“Küfrü eksik etme aziz dilinden
Gaddarlık kılıncın koyma belinden
Hiçbir şey gelmese bile elinden
Fesat tohumunu ek de öyle git.”
Yukarıdaki dizeler Mahzuni’ye ait. Tayyip Erdoğan bütün kredisini tüketmiş, bütün vaatlerini kendi eliyle boşa çıkarmış ve bütün argümanlarını yine kendisi çürütmüşken, görünen o ki, fesat tohumu ekerek gidiyor. Getirdiği ucube sistem, siyaseti öylesine ucubeleştirdi ki, bu tuhaf ya-ya kampında “odunu göstersem seçilir” zihniyeti hiç olmadığı kadar güçlü şekilde hortladı. Nietzsche’nin canavarla mücadele ederken canavarlaşma ikazı gibi, yığınları İslami hassasiyetlerini sömürerek güden Tayyip Erdoğan’ın karşısına, kitlelerin ona duyduğu nefreti gütmeye çalışan çoban özentileriyle çıkıyoruz.
Meselenin bu denli tuhaf ve çirkin hale gelmesinin birkaç nedeni var. Evvela, siyasi taban ve siyaset yapıcı arasında bir makas var. Şöyle bir düşünelim; 20 yılı aşkın süredir muhalif olan insanların muhalif olma gerekçeleri tamamen ahlaki ve siyasidir. Yoksa atamalarda, ihalelerde, en ufak bir kamu dahli içeren bütün meselelerde dezavantajlı olmayı tercih etmeyi salt çıkar ilişkisiyle açıklayamayız. Ancak siyaset yapmak için sermayeye ve hikayeye ihtiyaç duyuyorsunuz; taban bu yüzden karar alıcılık seviyesinde temsil edilmiyor. Karar alıcılarınsa ekserisi siyasetin finansmanı çarklarının mümessilleri, öncelikleri ve gerekçeleri hemen her zaman tabanla alakasız bir düzlemde belirleniyor. Tabanın iradesine kulak vererek “Masa”dan kalkan Akşener, mesela, hangi iradeye kulak vererek geri oturdu?
Bir diğer mesele, genel başkanların “sevdiği insan tipi.” Mesela gençlik kollarına bakınız. İradesi olan, hikayesi olan, partisinin imkanlarından bağımsız bir ağırlığı ve başarısı olan gençleri hemen hemen asla “başkanlık” makamında göremezsiniz. Gençlik kolları, gençlerin oynasınlar ve kalabalık yapsınlar, genel başkanlarının talimatlarını yerine getirip risksiz, akmaz kokmaz, gençlikle hiç alakası olmayan bir ihtiyar derviş hassasiyetiyle ürkek ve çekingen tweetlerle idare-i maslahat vazifesi üstlensinler diye açılmış bir kum havuzudur. Bu kum havuzunun Sineklerin Tanrısı’ndaki çocuklara benzer kabile reisleri, hatta, genel başkanlarına bir eleştiri geldi mi tehdit etmekten geri durmaz ve cezalandırılmak şöyle dursun, ödüllendirileceklerini bilirler. Kim bilir, belki de iktidara geldikten sonra seleflerini kurşunlatıp muhaliflerini dövdürecekleri bir iklim bulma rüyasıyla yanıp tutuşuyorlardır.
Genel başkanlar aktör belirlerken bir şekilde “kendiliğinden” gelişmiş destek varsa, bu desteğin mimarlarını değil, bu desteği hasat edebilecek geçici müstahdemleri tercih ederler. Buna bir de AKP dönemindeki ya-ya kampının yarattığı siyasetsizliğin “ikon ticareti” dediğim lüzumsuzluğu dayatmasını ekleyin… Falanca Alevilerin temsilcisidir, filanca Kürtlerin – öteki ülkücülerin, beriki solcuların. Bu isimlerin hiçbiri esasen temsil ettikleri kesimlerin kimliği ve serüveninde aktif rol oynamış birer müstakil kanaat önderi değillerdir; hasbelkader o kimlikler üzerine oturup siyaset yapmış kurumlardan transfer edilmişlerdir o kadar. Bu da AKP’nin iktidarını pekiştirdikten sonra toplumun farklı kesimlerinden birkaç ikonu transfer edip gelecek tepkiler karşısında hiç değilse surette bir argüman yaratabilmek için uyguladığı siyasetin kötü bir taklidi. Zira AKP bunu yaparken iktidardaydı – muhalefette bu kadar işlevsiz ve getirisiz, “karşılıksız ikon”un besleneceği kadar birikmiş bir siyasi sermaye yok. AKP taklit edilecekse, en azından iktidara geldiği dönemde uyguladığı stratejiyle taklit edilmeliydi: AKP sırf ikon değeri değil, doğrudan somut değer arz eden transferler (ve talihin seçmenin ekserisini meclis dışında bırakan yardımı) ile iktidara gelmişti.
Yazının başlığının neden “beleş siyaset” olduğu listelere bakınca daha iyi anlaşılabilir. Örneğin İYİ Parti’de partinin tabanı ve çizgisiyle büsbütün çelişen Salim Ensarioğlu (ki Siyasi İşler Başkanı yapılınca partiden istifa etmiştim.) İstanbul’da aday listesinin en tepelerinde kendine yer buldu. Ensarioğlu’nun transferinin arkasındaki bahane, “Kürt kardeşlerimizden oy alacağız” idi. Fakat Ensarioğlu’nu aile bağları nedeniyle etkili aktör olabileceği memleketinden değil (oraya da bir başka Ensarioğlu konmuş. Aşiret çağına reddiye olarak doğan cumhuriyeti sahiplenen partiden şahane bir hareket.) İstanbul’a koydular. İstanbul’daki Kürtlerin oy verme saikleri, yönelimleri Güneydoğu ve Doğu Anadolu’dan farklı, Ensarioğlu bura seçmenine hitap eden bir tip değil. Olan şudur: İstanbul’un şehirli, seküler, milliyetçi Türk seçmenine Kürtçü ve feodal bir tipi seçtirip vekil yaptıracaklar. Beleş siyasete bundan daha güzel örnek mi var? Fakıbaba’nın Ankara’dan, Sadullah Ergin isimli paralel hukukçunun yine en cumhuriyetçi bölgeden aday yapılması için de aynı şeyleri aynı isabetlilikle söyleyebiliriz. (Bir parantez açayım. Bir Genel Başkanın yeğeniyle evli olduğu için bulunmaz hint kumaşı muamelesi görüp kıran kırana kontenjan kazanılan isimler, bana Kılıçdaroğlu silahşorluğuna soyunup Akşener’e neredeyse küfreden isimlerin çizilmesine dair düşündürdü. Bu isimler her ne kadar aşağılık seciyelerinden nefret etsem de risk almış ve siyaset yapmışlardı, ancak beleş siyasetin cari olduğu ortamda onlar da ödüllendirilmediler.)
Muhalefetin oyu küçük, patırtısı büyük ortaklarında da aynı vaziyet söz konusu. Hemen hepsi rahatça seçilebilecekleri yerlere yerleştirilmişler; ittifakta yer almalarına gerekçe olarak sunulan “dışarıdan oy getirme” işlevlerinin test edilebileceği bir kavga ortamına sokulan yok. Bu kavgaya sokulanlarsa hem CHP, hem İYİ Parti’de “harcanabilir” görülen partili, emektar isimler. Beleş siyaset burada da kendini göstermiş: Halihazırda muhalif olup Erdoğan-AKP nefretinden ötürü başka yere “veremeyecek” seçmene, rahmetli Reyhani’nin diliyle “siz kurnaz süvari, ben yorgun eşek” dedirten bir muamele.
Milletvekili listeleri yalnız “dışarıdan oy getiremeyecek aktörlere beleş milletvekilliği peşkeşi” zaviyesinden sorunlu değil. Bu seçimi muhalefet kazansa dahi güç bela kazanacak. Hiç seçmeni olmadığı halde ikon ticaretinin denklemlerinde kendine yer bulup meclise “kapağı atan” isimler, olası bir ikinci tur senaryosunda nasıl hareket edecekler? Bugün üç kuruşa buraya gelen, yarın beş kuruşa oraya gitmez mi? Tayyip Erdoğan’ın listelerinde meclisi tahkim ettiğini ve her senaryoya hazırlandığını görüyoruz, muhalefetin böyle bir hazırlığı neden yok? Mevcut listelerdeki vekiller saflarını bozmayan, akıllı, siyaset ve söylem üretip manevra yapabilecek isimler mi? Hele İYİ Parti gibi hala “siyasete atılmak için vasıta” muamelesi yapılan, söylemi ve misyonu oturmamış partilerde genel başkan da mecliste değilse, “grup içre grup”lar nasıl idare edilecek?
Türk siyasetinin gördüğü en örgütlü, en derin ve en oynak yapının karşısına böyle zayıf ağlarla örülmüş, taviz dolu, muhkem muhaliflerde tepki yaratırken yeni muhalifler kazandıramayacak bir listeyle çıkıyoruz. Bu listelerin neticesi, Türkiye’nin yönetilebilir olmaktan çıkmasıdır: Kazanan kim olursa olsun, yeni seçimler yakın ufuktadır. “Nasıl olsa bize vereceksin” muamelesi gören muhaliflerin hevesi belediye başkanlarının partisiz hamleleri ile yükseltilmezse, pandemi, döviz krizi, kronik yüksek enflasyon ve üstüne korkunç bir doğal felaket yaşanmışken Erdoğan’a yeniden başkanlık hediye edilen bir seçime gidiyoruz ve ben bu günaha ortak olmak istemiyorum.
Taktik ve geçici bir mesele olan seçimden soyutlayıp, stratejik ve kalıcı mercekten bakarsak bu manzara, Türk siyasetinin aktörlerinin iflas ettiğini gösteriyor. TİP gibi partilerin bir anda talep görmesi, İnce’nin tükenmiş ve mimli bir adamken yeniden parlaması gibi emareler, siyasetin geleceğine dair manidar işaretler taşıyor. Türk milliyetçileri temsil edilmedikleri bu manzaranın günahına ortak olmayacaklar. Cılız ve dayatmacı “alternatif” hamlelerle de kendilerini küçük ve kolay dövülebilir bir çerçeveye oturtmayacaklar. Yeni siyasetin yeni aktörleri olmak için hazırlanacaklar ve kim kazanırsa kazansın, AKP’yi AKP’yle ikame etmeye çalışan zihniyetin karşısına dikilecekler.
Her şeye rağmen muhalif listelerde tanıdığım -bir avuç da olsa- namuslu isimlere başarılar diliyorum. Bu seçimlerde meclise namuslu ve omurgası sağlam insanların girmesi çok önemlidir. Bu önem, yalnız Erdoğan’a değil, beri yandaki konsorsiyuma karşı verilecek mücadele zaviyesinden kaynaklanıyor. Ümit ederim ki onlar da meclise girdikten sonra girmelerini sağlayan asıl mekanizmanın genel başkanları değil, hiçbir çıkarı olmaksızın 21 yıldır korkunç bir fırtınaya karşı yürüme iradesini gösteren tertemiz yığınların namuslu tercihleri olduğunu unutmazlar.
Kıymetli Bahadırhan Bey hocam, affınıza sığınarak ikinci yorumu yazıyorum, zira konu çok mühim. Sezgin Tanrıkulu'nun KHKlılar hakkında Kılıçdaroğlu'na atıf yaparak sözü: "CHP Milletvekili olarak söylüyorum ki, Genel Başkanımız neredeyse tüm konuşmalarında tüm KHK'lıların haklarının ilk bir ayda iade edileceğini kamuda görevlerine başlayacaklarını ve özlük haklarının iade edileceğini her tarafta söylüyor. Bu bir maddelik düzenlemedir aynı zamanda. Bunların tüm hazırlıkları yapılmış durumda şu anda. Olası bir iktidar değişikliğinde, ilk yapacağımız işlerden bitanesi, sivil ölüme mahkum edilmiş bu yurttaşlarımızdan özür dilemek, onlarla bir helalleşme yasası çıkarmak ve haklarını iade etmek olacak." Hocam, bu husus sümenaltı ediliyor ya/ya çerçevesi kalkan yapılarak, lütfen bu hususa dikkat çekin... Saygılarımla
Abim, güzel abim, güzel aklına sağlık. Atsız Ata'nın dediği gibi bazen Çin bazen de Kürtçü, ayrılıkçı tipler Türkler'in ahlakını bozuyor, onlarla savaşmak isterken onlara benziyoruz. Türkiye Cumhuriyetinin kurucu partisinin il başkanının Ermeni Tehcir'ine soykırım demesi, Mustafa Kemal'in askeri olduğunu inkarı, yeni CHP'de PKK ve HDP konusundaki rezil tutumlar... çok üzücü. Bir başka ülkenin, mesela Almanya'nın sosyal demokratları veya Hristiyan demokratları içinde Almanya ile savaşan bir kimseyi öven bir önde gelen siyasetçi olabilir mi? Hayır. Maalesef biz zaten birçok yerde kaybetmişiz. Kurucu Parti bu rezil durumda! Öyle bir seçim ki en güçlü iki aday sanki "Mokoku mu Ölüm mü?" sorusu gibi. Ne Mokoko ne Ölüm diyecek bir yiğidin İhtilali, evet Kür Şad ihtilali aranıyor. Kür Şad'ın sadece 40 çerisi var idi, biz daha çoğuz sayıca. Yeter ki onlar gibi sonuna kadar savaşalım ve ruhlarımız Tanrı Dağı'na varır mı diye beklenti içinde bile olmayalım. Ahh Ruh Adam'daki beklentisizlik...
Bahadırhan abi, çook güzel bir yazıydı. Kısa mesafe sisli ve karanlık, ama Yüce Yaradan'ın izniyle güneş açacak. Belki bir dalga gelip umut olarak gözüken bütün muhalif siyasetçileri götürecek, geriye sadece Tayyip kalacak, ki o daha da yaşlı, ekonomi daha da kötü olacak. O zaman bizim neslimiz duruma el koyacak ve Tayyip'i yenecek. Z kuşağı denilerek aşağılanıyoruz, ama gayet bilinçliyiz. Artık siyasetçiler bizimle kedinin fare ile oynadığı gibi oynayamayacak. Siz sitede AKP'ye oy vermemek için sebepler sıralıyorsunuz, abi affedersiniz de şüphesi olan için argüman söylenir, bizim şüphemiz yok ki AKP'ye oy verilmemesi hakkında :) Ama ister Kılıçdaroğlu olsun, ister İmamoğlu olsun HDP'ye sıcak mesajları, güven telkin etmeyen hareketleri bizi iğrendiriyor. Mansur Bey ise garantisi ve adım atmıyor. Sinan Oğan genç bir milliyetçi, ama ona da siz soğuksunuz, ki şahsi bir düşmanlık yapmazsınız, vardır sizin bir haklı gerekçeniz diye inanıyorum. Oyum İyip'e, başkanlıkta oy kullanmayacağım.
Son bir senedir dayatmak istedikleri kendi adaylarının Alevi kimliği üzerinden yapılan istismar, duygu sömürüsü, ajitasyon ve tehditlerin haddi hesabı yok, gerçekten midem bulandı. Siz hiç Sinan Oğan'ın "bana oy vermiyorlar, çünkü ben Caferi'yim" dediğini duydunuz mu? Hangi önemli konuyu konuşmak istesek bu ve buna benzer uyduruk argümanlar önümüze çıktı. Açıktan PKK sempatizanı olan sosyal medya trolleri bizi linçledi masadan kalktığımızda. Herkes haddini bilsin, bunca sene hakim olmuş iktidara, AKP'ye boyun eğmedik, korkudan perdenin arkasından konuşan Oktroller kim ki! Bir şey bile yapamasak Ercesine ölmeyi biz Atsız Ata'dan öğrendik, Hasan Ali Yücel'e Atsız Ata'nın yazdığı şiir tipinde bir şey istemiyorsanız haddinizi bilin... Şurası açık, Türk milliyetçileri daha güçlü olmak zorunda, sesi yüksek çıkmalı, cepte garanti görülmemeli... Hepimiz dağ gibi dalgaları göğsünde durdurmaya hazır Kür Şadlarız. Mavi gözlü dev Mustafa Kemalleriz. HDP PKK Hizbullah... hepsine yeteriz
Kandil'i darmadağın edeceğini söyleyemeyen, HDP sempatizanı Kılıçdaroğlu'na, Hüdapar müttefiki AKP'ye toptan mağlubiyet yaşatmak için Atatürk çizgisindeki Türk milliyetçilerinin temsilcisi Sinan Oğan beye oy verelim
“Siz kurnaz süvari, ben yorgun eşek” tam da bu ya da "Bir kemiğin ardından, saatlerce yol giden itler bile gülecek kimsesizliğimize."
camide icki icmediler diyen imami bile bunu dedigi icin chp milletvekili yapmislar.
Bahadır bey ben İYİ partili bir Türk milliyetçisi olarak Demirtaş'ın hapiste olması ve terör destekçisi belediyelere kayyum politikasının devam etmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu yüzden ilk turda oyumu Oğan'a vereceğim ve ikinci tur konusunda da kararsızım. KK'nin PKK ve FETÖ'nun bu kadar ağzını sulandırmasi sizin de kafanızda soru işaretlerine sebep olmuyor mu?
Harika bir yazı yine Bahadırhan ağabey! Dilde Fikirde İşte Birlik diyen Gaspıralı'dan Avşarlar'ın dehası Bahadırhan Dinçaslan'a... Geç önümüze, bize yol aç... Börteçine veya Gökbörü beklemek yerine sen bize öncü ol, bizi HDP, PKK ve Hüdapar Hizbullah denkleminden kurtar...
Bahadırhan abi, gözümüzün pasını sildin, çok güzeldi ve özeldi yazı. Başkanlık için oy vereceğim kimse neredeyse yok. Sinan Oğan'ı beğeniyordum, ama sen tweetlerinde uyardın, sana yapılan lince gönlüm razı gelmedi. İnce'nin 5 sene önceki sözleri beni tedirgin ediyor, ama şuan iyi konuşuyor. Kılıçdaroğlu ise tam bir hayalkırıklığı, ismini bile görmek istemiyorum. İlk turda İnce'ye oy veririm gibi geliyor... Kim kazanırsa kazansın bir sonraki erken seçimde sıra bizim nesilde, genç, fikri, vicdanı hür Türk milliyetçilerinde olacak... Ben de bu seçimde başkanlık için oy vererek vebale ortak olmayacağım, ki erken seçimde çıkıp yakın çevremde çatır çatır konuşabileyim, yoksa inandırıcılığım kalmaz.
Abiciğim yine bizi yazınla aydınlattın. Kitabını da edineceğim en yakın zamanda. Senin son videonda dediğin gibi oy verdiğim yerde tanıdık bir kimse var ise o hangi partiden ise ona oy vermek bana da mantıklı geldi, açıkçası İyi Parti'ye her halükarda oy atarım diyordum eskiden, kararsızım. Ama başkanlık seçiminde senin uyarın üzerine Sinan Oğan'a oy vermeyeceğim, ama Kılıçdaroğlu'na da asla oy vermeyeceğim. Yaşım genç, ancak yine de başkanlık seçimi için ilk oyum olmayacak. Çünkü Kılıçdaroğlu benim oyumu hakketmiyor, çünkü HDPliler, eski AKPliler sefa sürsün diye kimseye yetki vermek istemiyorum, Oğan'ın da sizin uyarınız üzere milliyetçileri temsil etmesini istemiyorum. Oyum boş. "Ya Tayyip kazanırsa?" Ekonomi daha kötüye gidecek diyor ekonomistler, yani erken seçim senin dediğin gibi abi kapıda. Bu muhalefetten kurtulursak bizim neslimiz bir sonraki seçimde aktif rol alır ve daha kötü bir ekonomi içinde biz AKP'yi havada karada yeneriz. Önce bu CHP'nin muhalefetinden kurtulalım...
Bahadırhan Bey hocam, kalemine ve yüreğine sağlık, çok güzel bir yazı idi. Çok vurucu yerler var idi. "Maintain the Frame" diye psikolojide söylenen bir ifade vardır, yani olguyu kendi kavramlarınla sınırlamak, çerçevelemek ve bunu sürdürmek. Bu "ya / ya" siyaseti bizi edilgen bir çerçeveye sıkıştırıyor. Tıpkı Milli Görüşçülerin her şeyi masonlardan, Yahudilerden... bilmesi gibi RTE de böyle bir çerçeveye bilerek konuluyor konfor alanından ayrılmak istemeyen birçok siyasetçi tarafından. Biz RTE gitsin KK gelsin, bize ağa paşa kesilsin, Türk milliyetçilerini dikkate almadan HDP'ye al gülüm ver gülü yapsın diye oy vermeyeceğiz. Aynı şekilde İYİ Parti de beni hayal kırıklığına uğrattı, yazıda bahsettiğiniz hususlar dışında şu da var: Bir milliyetçi gence sahip çıkmanın getirisi yok zannediliyor, cepte görülüyor, ama sticker yapıştıran bir HDP'liye çok sıcak davranılıyor. Bizim ne eksiğimiz var? Ben de sizin gibi bölgemdeki arkadaşlarıma oy vereceğim. Ben ayrıca başkanlıkta oy vermeyeceğim