Tayyip Erdoğan’ın 50+1 sistemi ideolojik pozisyonları işlevsizleştirdi, hatta yer yer anlamsızlaştırdı. İki taraf için de geçerli bu: İktidar cephesi iktidarını muhafaza için ideolojik pozisyonunu ve iddialarını törpülemek zorunda kalıyor. Muhalefet cephesi ise “devirmek” için gerekli 50+1 barajı nedeniyle çok daha ağır biçimde ideolojisizleşiyor. Farklı yapılar bir şekilde iktidarı elde tutmak yahut elde etmek için bir araya gelmek zorundalar, bu yüzden sürtünmesi azaltılmış ortamlar yaratıyorlar.
İdeolojisizlik kanaatimce tehlikelidir, zira sık sık vurgularım ki teori yoksa yönünüzü bulamazsınız, sorunları çözmek şöyle dursun, tespit dahi edemezsiniz. Fakat bunun ötesinde pratikte bir ayrışmayı da tetiklemiş görünüyor: Tatmin/çözüm dikotomisi. Basitçe, mevcut ideolojik aşınmanın zaruri olduğunu kabul edenler “çözüm”e (iktidarı elde tutma/elde etme) odaklanırken, bundan rahatsız olan yahut yeterince aşınamayanlar “tatmin”e yöneliyorlar. Özellikle muhalif cephede bu daha belirgin; çözüm olacağı iddia edilen yöntemlerde yanılmalar, başarısızlıklar tekrarlandıkça bu aşınmanın lüzumsuzluğu daha görünür oluyor. Fakat bir şekilde “ya çözüm, ya tatmin” kabulü peşin geldiğinden, bu çözümsüzlük manzarasında yalnızca tatmine yönelme var. HDP ise bu ideolojisizlik ve belirsizlik ortamında çok iptidai saiklerle seçmen bağı kurduğu için (etnik asabiye), mevcut sistemin yegane avantajlı partisi.
Bahsettiğim dikotomiye herhalde en iyi örneklerden birisi Zafer Partisidir. Zafer Partisi’ni, MHP’ye çözümsüzlük tepkisi gösteren İYİ Parti’ye benzer tepkiyi gösterenler kurdu. Fakat artık aradıkları çözüm değil; Türkiye’nin dertlerine yalnız bu yazıda kullanılan terim anlamıyla değil, en genel haliyle çözüm sunabilecek potansiyelden uzak bir parti ortaya çıktı, ancak çözüm vaatlerinden bunalmış ve bu vaatlerin beklediği törpülenmeyi reddetmiş kitleler, hiçbir şeyi çözmeseler de tatmini bu partide bulabiliyorlar. Parti İslamcı, Necip Fazılcı vb. tipleri içermeye başladığında yahut içerdiğini bu tatmin arayan kitle keşfettiğinde ise, kurulmasına neden olan tepkinin bu defa adresi oluyor; çözümsüz tatmin arayan yığınların beklendik kısır döngüsü.
Kılıçdaroğlu’nun “kazanamasam da deneyeceğim” mealindeki çıkışı, CHP’de de benzer bir tatmin arayışının parti siyasetindeki tazyikini belgeliyor aslında. Kılıçdaroğlu’nun adaylığını destekleyenler Zafer Partililere benzer biçimde tatmin arıyorlar. İdeolojik saplantıları ve açlıkları var, bu saplantılar zafer getirmeyecekse bile, bu tarz-ı siyaseti dolaşıma soktukları için tatmin olmuş olacaklar. Başka türlü Türkiye’nin en büyük 2. Partisinin Genel Başkanı ve en büyük makamına adaylığını açıklamak üzere olan bir namzedin “Bu riski almak zorundayım. Başarılı olur muyum bilmiyorum… Ama deneyeceğim.” demesini açıklayamazsınız. CHP’ye hakim olan bir neo-sol damar, Kılıçdaroğlu nezdinde tatminini arıyor; geleneksel CHP solunun tepkileri bastırılıyor, CHP dışındaki tepkiler zaten şeytanlaştırılıyor.
Böyle bir ortamda kimileri çözüm uğruna aşınır, kimileri tatmin uğruna çözümü getirecek yöntemin kodlarını rafa kaldırabilirken, İYİ Parti yeniden hayati bir misyon üstlendi. Parti son dönemdeki HDP çıkışları ve Kılıçdaroğlu’nun zırvalarına yaptığı barajla tabanının kısm-ı küllisinin tatmin olmasını sağladı – çok uzun süredir İYİ Parti’den böyle çıkışlar bekleyen ve beklediğini bulamadıkça uzaklaşan yahut küsen taban, partisine daha sıkı sarıldı. Kamuoyunda çözüm olarak görülen iki belediye başkanından birini, yahut şahsen çözüm olarak gördüğüm Akşener’in adaylığı projesini İYİ Parti sunabilecek güçte ve cüssede – bu da onu çözüm arayışı olanların doğal adreslerinden biri yapıyor; küçük, marjinal yahut radikal bir parti değil. Hal böyleyken, İYİ Parti’nin Kılıçdaroğlu’nun “kazanamayacak olsa bile aldığı risk”ine karşı kazanmak için risk alıp hamle yapması, muhalif kitleleri derleyip toparlayabilir.
Bu derleyip toparlama işlevi çok önemli, zira literatür bize seçmen davranışında ve seçime katılmada en önemli meselenin “özgüven” olduğunu gösteriyor. Pietro Ortoleva ve Erik Snowberg, Overconfidence in Political Behavior başlıklı makalelerinde birçok ufuk açıcı bulgunun yanında şu tespiti yapıyorlar: Aşırı-özgüven (overconfidence) seçmenin sandığa gitmesini, partisine sadık olmasını ve siyasete katılmasını sağlıyor. Bu bağlamda bazı senaryolarda aşırı-özgüven, seçmenin belli konularda Dunning-Krueger etkisine benzer biçimde çok az ve çoğu zaman yanlı malumat edinip, bunu bilgi varsayarak özgüvenli bir şekilde sonuca ulaşmasını ifade ediyor. Bu özgüvenli seçmen siyasetin her kanadında var, ancak karşı cephede yokluğu durumunda siyasi aktörler kitlelerini daha iyi konsolide edebiliyor, bu sayede seçimleri “daha yüksek özgüvenli seçmen”e sahip oldukları için kazanıyorlar – ülkedeki seçmenlerin kahir ekseriyetine sahip oldukları için değil. Yazarlar bu fenomeni aynı zamanda komplo teorilerinin yaygınlığıyla da bağdaştırıyorlar: Lozan’a dair iki satır okumamış AKP’li, kulaktan dolma birkaç bilgiyle Lozan’ın 2023’te biteceğine inanabiliyor ve bu inancı bir kimya profesörünün karbonun kimyasal bağ potansiyeline dair bildiklerine olan inancından daha kesin.
Mevcut manzarada AKP kitlesinin özgüvenini artıracak hamleler yapıyorken, CHP muhalif kitleyi dağıtacak, şüpheye, kaygıya, çelişkiye, hatta iç çatışma ve kavgaya götürecek hamleler yapıyor. Sürecin yönetimi, sürecin çıkaracağı adaydan daha önemliydi ve nihayet kötü yönetim müstakbel adayın zeminini sarstı bile. Bu kadar dağınık ve kendi içindeki tartışmaları seçime kadar sürecek bir yapının kararsızlardan ve zayıf-AKP’lilerden ikna yoluyla oy almasını beklemek safdillik olur; hele sağ seçmenin en büyük önceliğinin “kazanana oynama” dürtüsüyle harmanlanan istikrar vurgusu olduğunu göz önüne alınca.
Böyle bir manzarada sayın Akşener’e büyük iş düşüyor. Kılıçdaroğlu’nun seçim kaybettirecek ve siyasi iletişim anlamında en objektif nazardan su götürmeyecek şekilde zırva kabul edilebilecek hamlelerine karşı uyanan muhalif tepki, doğru zamanda yapılacak bir çıkışla Türkiye’yi Erdoğan’dan ve Kılıçdaroğlu’ndan kurtarır. Üstelik, mevcut sistemin en avantajlı partisi HDP’nin parlamenter sisteme dönüşe karşı kuracağı barajı da engeller.
Akşener’den bu vazifenin gereğini yerine getirmesini bekliyoruz.
M. Bahadırhan Dinçaslan
metin alışık olduğum dinçaslan yazılarından daha kısaydı, ancak vurgu yapılan noktayı değerli buluyorum. neredeyse kurulduğu günden beri takip edip, 4 ay önce de üye olduğum zafer partisi'nin geldiği nokta beni yeniden akşener'in hamlelerini daha yakından takip etmeye yöneltti. özdağ'ın anlam veremediğim abd düşmanlığı - rusya'ya sıcak bakması ve ukrayna'ya haksız işgalini haksız görmemesi, sanırım partiden ayrılmamı sağlayacak. daha önce yine dinçaslan'ın seküler milliyetçiliğin adresinin zafer partisi olmadığını okuduğumda burun kıvırmıştım. haksızmışım. son olarak yazı için hazırlanan görsel şablonu değişmiş, kutlarım! oldukça profesyonel ve modernliği yakalamış bir tasarım şablonu olmuş.