Aklımın ermeye başladığından beri geçmişi merak eden, bizden önceki insanların eski tarihlerde nasıl yaşadıklarını ve bu "koca, yaşlı ve şişko dünya"nın nasıl bir süreç yaşadığını öğrenmek isteyen birisiydim. Bu yüzden, ortaokul yıllarımdan itibaren insanlık tarihinin geçmişine yönelmiş ve gazetelerin kuponlarından biriktirip evlerimizin raflarında en müstesna yerlere koyduğumuz ansiklopedilerden "tarih" okumaya başlamıştım. Tarihe olan bu ilgim lise yıllarımda da devam etmişti. Lisedeki derslerin içinde en sevdiğim ve en başarılı olduğum branş tarih idi. Ders kitaplarında okuduğum bilgileri ansiklopedilerden öğrendiklerimle destekler ve pekiştirirdim. Kopya çekmeyi başaramayan -ya da siz isterseniz kopya çekmeyi sevmeyen ve bunun kul hakkına girmek olduğunu düşünen deyin- bir öğrenciydim. Gerçekten hafızam beni yanıltmıyorsa pek kopya çektiğimi hatırlamıyorum ama sanırım birkaç tarih yazılısında arkadaşlarıma azıcık da olsa insani anlamda yardım etmeye(!) çalışmıştım. Neticede insanlık ölmemişti ya!
Yıllar içinde tarihe ilgi duymak ve okumak bende bir tutku yarattı. Bir ara dünya klasiklerini okuyup ilgi alanım edebiyata doğru kaysa ve kısa bir dönem edebiyat öğretmeni olmayı düşünsem de bu hayalimden vazgeçmiştim. İşimi şansa bırakmayıp üniversite tercihlerimin hepsinde "tarih" bölümünü işaretledim. İlk tercihim olan Konya Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih bölümüne girdim. Dört yıllık lisans eğitimi aldım. Hemen üstüne tarih alanında tezli yüksek lisansa başladım. İlk yıl ders aşamasını bitirmiştim ve ardından tez aşamasına geçecektim. O sırada bazı sebeplerden dolayı kayıt dondurup askere gittim ve kısa dönem askerliğimi yaptım. Sonra yüksek lisans maceram yarım kaldı ve bir şekilde bitti. Akademide öğretmen olma hayallerimden vazgeçip lisede bu ülkenin çocuklarına tarih öğretmeye karar verdim. Öğretmenlik yapabilmek için pedagojik formasyon eğitimi aldım. Özel sektörde 3-4 yıl çalıştım, devlet okullarında toplamda 1 yıla yakın ücretli öğretmenlik yaptım. Özel sektördeki maddi manevi sömürü düzenine isyan edip KPSS çalışmaya karar verdim ve yine zorlu bir sürecin sonunda atandım.
Kısa bir hayat hikayemi anlattım ve yazının girişi biraz uzadı sanırım. Üniversite yıllarımda tarih ve edebiyat okumalarım devam etti. Hocalarımdan yeni şeyler öğrenmeye, onların tavsiye ettiği kitapları almaya, kendi araştırmalarım sonucu keşfettiğim yazarların eserleriyle tanışmaya devam ettim. Çok iyi hatırlıyorum, üniversite 2. sınıftayken zorunlu ders kitaplarımızdan ziyade kendi isteğimle aldığım kitapları okumaya ağırlık vermiştim. Hem tarihçi hem edebiyatçı olması dolayısıyla bunların başında Hüseyin Nihal Atsız'ın eserleri geliyordu. Romanlarını çok büyük keyifle ve heyecanla okuyor, milli kahramanlarımızın destansı hayatlarının ve Türk tarihinin içine giriyordum. "Bozkurtların Ölümü", "Bozkurtlar Diriliyor", "Deli Kurt", "Ruh Adam" gibi romanlarından büyük bir edebi lezzet alıyordum. "Çanakkale'ye Yürüyüş/Türkçülüğe Karşı Haçlı Seferleri", "Türk Tarihinde Meseleler" kitaplarında denemelerini okuyup bir yandan tarih bilincimi arttırıyor bir yandan onun hayat hikayesini daha ayrıntılı biçimde öğreniyordum. "Yolların Sonu" şiir kitabıyla o sert ve tavizsiz yazılar yazan dava adamının nasıl da romantik şiirleri olduğuna şaşırıyordum ve hafızamıza kazınan dizeleri unutamıyordum. Türk Tarihinde Meseleler kitabındaki şu sözleri belki de öğretmenlik hayatımın rehberi oldu: "Edebiyat, tarih, coğrafya dersleri okutmakla güdülen gayelerden birisi de, gençlere, millet ve yurt sevgisi aşılamaktır. Bu işin hiç yalan söylemeden, gerçekleri değiştirmeden yapılması gerektir. Çünkü yalancılık üzerinde kurulmuş yurtseverlik olamayacağı gibi, gerçeklerin değiştirilmesinden de hiçbir erdem doğmaz. Çocuklar, kendi edebiyatlarını ve tarihlerini okurlarken düşünürler, muhakeme yaparlar, sevinirler, kızarlar, beğenirler, tenkid ederler; fakat sonunda bütün zaferler ve bozgunları ile iyi ve kara günleri ile Türk tarihi, Türk kültürü, Türklük sevgisi gönüllerinde yer eder. Hatta bazen bütün o okunan cilt cilt kitaplardan, akıllarda hiçbir şey kalmasa da gönüllerde bir milli sevgi ve inanç kalır ki, istenilen ve beklenilen de esasen odur." Şimdiye kadarki öğretmenlik hayatımda bir nevi bu sözleri ülkü edindim. Bu milletin çocuklarına tarihimizi sevdirmeyi amaçladım. Onlara sadece kuru ve ezber bilgiler öğretmenin hiçbir faydası olmayacağını, böyle yapmanın onları tarih derslerinden ve milli bilinçten uzaklaştıracağını iyi bildiğim için bu hatalara düşmemeye çalıştım. Öğrencilerime her zaman tarihi roman okumalarını söyledim hatta söylemekle kalmayıp her sene birkaç tane tarihi roman okuttum. Aldıkları projelerde tarihi roman kitaplarını sorumlu tuttum.
Bütün bunları anlatmamdaki amaç nedir, bu satırları niye yazdım? Çünkü tarih, bir ulusun genetik hafızasıdır. Hafızasını kaybeden milletler tarih bilincinden yoksun kalır ve artık onların yeri tarihin mezarlığıdır. Sosyal medyada çılgınca "story (hikaye)" atmayı seven bir milletin biraz da "history (tarih)" öğrenmesi şarttır. Bu hikayede yanan biz olmayalım diye sağlam ve doğru bir tarih bilinciyle kuşanıp hayata karşı tavır almamız tarihin tunç yasasıdır. Orhun Abideleri (Göktürk Kitabeleri)'nde Bilge Kağan'ın "Türk milleti il yaptığı ilini elden çıkarmış, kağan yaptığı kağanını kaybedivermiş. Çin milletine beylik erkek evlâdı kul oldu, hanımlık kız evlâdı cariye oldu. Türk beyler Türk adını bıraktı." sözleri aklımızdan hiç çıkmamalıdır. Yine kendi ulusunun yaptığı yanlışları önlemeye çalışıp onları elinden geldiğince uyaran, kendilerine çekidüzen vermezlerse "Türk milleti, öleceksin!" diyen haykırışları tarihin derinliklerinden kulaklarımızı çınlatmaktadır! Binlerce yıllık büyük ve zengin bir Türk kültürü yaratan atalarımızın kemikleri sızlamaktadır. Mezarlarından çıkıp yüzlerimize tükürseler belki de haktır! Ey Türk milleti, titre ve kendine gel, özüne dön! Titreyip kendine gelmezsen bu coğrafyada yaşaman ve yok olmaman mucizelere kalacaktır...
Yazını ilgi ile okudum. Çok beğendim. Gelecekte de ilgi ile takip edeceğim.
Yazılarınızı keyifle okuyoruz.
Salih Şenöz kardeşim gibi sevdiğim birisidir. Her zaman duyarlı kişiliği ile tanırım kendisini. Aynı zamanda cesurdur. Zaten hem cesur hem bilgili olmayan toplumlar düşünemez, sorgulayamaz. İyi bir örnek olduğu için Salih Şenöz'ü tebrik ediyorum. Yazıların devamını bekliyoruz.
Yazılarınızın devamını dilerim hocam başarılar
Geçmişini bilmeyen geleceğine yön veremez
Okunan cilt cilt kitaptan bize kalan... Milli sevgi ve inanç. İşte en büyük servet bu bence de. Başarılar diliyorum Salih Hoca'm
Kaleminize sağlık.
Çok güzel bir yazı.