Tek bir söz, tek bir sözcük, bir ayaklanmayı bastırabilir mi? Milattan az evvel 47 yılında, Büyük Sezar bunu başarmıştı. Roma’yı kasıp kavuran büyük iç savaşta, 15 yıldır Sezar’la birlikte savaşan ve hiç izin kullanmayan, üstelik ödeme de alamayan lejyonlar, savaşmayı reddetmişlerdi. Vaktiyle kendisini kaçıran korsanları fidyesini az bulduğu için azarlayabilen karizmasıyla Sezar, lejyonların karşısına çıkmıştı. Tek bir kelime kullandı: Vatandaşlar!
Sezar vatan sevgisini, onların bir vatanı paylaştığını mı gündeme getirmişti, kalplerini böyle mi kazanmıştı? Hayır; çok daha incelikli bir laf etmişti aslında: Askerler yerine vatandaşlar diyerek, görevlerinin bittiğini, hepsinin terhis edildiğini vurgulamıştı. Evet, 15 yıldır yanında savaşan ve zaferden zafere koşan lejyonları, binlerce askeri tek bir sözcükle terhis ettiğini beyan etmişti. Sözlerinin devamı geldi ama dinlemediler bile. Çok geçmeden hepsi Sezar’a affedilmek için yalvarmaya başlamışlardı, onlar “asker” kalmak istiyorlardı, sıradan vatandaşlara dönüşmek istemiyorlardı.
Retorik budur. Süslü cümleler kurmak, “şov” yapmak değildir. İkna etmektir, zihnindeki fikri muhatabına aktarmaktır. Benimsetmektir.
Retorikten bahsedince Aristo’dan bahsetmemek olmaz tabii, Aristo, retoriğin temelde üç boyutta “hitap” işlevi üstlendiğini söyler: Logos, ethos ve pathos. Logos, insanın mantığına hitap eder, ethos ahlak anlayışına, pathos ise duygularına. Bir konuşma yazılırken, yahut metin kurgulanırken, muhatabın bu üç boyutuna hitap edersiniz. Bunlardan birini daha çok tercih etmek isteyebilirsiniz: Mesele ettiğiniz husus mantık zemininde anlamsız olabilir, yahut argümanlarınızın mantıktan yoksun olduğunun farkındasınızdır. O zaman ahlaka yahut duygulara hitap etmek isteyebilirsiniz. “Yiyor ama çalışıyor” argümanı ise tam tersidir, ortada ahlaksızlık vardır ama mantıklı bir argüman sunmaya çalışırsınız.
Soru: “Sen Keje için ne yaptın? Ben en yakın arkadaşımı sattım!” repliğiyle hafızamıza kazınan Eşkıya filmi karakteri, ahlaka mı hitap eder, duygulara mı?
Retorik deyince bilmemiz gereken bir diğer husus da, beş kaide: inventio, dispositio, elocutio, memoria ve pronuntiatio. Dikkatli okur, Grekçeden Latinceye geçtiğimizi fark edecektir, bu kavramların Grekçe karşılıkları varsa da, retorik Roma senatosunda kamil halini aldığından, kaidelerin Latinceleri daha yaygındır.
Inventio
İcat. Hangi argüman, seni ikna hedefine götürecektir? Üç boyuttan yukarıda bahsetmiştik, bu üç boyutun her birinde argüman yaratmak için bir çaba vermen gerekir. Bunu arkaplan ve vitrin diyerek ikiye bölelim: Evvela arkaplanda argümanın üzerine düşünürsün, süzgeçten geçirirsin, değerlendirirsin. Sonrasında muhatabına sunarsın; ancak bu düşünce sürecini, özellikle kendi sorgulamalarını vitrine koyabilirsin. Yani argümanını oluştururken geçtiğin merhaleleri, argümanının parçası haline getirir, anlatırsın. Socrates’in ümmi bir köleye sorular sorarak problem çözdürebilme hikayesi aslında retoriğin bu tarafıyla ilgilidir.
Dispositio
Argümanlarını buldun, pekala bunları nasıl sıralamak lazım? Dispositio, yani tanzim, argümanların nasıl bir algoritmaya göre sıralanacağını inceler. Latinler evvela meseleyi “tanıtır”, sonra “anlatır”, sonra “parçalar” ve parçaları irdeler, sonra “teyit eder” yani kanıtlarını sunarlar, sonra “karıştırır” yani muhtemel karşı argümanları ele alarak onları çürütür ve sonuca varırlarmış. Bu her zaman böyle olacak değildir; ancak özellikle avukat dilekçelerinin hemen her zaman bu örüntüyü tekrar ettiğini görürsünüz.
Elocutio
Argümanlarını buldun, bunları nasıl sunacağının şemasını hazırladın, işte elocutio, “nasıl” sorusun cevabıdır. Nasıl sunacaksın? Duygusal bir dille mi? Öfkeyle mi? Hitler’in konuşmaları incelendiğinde, mesela, yavaş, hatta tutuk başlayan, sonra yükselen ve zirvede aniden kesilen bir örüntü olduğu görülür. Hemen herkesle dalga geçmesi ve epey sivri bir dille aşağılamasıyla meşhur Don Rickles, yüksekten girer, olabilecek bütün hassasiyetleri zedeleyerek güldürür, fakat sonunda duygusal ve samimi bir konuşma yapardı.
Elocutio konuşmanın yahut metnin stilidir. Birinci bölümde bazılarını ele aldığımız retorik tertiplerin kullanımı da bu stille ilgilidir. Tertipleri, icat ettiğin argümanları sunmak için, kurguladığın şemada yerine oturtursun.
Memoria
Hafıza. Evvela, konuşma yapıyorsan, konuşmanı aklında tutabileceksin. Günümüzde prompter denen cihazlar var, konuşma yapanların konuşmalarını kitleye fark ettirmeden okuyabilmelerini sağlıyor. Ancak prompter konuşmayı mekanikleştirebilir. Zira bu makineyi kullanarak “doğal” algılanan bir konuşma yapmak çok zordur, yıllarca yapmış olmayı gerektirir. Siyasi parti liderlerinin herhangi bir zamandaki konuşmasıyla, grup konuşmalarını karşılaştırın: Grup konuşmalarının ikna ediciliği daha düşüktür, zire memoria eksikliğinde, elocutio da kaybolur.
Sonra, konuşmayı öyle yapmak, metni öyle yazmak lazım ki, akılda kalsın. Kısa cümleler, iç kafiyeler, vurucu çıkışlar; bunların hepsi konuşmayı akılda kalıcı yapar. Tabii bir de, metin yazarının hafızası önemlidir: Uygun anlarda uygun referansı verebilmek, uygun alıntıyı yapabilmek gerekir. Güçlü bir hafıza, iyi bir metnin en önemli gerek-şartlarından biridir.
Pronuntiatio
“Nasıl” sorusunun nicel cevabı pronuntiatiodur, yahut “ifade”. Sesin nasıl? Vurgulamalar, tonlamalar nasıl? Yahut, taklide başvuruyor musun, birinin sözünden alıntı yaparken mesela, sesini değiştiriyor musun? Kitlenin özelliklerine göre şiveye başvuruyor musun?
Pronuntiatio yalnızca konuşmada öne çıkan bir kaide değil; metnin de biçimsel özellikleri bir ifade taşır. Evvela, noktalama işaretleri. Sonra, metnin iki yana yaslı olması, hatta kullanılan font özelliği, ifadeyi taşıyacaktır. Bugünlerde “smiley” dediğimiz konseptten de yararlanıyoruz. Yine sosyal medya kültüründe BÜYÜK HARFLERLE YAZINCA BAĞIRMA HİSSİ YARATIYORUZ.
Retorik, elbette bunlardan ibaret değil, birinci bölümde değindiğimiz gibi, etkili bir konuşmanın genelgeçer bir formülü yok. Fakat retoriğin teorisine ve tertiplerine hakim olan, bu konuda alıştırmalar yapan, mevcut metinleri bu gözle irdeleyerek özümseyen bir zihin, hemen diğerlerinden ayrışacaktır.
Girişi, tek bir sözcüğün nasıl bir etki yapabileceğine dair bir örnekle yapmıştık. Kapanışı da öyle yapalım. Çağımızın en büyük hatiplerinden Churchill’in The Scaffolding of Rhetoric makalesinden, ki İngilizce bilen okurlara mutlaka tavsiye ederim.
“İskoçlar sert ve dour insanlar olarak tasvir edilirler. Dour nadir ve alışılmamış bir sözcük; fakat [bu bağlamda, bu sözcük] Anglo-Sakson zihnine ‘soğuk, gri, haşin, adil, tutumlu ve dindar toprakların insanların karakteri’nden başka hangi anlamı aktarabilirdi?”
Kapanış sorusu: Dour sözcüğünü bu bağlamda Türkçeye hangi kelimeyle çevirirdiniz? İpucu: Adıyla müsemma olmayan birinin lakabı. (Soruların cevaplarını yorum kısmına yazabilirsiniz.)
M. Bahadırhan Dinçaslan
Etkili Hitabet Sözlüğü I - Retoriğin Sırları (Birinci Bölümü okumak için tıklayınız)
Etkili Hitabet Sözlüğü III - Etkileyici Metin Örnekleri (Üçüncü Bölümü okumak için tıklayınız)
Etkili Hitabet Sözlüğü IV - Türkçenin Sırları (Dördüncü Bölümü okumak için tıklayınız)
TamgaTürk okuyucusuna mektup:
Sevgili okur, TamgaTürk Türk milliyetçilerinin ve Esir Türk Topluluklarının sesi olmak için yola çıktı. Haftalık bültenimize abone olarak, ya da Patreon hesabımıza bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz.
Abone olmak için [email protected] adresine e-posta atınız.