddi adım olan Kıbrıs'ta insanlar neden yıldı? Neden akıl almaz hezeyanlar taraftar buluyor? Çok değil, 46 yıl önce kasapların elinden kurtardığımız soydaşlar neden “T.C.” ifadesiyle konuşur oldular, neden kayıtsız şartsız teslim olma siyasetine ciddi bir destek verdiler?
Sadece Kıbrıs'ta değil, korkarım ki Türkiye'de de bu iş böyle gidecek. Arasına sıkıştığımız "ya-ya", bizi "onlardan olmamak" için "bunlarla bir arada" olmaya zorluyor.
Kuzey Kıbrıs’ta Türkiye ile birlikte hareket edecek bir Cumhurbaşkanı elbette tercihimizdir. Fakat Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nı ne kadar seviyoruz? Yaptıkları ne kadar doğru? Türkiye’nin çıkarını ne kadar düşünüyor, ne kadar ehliyet sahibi?
“Yerli ve milli” olanın, devletin, milletin, bayrağın temsili kötü, ahlaksız, ehliyetsiz ve hatta hain kimselerin eline geçebilir. Böyle olduğunda ne olur? Beklendik şekilde gelişecek olan muhalefet, bu kavramlara da düşmanlık edebilir. Hele, halihazırda Stalin’den tutun işgalci ve ahlaksız Ermenistan’a bütün Türk düşmanlarını alkışlamaya ve desteklemeye hazır odakların bulunduğu ülkemizde, iktidara karşı gelişen haklı tepkiler, bu kavramlara düşmanlık için kullanılabilir. Hayattan ümidini kesmiş yığınlar, öfke dolu gençler; bu insanların “Türklüğün de Allah belasını versin, devletin de. İşgale uğrarsak uğrayalım yeter ki düze çıkalım, şikayetlerimiz giderilsin” dediği senaryoyu şöyle bir hayal edin.
Peki, bunlar olabilir diye ne yapalım, sırf birtakım kavramlar ve müesseseler zarar görmesin diye, iktidarla işbirliği mi yapalım? Bu işbirliği, bu kavramları ve müesseseleri işgalden kurtarır mı? Yoksa, onları kullanarak Türk halkının boynuna tasma, bileğine kelepçe takanların zulmünü pekiştirmiş, ömürlerini uzatmış mı oluruz? Bence ikincisi.
Bu noktada İYİ Parti’nin ihanetine bir parantez açmak gerekiyor. İYİ Parti, bu “ya-ya” sıkışmışlığından bunalanların kurduğu bir partiydi. Milliyetçi söylemin iktidarın zulmüne payanda yapılmasından rahatsız olanların bir ihtimal daha var diyerek kendilerine yepyeni bir yol açmasıyla doğmuştu. Öyle görünüyor ki İYİ Parti bu misyonu daha fazla üstlenmek istemiyor, iktidara yakınlaşıyor, uzun süredir iktidarın eylemlerine destek açıklamaları yaparak hazırlanıyordu. Sanırım şu an seçmenini ikna edecek bir bahane arayışında, o da ömrünü bir diğer ayak oyunu ile uzatmış bir Tayyip Erdoğan’ın şimdiye dek muhalif olmamıza neden olan hatalarını aynen devam ettireceği yeni bir “güçlendirilmiş parlamenter sistem modeli” olacak gibi.
Bunlar güncel siyasetin manzaraları, fakat çok daha ciddi ve hayati bir tehlikeye dikkat çekmek istiyorum: Türk milliyetçiliğini bir tür “liberalizm” ile bir kavga bekliyor. Tayyip Erdoğan’ın ilelebet cumhurbaşkanı olmayacağı aşikar, o gittiği zaman kim gelecek? Türk-İslamcı bir siyasetin post-Erdoğan döneminde iktidarda kalabileceğini sanmıyorum, zira Erdoğan’ın gidişi muhtemelen büyük bir kırılmayla, bir öfke patlamasıyla, acı bir çöküşle olacak. Şu halde bunun zıttı bir iktidarın zayıf da olsa kurulacağını tahmin edebiliriz.
Bu iktidar geldiğinde ne yapacağız? Milliyetçi partilerimizden biri, Erdoğan’ın bütün fiillerinin sorumluluğunu, faturasını üstlenmiş durumda, elinde ne idüğü belirsiz, bomboş bir beka tekerlemesinden başka hiçbir argüman yok. Diğer partimiz, eğer seçmen ve parti içi muhalefet sert tepkiler göstererek engel olmazsa, iktidarın dümen suyuna girecek gibi. Üstelik söylemlerimiz, sembollerimiz iktidarın ağzında; artık yapılan her yolsuzluk, işlenen her suç Türklük, millet, ecdat, vatan, devlet adına yapılıyor.
İşin başka bir boyutu da şu: Şimdiye dek İslamcılıkla yahut klasik solculukla mücadele etmek kolaydı. Zira onlar bize “yanlışsınız” diyorlar, biz “haklıyız, doğruyuz” diyerek argüman üretiyorduk. Fakat “yanlışsın!” diyenle, cepheden gelen düşmanla kapışmaya alışık reflekslerimiz, “boş ver?” diyenle nasıl baş edecek? Evet, bizi bekleyen budur, “boş ver” diyen bir “liberal” tepki, bize saldırmayacak bile, bizi yok sayacak.
Teker teker Erdoğan muhalifi olmuşluğumuzun, mücadele etmişliğimizin bir önemi yok. İktidar değiştiğinde, milliyetçilik kaybeden tarafta yer alacak. Daha acısı, kurulan ikilik denkleminde “ya baskıcı, zalim ve hukuksuz ancak surette milliyetçi” bir tarafın yahut “milleti, devleti boş ver” diyen ancak özgürlükçü, Batı standartlarına uygun bir devlet anlayışını savunan tarafın safına geçmeye zorlanacağız. Ne yaparsak yapalım, içimize sinerek oy vereceğimiz bir parti bulamayacağız, sahnede, karar alıcı pozisyonlarda “adamımız” olmayacak, aleyhimize gelişen imaj da bize karşı kullanılacak.
Hürriyetçi, şehirli, Batı standartlarını savunan, hamasetten uzak durup aklın ve vicdanın emrinde hareket eden bir partimiz olmalıydı. Maalesef yok – şimdiden bu müstakbel kavgaya yönelik stratejiler geliştirmek, söylem inşa etmek gerekiyor. FETÖ'cülerin hürriyet kahramanı olarak döndüğü, tetikçilerin milliyetçilik aleyhine bu sahtekarların milliyetçiliğinin cinayetlerini kullandığı, kirletilen değerler üzerinde siyaset yapmanın ayıplandığı bir Türkiye… Ufuk çok karanlık görünüyor, çözüm süreci zamanında dahi bu kadar koyu bir siyaha baktığımı hatırlamıyorum.
M. Bahadırhan Dinçaslan