Profesör Necati Demir'in Alp Er Tunga'nın mezarını bulduğunu açıklaması epey gürültü kopardı. TamgaTürk de bu açıklamayı haber yaptı. Türkiyat camiasında tartışmalar sürerken işin kıyısından ben de dahil olmak istedim.
Efendim, tarih ve mitoloji nasıl okunur? Evvela, evrakı bize intikal edenlerin gayet yanlı insanlar olduklarını bilerek okumak gerekir. Ebülgazi Bahadır Han, mesela, Türkmen'i çok kırdıkları için oturup Türkmen'in irfanını kayda geçirme ihtiyacı duyduğunu söyler; bu eserleri kaleme alanlar çağında akademik ilkeler yahut motivasyonlar yoktu. Söz gelimi bir vakanüvis düşman ordusunun sayısını şişirebilir, kendi ordusunun sayısını küçültebilir. Bu sayede çok kalabalık bir orduya karşı bir avuç adamın başarı kazandığını anlatabilir.
Böyle olunca, başka bilimlere başvurmak ihtiyacı doğar. Mesela, arkeologlardan, ekonomi tarihçilerinden ve istatistikçilerden yardım isteriz. O dönem şartlarında tarım verimi nasıldı? Ne kadar bir arazi tarıma ayrılmıştı? Bu arazi kaç kişilik bir nüfusu besler? Bu nüfusun yüzde kaçı mevcut ekonomik sistemi geri alınamaz şekilde çökertmeden seferber edilebilir? Bu hesabı yaptığınızda, orduların birkaç bin kişiden ibaret olduğunu görürsünüz. Yani tarih, sadece belge ilmi değildir. Bir ucu hep açıktır, spekülatiftir ve kesin kanaate ulaşmak mümkünse de, bu kanaatler çok az meselede kaideye dönüşebilir.
İmdi, Türkmenler Oğuz Kağan isimli bir adamdan türediklerini, Uygurların Oğuz'a destek veren, Moğolların karşı çıkan amcasının soyundan geldiklerini anlatıyorlarsa, bu mutlaka hakikat değildir. Bütün toplumlar kültür ve lisan benzerlikleri taşıdıklarını gördükleri akraba kavimleri, mitolojilerine ekledikleri akrabalık ilişkileriyle tarif ederler: İsmail-İshak hikayesi, Rus, Leh ve Çek hikayesi gibi. (Bkz: Karşılaştırmalı Mitoloji Tolkien Ne Yaptı) Bu hikayeyi anlatan bir kayda ulaştığımızda, belge bunu söylüyor diye kabul edecek değiliz, tefsir mecburidir. Kesin kanaat getirebileceğimiz yegane husus, o dönem Türkmenlerin Moğollar ve Uygurlarla akraba olduklarını bildikleridir. Bunu açıklamak için mitos uydurmuşlardır.
Yahut, Osmanlı'nın "Kayı Boyu'ndan geliyoruz" iddiası, Osmanlı hükümdarlarının Kayı olduğuna delil değildir. Neden bunu demek ihtiyacı duymuş? Fars mitoslarına gönderme yapan ahir Selçuklu ve sonra beylikler döneminden sonra, Türkçenin geçer akçe haline gelmesi, Türklerin yeni fethedilen coğrafyada nüfus ve dil üstünlüğünü ele geçirmesi ve Osmanlı'nın meşruiyet kaynağını Türk geleneğine uygun olarak eski bir Türk büyüğünün soyundan gelmekte araması olarak anlamak, o dönem yazılan komik şecereleri sırf belgede geçiyor diye kabul etmekten daha doğrudur. Zira benzer şecereler hep yazılır, en sevimlisi, herkes soyunu peygambere dayandırırken kendisini Oğuz Han'a dayandıran İbrahim Gülşeni'ninkidir.
Bizzat Oğuz Han mitosu analiz edilirken, vaktiyle benim yaptığım gibi bir tür özerk pantheon dahi aranabilir: Oğuz'un çocukları ve torunlarının isimleri, bütün pagan mitolojilerinde olduğu gibi temel yer ve gök cisimlerinin ve temel konseptlerin isimleridir. Bunların müstakil birer tanrı olup, diğer Türk gruplarıyla etkileşim ve daha sonra İslam etkisi ile yalnız akrabalık ilişkilerini açıklayan bir mitosa dönüşmüş olduğunu/tenzile uğradığını öne sürmek, Oğuz Han'ın tarihi kişiliğini aramaktan daha makuldür.
Mitoslaşmış karakterler, ki bunların herhalde sonuncusu Cengiz'dir, tarihteki gerçek kişilerden ilham almış olabilirler. Hatta zaman zaman bir toplumun kolektif zihnindeki mitos parçaları başka başka gerçek/kurgusal karakterlere atfedilir. Ancak 20. yy. başında yarı müslüman, yarı şaman silsilesini sayarken Cengiz'den bahseden şamanın gözünde Cengiz tarihi bir karakter değil, bir mitostan ibarettir. Benim köyümün ihtiyarlarının dinleyip anlattığı hikayelerde, mesela, Ali bin Ebu Talip Binboğalarda yaşamış bir insandır. Tarihteki Ali ile, Alevi meşrep Türkmen oymaklarının Ali'si aynı değildir.
Bunun ötesinde, Alp Er Tunga karakterinin Efrasyab ile ilişkilendirilmesi de çok peşin ve kusurlu bir yaklaşım: Farslarla etkileşime giren Türkler, doğrudan Fars hikayesi olan İran-Turan anlatısının "düşman" tarafında kendilerini görmüşler ve çok sonraları, Kaşgarlı tarafından Alp Er Tunga, bu hikayedeki Efrasyab ile ilişkilendirilmiş. Bu mutlaka böyle midir? Dönemin entelektüeli olan Kaşgarlı, tanıdığı İran esatirinde Alp Er Tunga'ya benzettiği bir karakteri yakıştırmış ve yanılmış olamaz mı?
Olabilir. Bunun yanında, Tunga'nın Oğuzlar arasında meşhur olduğu kesindir, küçük parçalar halinde başka müelliflerden de kendisine göndermeler bulabiliyoruz. Hatta Orhun'da Göktürkler tarafından bir Oğuz kolunun Tunga'nın cenazesinden dönerken imha edildiği kayıtlıdır, bu Tunga o Tunga olabilir.
Şu halde elimizde şahsa dair yazılmış bir ağıt, hiçbiri dönemdaşı olmayan birkaç müelliften anekdotlar var. Üstelik şahıs -eğer Orhun'un Tunga Tigin'i ile aynıysa- çok önceki bir dönemde yaşamış, ancak Farslarla etkileşime girdiğimiz dönemde bir müellif tarafından Fars mitolojisindeki bir figürle özdeşleştirilmiş. Bilindiği üzere Kaşgarlı Alp Er Tunga hakkında epey bilgi verir: Ailesinin isimleri, yaşadığı şehirler... Fakat bütün bu referanslar hep İran coğrafyasındadır, zira Kaşgarlı önce Efrasyab ile Tunga'nın aynı kişi olduğunu kabul eder, sonra benzerlikler bulmaya çalışır. "Kaz" der mesela, "Efrasyab'ın kızının adıdır ve Kazvin'i bu kurmuştur." Göktürklerin yuğ töreninden dönenlere saldırdıkları Tunga'nın kızının bugünün Azerbaycan'ının güneydoğusundaki bir şehri kurduğunu düşünmemiz için hiçbir neden yok. Kaşgarlı'nın yorumlarını hakikat kabul etmek için de.
Hülasa, efsanevi karakterlere ilham vermiş gerçek kişiler olabilir, ancak bu kişilere dair somut keşifler yapmamız için epey ciddi bir çalışma yapmak gerekir, şüpheci davranmak gerekir. Üstelik bozkır kültürünün özellikleri bu çalışmaları çoğu zaman engeller. Zira pek az yazılı eser bize ulaşmıştır; Çin, Fars ve Roma kaynaklarından karşılaştırmalar yaparak hakikate ulaşmaya çalışırız ve bu da bir sınırlılık yaratır: O kaynaklara girmeyeni bulamayız, o kaynakların yanlı olduğu meselelerde biz de yanılırız. Yenisey vadisindeki sayısız mezar taşında sayısız kahraman figürü vardır, küçük parçaları okuduğumuzda ortada çok ciddi bir devlet teşkilatı, inanışlar, motifler, yüksek bir kültür ve edebiyat olduğunu çıkarabiliriz, ama bahsedilen karakterlerin kim olduklarını, kaç yılında yaşadıklarını çoğu zaman tespit edemeyiz. Küni Terek kimdir? Kadar Savaşı nerede olmuştur? Bayca Sengün kime hizmet ediyordu? Bunların cevapları ilelebet olmayacak gibi.
Bu bakımdan ben Alp Er Tunga'nın mezarının "asla tespit edilemez" olduğunu sanmıyorum, fakat Necati Demir'in Efrasyab referansları beni şüpheye götürüyor. Üstelik, Alp Er Tunga'nın -yukarıda bahsettiğim gibi- gerçekte kim olduğundan çok, kültürel imajı bizim için önemlidir: Kendisine yakılan sagunun özellikleri, mesela. Öyle ki, "ısız acun kaldı mı?" ifadesi bana yanlış aktarım gibi geliyor, "esiz! acun kaldı mı?" olsa daha doğru olur. Esiz, bilindiği üzere eski Türkçede "yazık!", "heyhat!" demektir. Birçok mezar kitabesinde ağıtlanan müellif tarafından kullanılır. Böyle aktardığımızda, "Alp Er Tunga öldü mü / Heyhat, acun kaldı mı?", yani "Alp Er Tunga ölmüşken dünya nasıl yıkılmaz?" gibi bir anlam çıkıyor.
Yenisey yazıtlarında da böyle. Bayca Sengün'ün kim olduğunu tespit etmekten daha önemli olan, "budunun birliği için ölmek", "tanrısal ülkem için ölmek" gibi ifadelerin bize anlattığıdır. Bozkırın ortasında epey yüksek bir kültür katmanı geliştiğinin ve millet fikrinin mayalandığının, sair şamanistik kültlerle desteklendiğinin işaretleridir. Bana bunlarla uğraşmak daha doğru geliyor.
M. Bahadırhan Dinçaslan