6 genç arkadaş, Türkiye sınırlarından hiçbir tedbir, sorgu, sual olmadan oğul vermiş arı gibi güruh halinde koşa koşa giren kaçak göçmen görüntülerinden rahatsız olup İstanbul’a “Hudut Namustur” pankartları astılar. Ayakkabı boyasıyla, genç yaş idealizminin her pejmürdeliği perdelediği, her imkansızlığı eğlenceli bir maceraya dönüştürdüğü bir ortamda hazırladıkları mütevazı pankart birden ciddiye bindi: Bir savcı tuttu bu gençleri terörist olmakla itham etti, cübbesine yakışmayacak bir laubalilikle hareket etti, hatta tehdit etti.
Türkiye bu gençlere sahip çıktı, siyasi partiler aynı pankartı astılar, meydan okudular. Haddini ve hukukun hudutlarını aşan kifayetsiz muhteris bir savcının hamlesi yeterli gelmemiş, hatta ters tepmişti. Bilindik yöntemlerle çözmeyi denediler, gençlerden birisi, Semir Yapıcı saldırıya uğradı. Pankart asan gençleri anında bulup evinden alanlar, polisle boy boy fotoğrafı olan saldırganları nedense hemen bulamadılar. Bulunca da anında salıverdiler. Semir’in yeni taşındığı ve ailesinin dahi haberdar olmadığı evini nasıl buldukları hala muamma.
Türkiye bu işe de sahip çıktı. Hudut Namustur sesi daha da yükseldi. Baktılar olacak gibi değil, seciyelerindeki teröristi açığa çıkardılar, gençlerden birini, Ahmet Çakmak’ı yalan sözlerle kandırıp, ayaklarına getirip, ailesi ve kız arkadaşıyla tehdit edip, onların ikamet adreslerini, fotoğraflarını gösterdiler. Zorla video çektirdiler, “Bana Buğra Kavuncu para verdi, o yüzden pankart astım” dedirttiler. Kimse inanmadı, herkes Ahmet’in tehdit altında olduğunu fark etti ve ses yükseldi. Ahmet’e para teklif ettiler, görev teklif ettiler, Ahmet’e yağ çektiler. Korktular, başlarına aldıkları belanın büyüklüğünü fark ettiler. Fakat Ahmet boyun eğmedi. Savcıya gitti, bana böyle böyle yaptılar dedi. Hiç kimse tutuklanmadı bile.
Üstelik, olayın ilk anından itibaren bu çocukları ve destekçilerini hedef gösterdiler. Gladyo mu kaldı, NATO ajanlığı mı, FETÖcülük mü… Bir alay tinerci kılıklı ajan, Türk milliyetçilerini yalnızlaştırmak için sabah akşam mesai yaptılar. Ayakkabı boyasıyla pankart yapanları, avukatları getirecek araba bulamadıkları için bir arabaya on kişi doluşanları fondan beslenmekle bile itham ettiler. Haklarında türlü tezvirat yapıldı, hepsine türlü tehditler, hakaretler yağdı.
Siyasi partiler korktu. Medya korktu. Şu an kimse bu “dava”ya sahip çıkmıyor. Bir avuç genç, emniyetle, yargıyla, mafyayla boğuşmak zorunda kalıyor. Peki bütün bunlar neden oluyor? Ciddiye alınmasa sönüp gidecek böylesine bir hareket neden bu kadar büyük bir işe dönüştü?
Mesele, Türk milliyetçiliğinin sahipliği meselesidir. Bu kavga bugünün kavgası da değildir, evvelden beri Türk milliyetçiliğini aparat yapmak isteyen bir yapı vardır ve bu yapı Türkiye’deki en güçlü ve en yüksek potansiyeli haiz hareket olan milliyetçi hareketin özgür olmasını, muktedir olmasını, en önemlisi Türk milliyetçiliğinin gereğini yapmasını istemez. Kah tarikatlar, kah ajanlar, kah tehdit, hapis ve hatta cinayet yoluyla milliyetçiliği tanzim eder dururlar.
Bu işin muhatapları o kadar ciddi yok edildi, direnç noktası olan kurum ve şahıslar o denli keskin biçildi ki, kavga gerçekten bir avuç gencin sırtına kaldı. Kendilerine benzemeyen, başka bir milliyetçiliğin mümkün olduğunu söyleyen hiçbir sese tahammülleri yok. Zira bu ses biraz yankılanırsa kurdukları düzen çökecek. İstiyorlar ki karanlık tipler, linççi, tetikçi, katil, tecavüzcü, ahlaksız tipler Türk milliyetçiliğini temsil etsin. Türk milliyetçiliği böylece mahallenin bıçkın delikanlılarını devşirip onlardan birer tetikçi ve ayakçı yaratan aparat kurumlar içinde uzamaz, kısalmaz şekilde var olsun.
Ortadaki mesele budur. Medyamız olmadan, gücümüz olmadan, paramız, dayanağımız, müttefikimiz olmadan bir kavga veriyoruz. Maalesef biliyoruz ki hepimiz saldırıya uğrayacağız. Emniyet bizi korumayacak, yargı saldırganları salıverecek. Hatta belki biz ceza alacağız. Fakat kendisine Türk milliyetçisi diyen herkesin bunu görmesi gerekiyor: Bu kavga var oluş kavgasıdır. Kaybettiğini, gidici olduğunu anlayan iktidar ve mafyatik müttefiklerinin can havliyle attıkları son pençedir. Gitseler bile, milliyetçiliğin başka başka odaklar tarafından aparat olarak kullanılabilmesini temin için, Mahzuni’nin “hiçbir şey gelmese bile elinden / fesat tohumunu ek de öyle git” dediği gibi gidecekler, öldürerek, yok ederek gidecekler.
Biz dayak yiyeceğiz, hapse atılacağız, vurulacağız, öleceğiz belki. Fakat bir adım geri atmayacağız. Tezvirat yaparlarmış, iftira atarlarmış, polis ve yargı marifetiyle bize göz dağı verirlermiş: Vız gelir tırıs gider. Her hareketin delisi vardır diyerek masumlaştırılan saldırılara karşı biz de ne kadar deli olduğumuzu göstereceğiz: Canımız yanınca en tepeye pençe atacağız. Hiçbir şey yapamazsak bunların genel merkezlerinin, toplantılarının önünde götümüzü açıp sıçacağız. Kızılay’da kendimizi yakacağız. Taş alıp kafalarına atacağız. Aha buraya yazıyorum, yeminimiz var vazgeçmeyeceğiz. Şimdiye dek saldırıya uğrayanlar şu veya bu sebepten korktular yahut çekindiler, peşine gidemediler, bunu üstlenmesi gereken kurumlar da tam tersi saldırganları korudu. Ama bizler yıllardır gördüğümüz zulmün altında delirdik. Kaybedeceğimiz hiçbir şey yok, bir başımıza kalsak da Türküm ve düşmanım sana diye haykırıp rahatsız edeceğiz. Hiç değilse, Türk milliyetçiliği gibi şerefli ve aziz bir harekete çektikleri operasyonun öyle tereyağından kıl çeker gibi kolay olmayacağını, bir deli gencin çıkıp siktirin ulan oradan diyeceğini göstereceğiz.
Bu yazıyı okuyan herkesi utandırmak için yazıyorum. Yüksek sesle konuşup çekinmeden karşılarına dikilmek için ne bahaneniz var? Aileniz mi var? Bizim de var ailemiz. İşiniz mi var? Çoğumuz işimizden olduk. İstikbal kaygınız mı var? Hepimizin sicilini bozdular. Bizi kurban verdiğinizde ailenizle birlikte işinizde gücünüzde huzur içinde yaşayacağınızı mı zannediyorsunuz? Hayır, bizzat emniyet ve yargı tarafından korunduğunu gördüğümüz bu çete arabanıza çarpacak, kaçacak, başına iş gelmeyecek. Çocukları çocuklarınızı dövecek, okul idaresinden polise herkes döven çocuğu koruyacak. Kızlarınıza tecavüz edecekler, hatta öldürecekler, haberi bile yapılmayacak. Suç işleme “hakkı” tanınan örgütlü bir yapı var karşımızda, bu yapı ders almadıkça hepinizi saklandığınız delikte taciz edecek ve siz boyun eğeceksiniz.
Türk milliyetçiliğinin “sahipliği”nin bunların elinden alınması, bir beka ve güvenlik meselesidir. Milliyetçi olmasanız bile, en kutsal kimliği kendine kalkan yapıp çetecilik oynayanlar karşısında bizimle saf tutmadığınızda, başınıza bunlar gelecek. Şimdi karar verin, bir sonraki saldırıda ne yapacaksınız? Vah vah, tüh tüh deyip hayatınıza devam mı edeceksiniz?
Bizim ne yapacağımız belli. “Kelebek ok yay almış, ava şikare çıkmış / Domuzları korkutur ayıları koçmağa!”
M. Bahadırhan Dinçaslan