Hukuk, devlet aracılığı ile sistemleştirilmiş, insan örf ve adetleri ile şekillenmiş; hem devleti hem insanı bağlayan, onlara hak ve yükümlülükler veren bir varlıktır. Bu varlık, normlar hiyerarşisi ile iskelete oturur ve iç-dış organları da hiyerarşi içerisindeki basamakların (Anayasa, kanun, yönetmelik vs) sistemli bir kombinasyonu ile vücuda gelir. Normlar hiyerarşisinin tepesi olan Anayasa, varlığımızın teminatı niteliğindedir. Bu strüktür, dünya milletleri içerisindeki yerimizi tayin ederken, insanı ve devleti güvence altına alır. Kararları sorgulanmaz değildir elbet ama kendisine aykırı bir tutumu kabul etmez.
Tıpkı, ideali uğruna kendi hayatından vazgeçen Benerci’nin ifade ettiği şekilde, yani “Hayat, bu çürükleri, dişlileri arasından fırlatır ve yoluna bakar” afaki söylemiyle bize önemli bir ışık tutuyor. Çünkü Anayasa da kendisine aykırı olan her tutum ve davranışı dişlileri arasından fırlatır ve nizam kavramına devam eder. Ve fakat bu dişlilere direnç gösterilirse egemenlik başta olmak üzere pek çok bağımsızlık unsuru kırılır ve bir devletin nihai nefesini vermesine yol açar.
Bugün, hukukla hukuka kumpas kuran Yargıtay, bizi derin bir paradoksa sürükleyip, asli kurucu bir unsur gibi Anayasa’yı normlar hiyerarşisi içinde tepetaklak ederek bir girişimde bulunmuştur. Asli kurucu unsurlar anayasasızlık ortamında biten ruh mantarları olduğu gibi istediği şekilde davranışlarda bulunan bir popstar yıldızı, siyasi darbe kuruluşları asli kurucu unsurun örnekleri arasında kendini gösterir. Bkz: 60 Anayasası, 82 Anayasası...
İşte kendini asli kurucu unsur tayin edip Anayasa’ya kumpas kuran ve varlığını Anayasa’ya borçlu olan Yargıtay, Orazmat’ın (Cengiz Aytmatov’un Cemile eserinde tek bacaklı, zavallı bir karakter) kesik bacağı gibi kendi başına bir varlık çabası gösterme gayreti içinde olduğunu açıkça beyan etmiştir. Fakat görelim ki Türkiye’de bunun örneklerine ilk defa rastlamıyoruz:
Abdullah Gül’ün, cumhurbaşkanlığı süresinin “kanunla Anayasa’ya istisna getirilerek” uzatıldığını da gördü bu gözler. Normlar hiyerarşisinin temel kuralı, üst kanun alt kanunu ilga eder ve alt kanunla üst kanuna istisna getirilemez, ilkesi üzerine kuruludur ve geçmiş vakitlerde müşahede ettiğimiz üzere bugün de aynı düzensizlik devam etmektedir. Cumhurbaşkanı bile AİHM kararlarını tanımıyor ve alenen özgürlüklere asli kurucu bir iktidar gibi yanıt veriyor. Eh, imam yellenirse cemaat pisler düsturuyla buna şaşırmamak gerekir fakat gelip görelim ki; Yargıtay’ın Anayasa mahkemesinin Can Atalay hakkında verdiği ihlal kararının karşısına dikilip “AYM yetkisini aştı” diyerek Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunması, beynine itaat etmeyen bir kalbin ölüm çırpınışını andırmaktadır. Fakat gelip görelim ki sorulması gereken birtakım sorular var ve bu sorular tarihin azameti ve üstün nitelikli Türk münevverlerinin gayretleriyle açıklığa kavuşacaktır:
- Yargıtay’ın asıl gerekçesi ne?
- Yargıtay’ın varmak istediği amaç ne?
- Yargıtay gayesinde haklı olabilir mi?
- Haklı bile olsa Anayasa Mahkemesi kararlarına uyma zorunluluğu, temyiz organlarınca bilinmiyor mu?
- Bile bile bu yapıldıysa (ki öyle) bu bir darbe değil de nedir?
Ve dahası ve dahası...
Ben bu soruların altında gebermeye pek niyetli değilim ama can çekişen yargımızın Benerci kadar şerefli bir tutum sergileyememesi ve Orazmat’ın kesik bacağı gibi münferit bir beylik halinde hükümranlık ilan etmesi, Türk egemenliğinin bugün en büyük meselesi tahtına oturmayı başarmıştır. Buyrun indirin sayın hükümet. Sizi bekliyoruz.
Mehmet Can KUYUCU