Muhalifler Erdoğan’ı devirmeye o kadar yaklaştılar ve buna o kadar odaklandılar ki, Erdoğan sonrasına dair pek az plan yapıyorlar. Bu anlaşılabilir bir durum, hatta iyidir demek de mümkün: Erdoğan sonrasına odaklanmak, kerhen yahut geçici olarak gelişmiş birliktelikleri kesinlikle sarsacaktır. Bu da Erdoğan’ın gitmesini zorlaştıracaktır. Fakat birilerinin buna dair düşünmesi gerekiyor.
Uzun yıllardır bir dönüşüm gerekliliğinin farkında olan milliyetçi camia, 2015’te yılların birikiminin olgunlaşması ve öfke patlamasıyla bu dönüşümü tetiklemeye çalıştı. Bir ölçüde başarılı da oldu, artık “omurga” değil, “dış iskelet”e dönüşmüş, bu yüzden milliyetçiliği sınırlayan ve gelişimini engelleyen bir yük haline gelmiş MHP’den büyük oranda kurtulduk. Bu süreç –iyi ya da kötü- hiçbir siyasetçinin yahut ekibin kendi başarısı değildir. İrili ufaklı çatlak seslerin çok uzun süren bir mayalanma süreci sonucunda birleşmesinin başarısıdır. Başarı da, MHP gibi bir yapıdan kopup dişe dokunur bir oy oranı elde eden ve az da olsa kurumsallaşabilen bir yeni parti kurabilmektir.
Ancak bu yeni parti üstlendiği işlevi yerine getirmedi. Milliyetçiliğin aradığı dönüşümü tetiklemedi. MHP bir partiden fazlasıydı, İYİ Parti ise yalnızca bir parti olmayı tercih etti. Doğru mudur, yanlış mıdır çok emin değilim. Fakat bana hitap etmediği kesin – eh, yöneticiliğini yaptığım bir partiden niye istifa edeyim?
Öte yandan geleneksel milliyetçiliğin bütün ikonları, sembolleri, yani “marka değeri” kamulaştırıldı ve iktidar tarafından ömrünü uzatmak için kullanılır oldu. İYİ Parti tarafında yeni şeyler söyleyen ve tutarlı bir milliyetçilik manzarası yok, her ne kadar kitlesi yeni şeyler söylemek isteyen ve arayan milliyetçi bir kitle olsa da. Fakat beri yanda alışıldık lafları eden ve bu laflara aşina, kullanılan sembollerden etkilenmeye devam eden kitlenin hiç değilse bir kısmına hükmetmeyi başaran bir milliyetçilik daha var.
Uzun yıllardır bu konuda yazan biri olarak baktığımda hiç yanılmadığımı görüyorum: Hep kök nedenlere inmeye çalışıyor, akut yahut palyatif çözümlere pek sıcak bakmıyordum. Düşünce ve davranış kalıplarımızın değişmesi gerektiğini iddia ediyordum. Bunların nasıl olması gerektiğine dair de önerilerde bulunuyordum. Geldiğimiz noktada düşünce ve davranış tarzı, dolayısıyla ideolojisi birbirinden çok farklı olmayan ancak farklı kitlelere hitap ettiği için “pazarlama taktiği”, yani siyaseti farklılaşan iki milliyetçi parti var. İkincisi bir tür Alevilik gibi: Mağdur ve mazlum olduğu için daha sempatik, ama “gelin canlar bir olalım” çağrısının arkasında “padişahı öldürelim” çağrısı da vardır. (Not: Bu hassasiyetlere aldırış etmeyi sevmiyorum ama Alevilik hususunda ben de hassas olduğumdan detaylı görüşlerimi içeren yazıma bağlantı bırakıyorum.) Bu ikinci milliyetçi parti vaktiyle şu veya bu sebepten muhalefette kaldığı için zaman zaman ve sınırlı olsa da sempati beslediğimiz Devlet Bahçeli gibi, şartlar değişince bambaşka bir tirana dönüşebilir. Dönüşmemesi için gerekli ahlaki ve ideolojik kodları net bir şekilde ortaya koyulmuş değil. İdeologu yok, entelijansiyası yok, bunlara ihtiyaç da duymuyor. Öyleyse İYİ Parti milliyetçilik için akut bir meseledir; oy veririz, var olmasından –şartlar gereğince- memnun oluruz ancak ona ümit bağlamayız.
Üst planda böyle iki tür milliyetçilik varken, alt planda değişim arayışı devam ettiği gibi, karakteristiklerini de şekillendirmeye başlıyor. Türk milliyetçisi aydınların önemsemesi gereken bu cihettir; bu belirginleşen yeni milliyetçilik arayışını yeniden siyasette temsil edilir hale getirmek, milliyetçi geleneğin terekesinde bir eleme yapıp nelerin devam edeceğini, nelerden kurtulacağımızı tespit etmek ve yeni dünyanın yeni insanına dair –epey- geç kaldığımız yeniden tanımlama operasyonuna başlamak gerekiyor.
Şu halde bir yandan ideolojinin “inşası” (revizyonu demiyorum zira 1900’lerin başındaki velut dönemimiz hariç tutarlı ve net bir ideolojimiz yok. Tek tek doğru ve tutarlı düşünenlerimiz olsa da bir bütün olarak baktığımızda yalnızca insiyak ve iştiyakla hareket eden bir güruhtan ibaretiz.) lazımken, diğer yandan milliyetçiliğin siyaset ve siyasi partiler nezdinde “kullanılan” yahut iktidar pekiştiren bir araçtan; müstakil ve etken, dolayısıyla muktedir bir aktöre dönüştürülmesi en büyük meselemizdir. Bu nasıl olur?
Karar vermemiz gereken hususlardan biri, milliyetçiliğe bir parti lazım olup olmadığıdır. Siyasetin hayata dair her şeyi tanzim ettiği göz önüne alınınca, kendi partilerinde bile karşı tarafın “doğru” siyasi hamleler yapmasıyla yenilen milliyetçilerin partisiz halde farklı kurumlarda siyaseti etkileyebileceklerini sanmak safdilliktir. Bu ancak FETÖ gibi tarikat yapılarında olur, böyle şekilsiz ve çerçevesiz bir yapıyı ancak bir mehdi inancı, tarikat mensubiyeti bir arada tutabilir.
Parti lazımsa, bu partinin iktidarı hedefleyen bir parti olması gerektiğini düşünüyorum, salt ideolojik ve marjini tespit eden bir partiye kaynak ayırmak israf olacaktır. Bu tür bir parti lazım, ancak mevcut şartlar bize ötekini dayatıyor: Post-AKP dönemi tam bir hengame olacak. Hesaplaşmalar yaşanacak ve üstelik kim gelirse gelsin uzun ömürlü olamayacak: Hiçbir partide -yıllardır süren AKP iktidarı yüzünden- böyle dev bir enkazı kaldırmaya yetkin bir kadro yok. Üstelik, milliyetçiliğin en görünür temsili diktatör yalakalarında, en adi ve alçak suçları gülerek ve bozkurt çekerek işleyebilen çetelerde olduğu ve bizzat AKP Türk-İslamcı verasete sahip çıkıp bu dille konuşarak zulmettiği için post-AKP döneminde milliyetçilikle hesaplaşma talebi ayyuka çıkacaktır.
Şu halde, şimdiden milliyetçilik içi hesaplaşmaları sonuçlandırmaya çalışmak ve “karşı” tarafa en sert şekilde vurmak gerekiyor. Zira vaktiyle Ülkücü Tavır Platformu ve İYİ Parti nasıl “hamamın namusunu kurtardıysa”, milliyetçiliğin iç hesaplaşmasını AKP gitmeden yaşaması ve neticelendiremese bile “müspet milliyetçilerin” görünürlüklerini artırması, topyekun milliyetçilikten hesap sormaya kalkacaklar karşısında kozlarımızı artıracaktır.
İktidarı hedefleyen bir parti talebinde en önemli eksik, bunu sürükleyecek bir lider figürüdür. Lider siyasetinden bıkmış olabilir, hatta eleştiriyor olabilirsiniz, ancak vakıa budur. Böyle bir hamle lidersiz olmaz ve maalesef hem camianın kendi insanını sürekli tırpan gibi biçen avamlığı, hem dış operasyonlar böyle bir işe namzet hemen kimseyi bırakmadı. Zira böyle bir liderlik iyi bir ağ ve temiz, yaygın bir bilinirlik gerektiriyor. Ancak böyle bir liderin mümkün olabilmesi için onu bağrından çıkarabilecek bir cemiyet lazımdır. Böyle bir cemiyet için uğraşmak, er geç bir lider figürü yaratacaktır.
En isabetli haliyle ifade etmek gerekirse, bize “ideolojik düşünen, siyasi hareket eden” bir yapı gerekiyor. Siyasetin gereği diye sunulan şartları karşılayan ancak ajandası ideolojik olan bir hareket. Taleplerini, manevralarını falancayı vekil yapmak yahut filanca yerden ihale almak için değil, yeniden inşa edilmiş milliyetçi ideolojisini ülkeye hakim kılmak için şekillendiren bir hareket.
Kendi adıma, doğru lideri bulduğumuzda ona kadro ve altyapı sağlayabilmek için çalışıyorum. Bir yandan ideoloji inşamıza katkı yapabilmek için durmaksızın üretiyorum. Artık bunu daha etraflı bir şekilde yapmaya karar verdim. Çok yakında, TamgaTürk’ü kurmamızla sonuçlanan toplantılara benzer bir şekilde yeniden toplantı çağrısı yapacağım. Bu toplantı artık prensipleri değil, pratiği konuştuğumuz bir toplantı olacak.
Şimdiden hazırlanmazsak milliyetçilik post-AKP döneminde de araç olmaya ve en kötüsü günah keçisine dönüşüp dışlanmaya mahkumdur.
M. Bahadırhan Dinçaslan