Türklerle Ermenilerin ilişkileri günümüzden yüzlerce yıl öncesine dayanmaktadır. Nejat Göyünç, ''Türkler ile Ermeniler'' kitabında bunu şöyle anlatır: ''Emeviler zamanında Doğu Anadolu'nun büyük bir kısmı İslam kuvvetleri tarafından ele geçirilmişse de, bu havalide kesin İslam hakimiyeti ancak 9. yüzyılın 2. yarısında gerçekleşmiştir. Abbasi ordusundaki Türk kumandanlarından Boğa el-Kebir et-Türki 851-852'de Doğu Anadolu'yu itaat altına almıştır. Bu olayı belki de tarihte ilk Türk-Ermeni ilişkisi başlangıcı olarak ele almak gerekir.'' Çağrı Bey komutasındaki Selçuklu Türklerinin Doğu Anadolu'ya 1018'den itibaren gerçekleştirdiği akınlarla ve 1071 Malazgirt zaferi ile iki milletin ilişkileri artar. Hıristiyanlığın Monofizit inancını benimseyen yani Hz. İsa'da beşeri ve ilahi tabiatın bir olup tek tabiat oluşturduğunu kabul eden Gregoryen Ermeniler, Ortodoks Bizans'ın ağır baskılarından bıkar ve Türk yönetiminin hoşgörülü siyaseti sayesinde huzur bularak Türklere yakınlaşır, uzun seneler rahatça yaşar. 1453'te İstanbul'un fethiyle Ermeniler için yepyeni bir sayfa açılır ve deyim yerindeyse yıldızları parlar. Bu dönemde birçok ayrıcalıklı hak kazanan, müthiş imkanlar tanınan Ermeniler devletin en üst kademelerinde yer bulurlar. İlişkiler öyle güzel ilerler ki kendi dinlerine ve alfabelerine sahip çıkan Ermeniler Türkçeden bir hayli fazla kelime alarak genellikle Türkçe konuşurlar. Türkler de Ermeniceden kelime alır. Bu durum, iki ulusun birbirinin kültüründen de etkilendiklerinin göstergesidir. Çünkü farklı milletlerin kendi anadillerine dışarıdan kelime alması o dönemlerde ancak karşılıklı kültürel etkileşimin sonucunda gerçekleşebilir.
Tarihi süreç içinde Türk Edebiyatı, Ermeni Edebiyatı'nı etkilemiş ve Türkçe konuşan Ermenilerin edebiyatını kısmen de olsa şekillendirmiştir. Musiki alanında Türk-Ermeni ilişkileri gelişmiştir. Ermeni kilisesi Türk musikisinin makam ve usullerini kullanmıştır. Ermeni asıllı Türk müziği bestekarlarının şarkıları radyo ve televizyonlarımızda çalınmıştır. Ermeni asıllı bazı bestekarlar, eserlerinin güftesini Türk yazarlardan seçmiştir. Bu durum, onların Türk müziği ve edebiyatını iyi bildiklerini gösterir.
Türklerle Ermeniler arasında sahne sanatlarında da ilişkiler olmuş, Osmanlı topraklarında ilk opera Eflak Sarayı'nda Ermenilerce oynanmıştır. İlk zamanlar oyuncuları ve yazarları Ermeni olan sanatçılar, sonraki dönemlerde kurulan ve gelişen Türk Tiyatrosu'nun öncü kişileri haline gelmiştir. Ermeni mimarlar Osmanlı Devleti'ne hizmette bulunarak birçok köşk, saray, cami vb. eser vermiştir. Ermeni tüccarlar sayesinde Türk kültürü Avrupa'ya taşınmış, Türk kahvesi Viyana'ya Ermenilerce tanıtılmıştır. İki millet arasında böylesine derin bağlar vardır. O kadar ki Ermeniler ''millet-i sadıka'' olarak adlandırılmıştır. Bu durumu, Ermeni rahip Yervant Gomidas Çarkçıyan, ''Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler'' kitabında şöyle dillendirir: ''Aslında Ermeniler, bulundukları memlekete ve ait oldukları vatanlarına daima sadakatle sarılmış ve hizmet etmişlerdir. Dünya memleketleri buna şahit olmuş ve halen de olmaktadır. Unutulmaması gerekli bir nokta da Ermeniler'in İslam memleketlerinde, diğer Avrupa memleketlerine oranla, daha iyi teşkilatlanmış halde ve kültürlerini muhafaza edebilecek daha iyi durumda bulunmaktadırlar.'' Ne yazık ki emperyalizmin her çağda oynadığı oyunlar alçakça sahneye konulmaya başlayınca huzurla yaşayan iki halkın üzerinde kara bulutlar dolaşmış, araya nifak tohumları atılınca iki halkı birbirinden ayırmıştır...
Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkış Süreci
1789 Fransız Devrimi'nin sonucunda ortaya çıkan ''siyasal milliyetçilik'' kavramı 18. yüzyıldan itibaren dünyanın gündemine oturmuş, ortalığı kasıp kavurmuştur. Devrim sonrasında Avrupa'daki feodalite sistemi çökmüş ve bitmiştir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi yayınlanmış, insana verilen değer artmaya başlamıştır. Feodal rejime oranla eskisine göre daha hür insanlar rasyonalizm çerçevesinde aklını kullanarak çeşitli işlerle uğraşmış, yeni ve özgün fikirlere doğru yelken açmıştır. Liberalizm (Hürriyetçilik), Avrupa'daki 1830 İhtilallerinin; Nasyonalizm (Milliyetçilik) 1848 İhtilallerinin hakim faktörü olmuştur. Bu iki fikir akımı özellikle tarihin köklü ve güçlü imparatorluklarını olumsuz etkilemiştir. Bunların başında Osmanlı İmparatorluğu gelmiştir. Millet egemenliği ve milli irade ilkeleri uluslararası siyaseti yönlendirmiştir. Bunların etkisiyle kendi kendilerini yönetebileceklerine inanan etnik unsurlar isyan etmeye, ayaklanmaya, bağımsızlık mücadelelerine girmeye başlamıştır. Osmanlı Devleti'nin sınırları içinden Yunanistan, Sırbistan, Romanya, Karadağ, Bulgaristan, Arnavutluk gibi devletler ortaya çıkmıştır. Emperyalist güçler bunları yeterli görmemiş olacak ki gözünü bu sefer Osmanlı Ermenilerine dikmiştir. Fitil artık ateşlenmiştir. Geri dönüş imkansızdır. Büyük güçlere göre ne olursa olsun Ermeniler kışkırtılıp imparatorluktan ayrılacaktır. 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat Fermanları bu fırsatı, Osmanlıyı parçalamak isteyen Avrupa'nın güçlü devletlerine kolayca sağlamıştır. 1878 Berlin Antlaşması ile Ermeni Meselesi uluslararası boyut kazanmıştır. Asıl kıyamet bundan sonra kopacaktır. Avrupa ülkelerine okutulmak için gönderilen Ermeni gençlerinin milli bilinç ve koyu Hıristiyanlık anlayışı ile yetiştirilmeleri gönüllerindeki bağımsızlık aşkını arttırmıştır. Müslümanları ve Yahudileri Hıristiyanlaştırmak gayesiyle Anadolu'ya gelen Amerikalı misyonerler fazla başarılı olamayınca rotasını yerli Hıristiyanlara yönelterek Türk düşmanlığı yapmaya başlamıştır. Kiliselerde papazların, okullarda öğretmenlerin propagandalarıyla beyinleri yıkanan Ermeniler, Türk ve Müslüman düşmanlığıyla yatıp kalkmıştır. Hınçak ve Taşnaksutyun komitecileri özellikle Doğu Anadolu'daki Türklere akıl almaz işkenceler yapmış, vahşiliklerini masum insanlar üzerinde pervasızca uygulamıştır. 2. Abdülhamit'e suikast düzenleyecek kadar gözleri dönmüş, zıvanadan çıkmışlardır. 1. Dünya Savaşı başladığında Doğu Anadolu'da Rus ordularına katılıp Türklere saldırmış, yüzlerce yıldır birlikte yaşadığı millete ihanet etmiş, bundan sonraki gelişmelerin yaşanmasına sebebiyet vermişlerdir.
Ermeni Tehciri
Ermeni Meselesi'nin günümüzdeki odak noktasını oluşturan ve dünya kamuoyunda Türkiye'yi köşeye sıkıştırmaya çalışanların ''soykırım'' kabul ettiği olay, 1. Dünya Savaşı sırasında İttihat ve Terakki Hükümeti'nin aldığı ''tehcir'' kararıdır. Atatürk Araştırma Merkezi tarafından çıkarılan ''Türkiye Cumhuriyeti Tarihi 1'' kitabında tehcir olayı şöyle anlatılır: ''İç güvenliği ve cephelerde çarpışan Türk askerlerinin güvenliğini sağlamak için 27 Mayıs 1915 tarihli Geçici Kanun'u çıkartan hükümet, Çanakkale Savaşı'nın en yoğun günlerinde devletin yurt savunması, asayişin korunması ve hükümetin emirlerine karşı koyma, direnme veya silahlı tecavüzde bulunarak ayaklananlara karşı silah kullanma; silahla direnenleri de imha etme yetkisini ordu, kolordu, tümen ve mevki komutanlarına vermekte tereddüt etmemiştir. Ayrıca savaş esnasında casusluk ve bu tip ihanetlerde bulunan köy ve kasaba halklarını ayrı veya toplu surette başka yerlere gönderme yetkisi de komutanlara tanınmıştır. Burada devletin herhangi bir grubu kast etmediği ve savaş esnasında ordusunun ve insanların emniyetini korumayı amaçladığı dikkat çekmektedir. Sevk ve İskan Kanunu adını taşıyan bu kanun, Tehcir Kanunu adıyla da bilinmektedir.'' 30 Mayıs 1915 tarihli aynı konuyla ilgili kanunda göç eden kişilerin taşınabilir malları ve eşyalarının arkalarından gönderileceği veya yanlarında götürülebileceği; taşınamaz eşyaların açık arttırma şekliyle satılıp ücretlerinin sahiplerine verileceği belirtilir. Bu işlemler için her çeşit güvenlik önlemi alınmıştır. Ermenilere göç sırasında taciz olursa bunu yapanların ve görevini ihmal eden devlet memurlarının Divan-ı Harp'te yargılanacağı kararlaştırılmıştır. Zaten sonraki yıllarda da işbirlikçi Nemrut Mustafa Paşa'nın huzurunda suçsuz insanlar haksız yere yargılanmış, ağır cezalara çarptırılmış, idam edilmiştir. İşin tuhaf tarafı ise 24 Nisan 1915'i ''soykırım'' günü ilan eden Ermeniler'in; Osmanlı'nın daha önce aldığı kararları reddetmesi ve karşı koyması üzerine 24 Nisan 1915'te derneklerinin kapatılarak evraklarının alıkonulması ve yöneticilerinin tutuklanması hadisesini ''katliam günü'' olarak bütün dünyaya ilan etmesidir.
Terör Estiren Eli Kanlı Örgüt: ASALA
Fahir Armaoğlu, ''19. Yüzyıl Siyasi Tarih'' kitabında Asala terör örgütünden ve gelişmelerden şöyle bahseder: ''1974 yılından itibaren Türkiye Cumhuriyeti, milletlerarası planda bir Ermeni Terörü ile karşılaştı. On yıl kadar süren bu terör sırasında Türkiye, birbirinden değerli birçok diplomatını kaybetti. Çünkü her terör hareketi kendi düşüncesine göre hedef seçer. Bu tarihlerdeki insanlık dışı metodları ile Ermeni terörü de milletine ve ülkesine hizmet etmekten başka amacı ve çabası olmayan, çok değerli Türk diplomatlarını seçti. Bu yolla sözüm ona, yılların gerisindeki bir Ermeni sorununa dikkat çekmek ve 1878'den sonra olduğu gibi bu sorunu milletlerarası politika alanına getirerek, Türkiye Cumhuriyeti'nin toprak bütünlüğünü parçalamak istedi. Dışarıdan ve hatta Amerika gibi güya dost ve müttefik devletlerden de destek gördü. Bütün bu mezbuhane gayretler bize bir şeyi öğretti: Türkiye'nin artık elindeki Ermeni Dosyası'nı açma zamanının geldiğini. Bu Ermeni terörü bize, şimdiye kadar bu konuda susmanın zararını ve hatasını da öğretti.'' Sözler açık ve nettir. Doğru söze ne hacet gerekir! Gültekin Ural'ın ''Ermeni Dosyası'' kitabındaki şu sözleri belirtmek gerekir: ''Yayınladıkları bildirilere göre ASALA'nın amaçları şöyledir: 1) İşgal altındaki Ermeni topraklarını kurtarmak; birleşik, demokratik ve sosyalist bir Ermenistan kurmak.(ASALA'ya göre Sovyet Ermenistan'ı kurtarılmış bölge, Doğu Anadolu'daki vilayetlerimiz Ermeni topraklardır.) 2) Topraklarına döndüklerinde, Ermeni halkına en azından kendi kaderlerini tayin hakkını tanımak. 3) Katliamın tarihi bir gerçek olarak Türkiye tarafından kabulünü temin etmek. 4) Türkiye'yi bu sebeple tazminat ödemeye mahkum etmek.'' Evet, gerçekler bütün çıplaklığıyla ortadadır. Ancak görmek istemeyen gözler körleşmiş duymak istemeyen kulaklar sağırlaşmıştır…
Hocalı Katliamı: Bir Cumhurbaşkanının Feryadı
Üniversitede yıllarımda bir dersimizde 26 Şubat 1992'deki katliamın görüntülerini izleyince resmen donmuştu kanım. O dakikalarda neredeyse hüngür hüngür ağlayacaktım ve bir sel olup akacaktı gözyaşlarım. Her nasılsa kendimi zor tuttum ve gözyaşlarımı içime, belki de kalbimin, ruhumun, gönlümün derinliklerine gizlice akıttım. Gözleri dönmüş, kalpleri mühürlenmiş, vicdanları yok olmuş, yüreklerinde merhametin kırıntıları dahi kalmamış Ermeni teröristlerin kelimelerle ifade edemeyeceğim katliamlarından dolayı insanlığımdan utandım. Onlarla aynı yeryüzünde yaşadığım için kendimi şanssız ve bahtsız hissettim. Banu Avar'ın ''Sınırlar Arasında'' kitabında, dönemin Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'in sözlerini okuyalım: ''Ermeniler, bizim topraklarımızı zapt etti. İşgale uğradık. Topraklarımıza tecavüz edildi. Bir milyon insan evsiz kaldı. Büyük devletler bizi eşit durumda değerlendirdiler, aynı teraziye koydular Adaletten bihaberlerdi. İkili yanaştılar. Aynı Türkiye'ye yaptıkları gibi. Çok yanlı davrandılar. Biz her ne olursa olsun bu toprakları geri alacağız. Hocalı'daki soykırım dünyada eşi benzeri olmayan bir soykırımdır. Yaşlı, civan, körpe demediler, hepsini kırdılar ve uluslararası kurumlar gözlerini bağladı. Birleşmiş Milletler de sustu. Topraklarımız azat olana dek Ermenistan'la hiçbir işbirliğine girmeyiz, dedik. Ama baskıları hiç azaltmadılar; Türkiye gibi bizi de hiç rahat bırakmadılar. Şimdi Türkiye Ermenistan'a kapılarını açsın diye kanun çıkartıyorlar. Bu onların mahiyetidir.'' Bu sırada araya Banu Avar giriyor ve şöyle diyor: ''Arkalarında büyük devletlerin çıkarları var.'' Aliyev devam ediyor: ''Tabii ki! Yoksa tek bir Ermenistan nedir ki! Ahalisinin yarısı çıkıp gitmiş, kalanlar sefil. Ama arkada büyük devletler ve lobi var. Büyük devletlerin çıkarları var. Bizim problemimiz bu.'' Görüldüğü gibi emperyalist güçler devreye girince işin rengi değişiyor. Yüzlerce sene dostça yaşayan halklar gün gelince birbirine düşman kesiliyor. Olan yine suçsuz günahsız masum insanlara oluyor. Habil ve Kabil'den beri akan kan durmak bilmiyor. İstesek de istemesek de tarih bütün trajedisiyle yaşanmaya devam ediyor.
Sonuç
Atatürk'ün, ''Ermeni meselesi denilen ve Ermeni milletinin gerçek olmayan isteklerinden çok, dünya kapitalistlerinin iktisadi yararlarına göre çözülmek istenilen mesele.'' ve Stalin'in ''Eski emperyalist diplomasi kurtlarının boş yere kafa patlattığı sözde Ermeni Meselesi'' diye açıkladığı bir meseledir Ermeni Meselesi. Oluşumu uzun bir tarihsel sürecin ürünüdür. Bu süreçte her iki taraftan da kayıplar yaşanmıştır. Eski dilde söylersek ''kıtal'' yani ''karşılıklı katletme''nin olduğu tarihi gerçektir. Emperyalist güçlerce kışkırtılan Ermeniler oyuna gelmiş, Türk ordularını arkadan vurmuş, savunmasız halka ağır işkenceler, türlü eziyetler yaparak onları katletmiştir. 1. Dünya Savaşı sırasında iç güvenliği sağlayıp cephelerde güçlü olmak isteyen Osmanlı Devleti ''Tehcir Kanunu''nu uygulamak zorunda kalmıştır. Tehcir sırasında hastalıkların, iklim ve coğrafya koşullarının, Ermeni çetecilerin daha önce Türklere yaptıklarından dolayı kendi akrabalarını, yakınlarını kaybeden ve bu yüzden Ermenilere kin besleyen bazı Türk gruplarının saldırıları neticesinde Ermenilerden ölenler olmuştur. Fakat yaşanan olaylar asla soykırım değildir. Mehmet Perinçek'in ''Taşnak Partisi'nin Yapacağı Bir Şey Yok'' kitabında Taşnaksutyun Partisinin kurucularından ve Ermenistan'ın ilk başbakanı olan Ovanes Kaçaznuni ''Ermeniler, Müslüman nüfusu katletmişlerdi, bu nedenle Türklerin aldığı tehcir kararı doğrudur ve uygundur.'' demiştir. Kaçaznuni ayrıca ''Olgu, affedilemez olgu şudur ki, savaştan kaçınmak için hiçbir şey yapmadık, tam tersine savaşa biz yol açtık.'' diyerek yaptıklarını itiraf etmiştir. Yine Mehmet Perinçek'in özellikle İran, Rusya, Ermenistan ve Azerbaycan'da yayınlanarak önemli tartışmalara yol açan ''Rus Devlet Arşivlerinden 150 Belgede Ermeni Meselesi'' kitabını incelersek Ermeni Meselesi'nde Türklerin haklı olduğunu, hem önde gelen Rus devlet adamları, gazetecileri ve aydınları hem de Ermeni devlet adamları, gazetecileri ve aydınları çok açık ve net biçimde ortaya koymuştur. İlla ki soykırımdan söz edilecekse 1992'nin 25 Şubat'ını 26'sına bağlayan gece ve sonrasındaki ''Hocalı'' düşünülmelidir. Bütün dünyanın gözleri önünde sergilenen insanlık suçu soykırım olarak kabul edilmelidir. Türkiye ile Ermenistan arasında barış ortamının yaşanması isteniyorsa Ermeni Diasporası ve onun yerli uzantıları haksız, vicdansız, ahlaksız ve iğrenç soykırım suçlamasından derhal vazgeçmelidir. Ermenistan dışında sadece Ermenilerin yaşadığı dünyadaki tek köyün (Vakıflı) de Anadolu’da bulunduğunu, bunun dünyada eşi benzeri olmadığını belirtmem gerekir. Her şeye rağmen Anadolu halkının derin sağduyuya sahip olduğu ve farklı dinleri, kültürleri, renkleri zenginliği kabul edip birlikte yaşama becerisinin en güzel örneklerinin yaşandığı tarihi bir hakikattir. Türkiye halkı olarak bizler herkesle dost ve kardeş olmasını çok iyi biliriz. Yeter ki dünyayı kan gölüne çeviren emperyalist-kapitalist güçler kirli ellerini halkların üzerinden çeksin ve iğrenç emellerini bu soylu toprakların onurlu insanlarına uygulamaktan vazgeçsin.
Çok güzel tarihsel bir yazı olmuş.
Kalemine Sağlık hocam her daim başarılar
Kaleminize sağlık hocam. Tarihi bilenlerin gençleri aydınlatması yolunda önemli bir hizmet
Kaleminize sağlık.