Kaçak göçmenler, sığınmacılar, geçici koruma altındakiler, mülteciler… Türkiye dünyanın en fazla düzensiz göçmen barındıran ülkesi, servetine, ekonomik gücüne kıyasladığınızda dünyanın geri kalanından kat kat fazla yük çeken yalnız ve zavallı bir ülke. Evet zavallı; zira artık bu kaçak göçmenler meselesi öyle bir hale geldi ki, çözmek istediğinde kangrenden kurtulmak için kolunu, bacağını keser gibi ciddi kayıplar yaşayacak. Bu kayıplar kaçak göçmenler ülke için hayırlı olduğundan değil, iktidar tarafından kanserleştirildiği için yaşanacak. Ya itibar kaybedilecek, ya düşük dozlu bir çatışma yaşayacak; ancak her halükarda kangrenle yaşamak mümkün olmadığı için bu sevimsiz “ameliyat”ı yapmaya mecburdur.
Tarih düzensiz göçlerin yıktığı medeniyetlerle dolu. Meşhur Bronz Çağı Felaketi, muhtemelen kaçak göçmenler tarafından tetiklenmişti. Eric Cline, 1177 B.C.: The Year Civilization Collapsed kitabında (her ne kadar çöküşün kök-nedenini başka bir yerde tespit etse de) birçok bronz çağı yerleşiminin mahvolmasına ve medeniyetinin çökmesine neden olan meşhur ve aynı derecede gizemli Deniz Halkları’nın, arkeolojik bulgulara göre yalnız yıkım ve vahşet peşindeki istilacılar değil, sair nedenlerden kendilerine yerleşim yerleri arayan ve çoğu zaman barışçıl biçimde yerleşen, ancak hemen sonra büyük ayaklanmalar ve yıkımları tetikleyen mülteciler olduklarını söylüyor. Deniz Halkları, şu veya bu sebepten ötürü (bazı teorilere göre Girit’teki bir iç savaştan) yerlerinden kalkıp Akdeniz kıyılarındaki hemen bütün kültürlerle savaşa tutuşmuşlardı. Bu kültürler, başka faktörlerin de eklenmesi nedeniyle büyük bir yıkım yaşadılar; öyle bir yıkım oldu ki, direnmeyi başarabilen Mısırlılar dışında hiçbir devletin Deniz Halkları’na dair doğru dürüst kaydı yok, zira kayıt tutan medeniyet ortadan yok olmuştu.
Peter Heather, Refugees and the Roman Empire makalesinde çok daha dikkat çekici bilgiler veriyor. Roma, bir bakıma, sığınmacı yönetim medeniyetiydi. İmparatorluk genişledikçe Roma vatandaşı olmayan insanlara ihtiyaç duyuluyordu; Romalılar diğerleri üzerinde tahakkümlerini sürdürseler de, özellikle sınır boylarında sığınmacılar faydalı olabiliyordu. Roma mantığı, sığınmacıların nüfusu olmayan yerlere yerleştirilmesi ve ancak lejyonlarda uzun yıllar görev yaptıktan sonra toprak sahibi yapılmaları üzerine kuruluydu. Heather, bunun bir yerde Roma’nın çöküşünü hızlandırdığını söylüyor: Got kökenli halklar sınır boylarına alışılmışın çok ötesinde büyük nüfuslarla ve otonomiyle yerleştirildiğinde, artık sığınmacıları Romalılaştırmak mümkün olmuyordu. Hatta (bir mülteci olarak Kara Yusuf’un Yıldırım’a sığınarak Timur’un hışmını çekmesi gibi) bu sığınmacıların eski düşmanlıkları, imparatorluğu savaşlara, çatışmalara çekiyordu. Aeschylus’un Hiketides’inde Yunan Kralı’na sığınan Mısırlı kadınların savaş çıkarması gibi, Roma hiç hazır olmadığı çatışmaların muhatabı oluyordu.
Burada biraz modern döneme bakmakta fayda var. Strategic Engineered Migration as a Weapon of War makalesinde Kelly Greenhill, sığınmacıların yalnız doğal bela olmayabileceğini, kasten bir silah olarak kullanılabileceklerini söylüyor ve kullanımlarını dört başlıkta inceliyor:
Tarih düzensiz göçlerin yıktığı medeniyetlerle dolu. Meşhur Bronz Çağı Felaketi, muhtemelen kaçak göçmenler tarafından tetiklenmişti. Eric Cline, 1177 B.C.: The Year Civilization Collapsed kitabında (her ne kadar çöküşün kök-nedenini başka bir yerde tespit etse de) birçok bronz çağı yerleşiminin mahvolmasına ve medeniyetinin çökmesine neden olan meşhur ve aynı derecede gizemli Deniz Halkları’nın, arkeolojik bulgulara göre yalnız yıkım ve vahşet peşindeki istilacılar değil, sair nedenlerden kendilerine yerleşim yerleri arayan ve çoğu zaman barışçıl biçimde yerleşen, ancak hemen sonra büyük ayaklanmalar ve yıkımları tetikleyen mülteciler olduklarını söylüyor. Deniz Halkları, şu veya bu sebepten ötürü (bazı teorilere göre Girit’teki bir iç savaştan) yerlerinden kalkıp Akdeniz kıyılarındaki hemen bütün kültürlerle savaşa tutuşmuşlardı. Bu kültürler, başka faktörlerin de eklenmesi nedeniyle büyük bir yıkım yaşadılar; öyle bir yıkım oldu ki, direnmeyi başarabilen Mısırlılar dışında hiçbir devletin Deniz Halkları’na dair doğru dürüst kaydı yok, zira kayıt tutan medeniyet ortadan yok olmuştu.
Peter Heather, Refugees and the Roman Empire makalesinde çok daha dikkat çekici bilgiler veriyor. Roma, bir bakıma, sığınmacı yönetim medeniyetiydi. İmparatorluk genişledikçe Roma vatandaşı olmayan insanlara ihtiyaç duyuluyordu; Romalılar diğerleri üzerinde tahakkümlerini sürdürseler de, özellikle sınır boylarında sığınmacılar faydalı olabiliyordu. Roma mantığı, sığınmacıların nüfusu olmayan yerlere yerleştirilmesi ve ancak lejyonlarda uzun yıllar görev yaptıktan sonra toprak sahibi yapılmaları üzerine kuruluydu. Heather, bunun bir yerde Roma’nın çöküşünü hızlandırdığını söylüyor: Got kökenli halklar sınır boylarına alışılmışın çok ötesinde büyük nüfuslarla ve otonomiyle yerleştirildiğinde, artık sığınmacıları Romalılaştırmak mümkün olmuyordu. Hatta (bir mülteci olarak Kara Yusuf’un Yıldırım’a sığınarak Timur’un hışmını çekmesi gibi) bu sığınmacıların eski düşmanlıkları, imparatorluğu savaşlara, çatışmalara çekiyordu. Aeschylus’un Hiketides’inde Yunan Kralı’na sığınan Mısırlı kadınların savaş çıkarması gibi, Roma hiç hazır olmadığı çatışmaların muhatabı oluyordu.
Burada biraz modern döneme bakmakta fayda var. Strategic Engineered Migration as a Weapon of War makalesinde Kelly Greenhill, sığınmacıların yalnız doğal bela olmayabileceğini, kasten bir silah olarak kullanılabileceklerini söylüyor ve kullanımlarını dört başlıkta inceliyor:
Mahrum bırakıcı – iç ve dış göçlerde, temel amacın bir diğer grubun bölgesini ve/veya malını istimlak etmek ya da bu grubun etno-politik yahut ekonomik üstünlüğünün uygulayıcıların hegemonyası üzerinde yarattığı tehdidi bertaraf etmek olduğu, etnik temizliği de içeren sınıf.
Dışlayıcı– siyasi muhalifler ve diğer iç rakiplerin sürülmesi yoluyla, iç siyasetteki bir politik konumun güçlendirilmesi ya da yabancı hükümetlerin zora sokulup istikrarsız hale getirilmesini amaçlayan nüfus hareketleri.
Askeri – Genellikle bir çatışma esnasında, düşmanın komuta mekanizmasını, lojistik altyapısını ya da hareket kabiliyetini aksatarak; ya da kendi güç yapısını yeni insan gücü ve kaynak kazanmak yoluyla güçlendirerek, düşman karşısında avantaj sağlamayı amaçlayan sınıf.
Zorlayıcı – Gerçekleşen ya da gerçekleşme ihtimali tehdit olarak kullanılan göçün, bir dış ilişkiler gereci olarak, hedef ülkenin siyasi davranışının değişmesi/aynı kalması ya da fazladan ödeme almak amacıyla kullanılması; bu tür aynı zamanda genellikle başkalarının yarattığı nüfus akışlarının, şahsi çıkarlar için propaganda amaçlı kullanılmasını da içerir.
Dışlayıcı– siyasi muhalifler ve diğer iç rakiplerin sürülmesi yoluyla, iç siyasetteki bir politik konumun güçlendirilmesi ya da yabancı hükümetlerin zora sokulup istikrarsız hale getirilmesini amaçlayan nüfus hareketleri.
Askeri – Genellikle bir çatışma esnasında, düşmanın komuta mekanizmasını, lojistik altyapısını ya da hareket kabiliyetini aksatarak; ya da kendi güç yapısını yeni insan gücü ve kaynak kazanmak yoluyla güçlendirerek, düşman karşısında avantaj sağlamayı amaçlayan sınıf.
Zorlayıcı – Gerçekleşen ya da gerçekleşme ihtimali tehdit olarak kullanılan göçün, bir dış ilişkiler gereci olarak, hedef ülkenin siyasi davranışının değişmesi/aynı kalması ya da fazladan ödeme almak amacıyla kullanılması; bu tür aynı zamanda genellikle başkalarının yarattığı nüfus akışlarının, şahsi çıkarlar için propaganda amaçlı kullanılmasını da içerir.
Vaktiyle Habeşistan’a sığınan Müslümanların daha sonra bölgeye kalıcı göçler düzenleyerek Ifat sultanlığının temellerini atmaları ve akabinde Habeş Krallığı ile savaşmalarını bu gözle değerlendirince, ilginç gelecektir. İlk dönem Müslümanlar elbette Habeş hicretini bir silah olarak kurgulamamışlardı, ancak sonuç olarak Arap yarımadasının Afrika cihetinde karşısına dair bir “keşif gezisi” işlevi de üstlenmiş oldu. Bu bakımdan Greenhill’in maddelerine bunu da eklemek lazım: Sığınmacılar aynı zamanda bir istihbarat aracı işlevi de üstlenebilirler.
Dr. Alex P. Schmid, Uluslararası Anti-Terör Merkezi (ICCT) için kaleme aldığı “Terörizm ve Göç Arasındaki İlişki” başlıklı çalışmasında, çok önemli hususların altını çizmiş. Buna göre;
Sivillere yönelik terör faaliyetleri bazen kasti olabiliyor. Bu faaliyetler ne kadar şiddet içeriyorsa, göç oranı o kadar artıyor.
Bu göç, çoğunluğu gelişmekte olan (ekonomisi ve standartları görece zayıf) ülkelerde yer alan mülteci kamplarının doğmasını sağlıyor. Terör örgütleri bu kampları daha sonra militan devşirme sahaları olarak kullanıyorlar.
İç savaş ya da terör sebebiyle göç eden insanların yerleştiği ülkeler, yeni terör faaliyetlerinin planlandığı üsler haline geliyorlar.
Göçmenlerin bu ülkelerde doğan çocukları, kimlik karmaşaları sebebiyle, ait oldukları ülkenin teröristlerini kendilerine ikon olarak seçmeye meyyal oluyorlar.
Göçmenler terörist, teröristler göçmen olabiliyor.
Çok sayıda göçmen alan ülkelerde, doğru yönetim uygulanmazsa, hem uluslararası terörist faaliyetleri artıyor, hem de “yerli” teröristlerin etkinliğinde artış gözlemleniyor.
Bu göç, çoğunluğu gelişmekte olan (ekonomisi ve standartları görece zayıf) ülkelerde yer alan mülteci kamplarının doğmasını sağlıyor. Terör örgütleri bu kampları daha sonra militan devşirme sahaları olarak kullanıyorlar.
İç savaş ya da terör sebebiyle göç eden insanların yerleştiği ülkeler, yeni terör faaliyetlerinin planlandığı üsler haline geliyorlar.
Göçmenlerin bu ülkelerde doğan çocukları, kimlik karmaşaları sebebiyle, ait oldukları ülkenin teröristlerini kendilerine ikon olarak seçmeye meyyal oluyorlar.
Göçmenler terörist, teröristler göçmen olabiliyor.
Çok sayıda göçmen alan ülkelerde, doğru yönetim uygulanmazsa, hem uluslararası terörist faaliyetleri artıyor, hem de “yerli” teröristlerin etkinliğinde artış gözlemleniyor.
Bütün bunlardan hareketle varacağımız nokta nedir? Bir ülkenin kaldırabileceği sığınmacı sayısı vardır; nüfusa oranla belli bir eşiği aştığında sonuç o ülkeyi “sığınılacak bir yer” haline getiren bütün mekanizmaların çökmesidir. Bu, sığınmacının da aleyhine: Sığınmacı, istikrarını bozup kendisinin yurdundan sökülmesine neden olan olayları tetiklediği ülkenin sakinleriyle birlikte daha büyük bir sığınmacı seli olarak bir sonraki hedefine yönelir. (Deniz Halkları böyle bir fenomendi.) Ekonomik ve kültürel parametrelerini büsbütün bozduğu ülke, bu eşik aşıldığında sığınmacılar için bir liman olmaktan çıkar, atlama basamağına dönüşür. Bu eşiğin değerini hesaplamak için çok uzun ve etraflı bir çalışma yapmak lazım, ancak ilkel tarım toplumlarının nüfuslarının %5’inden fazlasını askere almaları durumunda ekonomilerinin geri dönülmez olarak çökmesi, güzel bir referanstır. Hele Türkiye gibi hem iki tip “kültür”ün çatıştığı, modern ve ilkel anlayışların hala çekiştiği ve modernizasyonun sürdüğü, hem de etnik sorunların devam ettiği bir ülkede, bu eşik çok daha düşüktür. Türkiye’nin büsbütün bozularak bir atlama taşına dönüşmesi, Batı komşularının işine gelmez; o yüzden Batı tarafından Türkiye’ye biçilen rol, “köle çavuşu” cinsinden sığınmacı çavuşluğudur.
Pausanias, İ.Ö. 5. Asırda Plataea şehrinin kaçak göçmenlerini anlatırken, ilginç bir hususun altını çiziyor: İki defa şehirlerinden kovulan (Spartlarılar ve Thebesliler tarafından) Plataealılar, Atina’ya sığındıklarında müttefikleri Atinalılar tarafından vatandaşlığa alınmıyorlar. Bunun yerine sınır boyu Boeotia’ya yerleştiriliyorlar ve Atina savaşları kazandığında, yine iki defa, eski şehirlerine iskan ediliyorlar. Aynı tanrıya inanan, aynı dili konuşan, yalnızca 50 km uzaktaki bir şehrin meskunları bile, yerleştiklerinde, hele oy hakkı vs. kazandıklarında Atina düzenini alt üst edebilir, Atina’nın onların dar günde sığınabilecekleri stabil bir yer olmasına neden olan her mekanizmayı çökertebilirlerdi zira. Bütün bir Ortadoğu’da görece özgür, müreffeh ve stabil ada olarak kalmayı Hazret-i Atatürk sayesinde başarmış Türkiye’nin Bronz Çağı’ndan bu yana “komşularına göre istikrarlı” olduğu için sığınmacı adresi olup çöken medeniyetlerle kaderinin benzememesi, kaçak göçmen ve geçici sığınmacıların “sınırlar dışında kalan” bir yere nakillerine bağlı.
Sığınmacıların bir pozitif geri besleme döngüsüyle daha çok sığınmacı, daha çok sorun yaratan bir çığa dönüştüğü uluslararası kamuoyuna kabul ettirilip, büyük nüfus hareketlerine neden olacak siyasi senaryolarda buna sebep olan ülkelerin çok uluslu bir güç tarafından işgal edilmesinin ve sığınmacı sürülerine dönecek nüfusun kendi ülkelerinde tutulmasının meşrulaştırılması gerekiyor, ancak bunu sağlayacak nasihatten etkili felaket Türkiye’nin çöküşü ve Avrupa’nın Ortadoğu ile sınırdaş olması demek– Tengri saklasın diyelim. Kaçak göçmenlerden doğan memnuniyetsizliği “fünye” ile patlatıp neo-nazi manzaraları yaratmaya çalışan iktidar ateşle oynarken, bütün muhalefetin “gitmeliler ve hemen gitmeliler” fikri etrafında net bir şekilde birleşmesi gerçekçi çözümlerin ilk adımı olacak.
M. Bahadırhan Dinçaslan
Tarihte bu kadar büyük sayıda yaşanan göçün geri döndürülebildiği olmuş mu? Sadece Türkiye'nin değil, Avrupa'nın da mültecilerin çoğunu geri gönderebileceğini düşünmüyorum. Çoktan gettolaşan mültecilerin yakın zamanda asimile olmak gibi bir niyetleri yok gibi görünüyor. Uzun vadede elbette absorbe olurlar ama uzun vadede hepimiz ölüyüz.
ne olacak peki hocam bunun bir çözümü var mı? istanbul depremi vs ihtimalini de düşününce insan daha bir karamsarlığa düşüyor. sonumuz ne olacak biz de mi dağılacağız? çok korkunç bir yere dönüştü burası. hastanelerde doktor yok, sokakta güvensizlik kol geziyor, adalet sistemini bok götürüyor ekonomiye girmiyorum en fecilerinden biri. kaynaklarımız öyle bir harcandı ki. ki bu daha iyi hallerimiz. bu ülke nasıl düzelecek? odamdaki atatürk resmine bile bakamaz oldum çok utanıyorum. düşündükçe kahroluyorum
Bahadır can