“Dır, tir… Dır, tir… Dır, tir…” Hep böyle konuşan bir siyasetçimiz vardır. Çoğunuz hatırlamıştır. “Ne yapmıştır, ne yapmak istemiştir”, “Bu anlama gelmektedir”, “Kaynağını şuradan almaktadır” diye giden konuşmaları vardır. Bu konuşmalar çok sıkıcıdır. Böyle konuşarak neyin hedeflendiği akla gelmemektedir. Beş dakikadan fazla dayanılmamaktadır.
Retoriğin kaidelerine, teorisine değindik, örnek metinler inceledik. Bir de “ne yapmamak gerektiği” sorusuna cevap vermek gerekiyordu elbette. Bu sorunun cevabı kullanılan dille bağlı ve kayıtlıdır, o yüzden örnekleri Türkçeden vereceğim. İlk olarak, tabii, yardımcı fiilimiz “imek”i ele almalıyız.
Bu fiil, çoğu kaynakta “ek fiil” olarak geçiyor, yardımcı fiil olarak değil. Fakat literatürde yardımcı fiil olarak gösterilen fiillerimiz, basbayağı fiildirler. İngilizce başta olmak üzere dünya dillerinde görülen auxiliary fiilimiz yalnızca imek fiilidir demenin doğru olduğu kanaatindeyim.
Bu fiilin arkaik hali “ermek” idi, “…Türk budun ilingin törüngün kim artati udaçı erti?” diyoruz ya, son kısmı “kim bozacak idi?” diye aktarabiliriz. O çağdan bu çağa, imek fiili, isim soylu sözcüklerin fiilleşmesini ve çekilebilmesini sağlamak başta olmak üzere birçok işlevle donanmış. Birleşik zamanlı bir çekim yapacağımız zaman da kullanırız (Gelmiş idim / gelmiştim), isimleri fiilleştirirken de (Gelen annem idi / annemdi) kullanırız. Bir de bildirme işlevi vardır: Bildirme işlevi var demek mümkün, ama vardır dediğimizde, bildiren bir anlam baskın oluyor.
İşte, özellikle bu ikinci anlamı, hem yazılı hem sesli metinlerin kabusudur. Elbette bu Türkçede var olan bir özellik ve yeri geldiğinde kullanılmalı, ancak sürekli tekrarı, yalnızca monotonluk hissi verecek, dinleyici yahut okuyucuyu rahatsız edecektir. Mesela az evvelki cümlede, yeri geldiğinde kullanılmalıdır deseydim, bildirme işlevini çok sık ve gereksiz yere kullanmış olacaktım.
Bu yüzden, birinci kural, “-dır, -tir”den mümkün olduğunca kaçınmak. Bunun yolu da hikayeleştirmekten, etken bir dil kullanmaktan geçer. İlk paragrafı şöyle yeniden yazalım:
Hep böyle konuşan bir siyasetçimiz var. Hatırladınız mı? “Ne yapmıştır, ne yapmak istemiştir” diye konuşur. Bu konuşmalar insanı sıkar. Neden böyle yapıyor bilmiyoruz. Fakat beş dakikadan fazla dayanamıyoruz.
Etken bir dilden bahsettik. Nedendir bilinmez, bizde tumturaklı konuşma yapmak isteyen hep edilgen çatılar kullanır. Birkaç gün önce twitterda akademik makalelerde edilgen çatının ve dilin çok fazla kullanıldığından şikayet eden bir tweet görmüştüm; sonuna kadar haklıydı. (Tweeti arayıp bulamadım, bulan olursa yazının yorum kısmına bırakabilir.) “Yapılmaktadır”, “söylenmektedir” gibi ifadeler bunaltıcı bir şekilde tekrarlanıyor. “Türkiye’de hukuka zincir vurulmuştur, hak arama yolları tıkanmıştır, yönetim liyakatsizler tarafından ele geçirilmiştir” demek yerine, “Yönetimi ele geçiren liyakatsizler hukuka zincir vurdular, hak arama yollarını tıkadılar” demek, özellikle seslendirilecek olan bir metnin etkileyiciliğini arttırır. Burada da, tabii, eklemek lazım: İmek fiilimiz gibi, edilgen çatı da Türkçenin bir özelliğidir, yeri gelince kullanılır. Fakat sürekli edilgen çatı kullandığınızda hem muğlaklık yaratır, hem etkileyiciliğinizi kaybedersiniz.
Bir diğer husus, tekrardan kaçınmak. (Retorik tekrar hariç) Dır-tir cümlelerinin tekrarından kaçınmak, edilgen çatıların tekrarından kaçınmak gibi, sözcük tekrarından da kaçınmak gerekir. Eşanlamlılar burada devreye girer ve hayat kurtarır: Bir önceki cümlede hayat dediysen ve cümlenin yapısı gereği birkaç kez de tekrar etmen gerektiyse, mesela “Hayatımıza yön vermeye karışıyorlar, insan hayatı gibi girift bir meselede, küçük beyinleriyle özel hayatımızda tasarruf sahibi olabileceklerini onlara düşündüren nedir?” dediysen; “Yaşamımıza kimsenin karışmasına müsaade etmeyeceğiz” diye devam etmelisin.
Bir de, tabii, sıkışınca kolay sığınılan ifadeler, meşhur olan terkipler vs. var. Bunlardan en sevimsizi, en gereksizi, “noktasında” denen garabet. Her pozisyonda oynayan topçu gibi, sayısız işlevde, sayısız amaçla kullanılıyor. Eğer telmih yoluyla geçmişe referans verip ba harfinin altındaki noktadan bahsetmiyorsan, “noktasında” ifadesini kullanmamayı seçerek etkili bir hatip olma yolunda dev bir adım atabilirsin. “Dolayı”, “dolayısıyla” gibi ifadeler de öyle; bunları bir yerde kullandıysan, yeri gelince bu defa başka bir ifadeyle bağlamayı tercih et.
Üzerinde uzun süredir düşündüğüm bir başka mesele var: Erkek Türkçesi ve kadın Türkçesi. Buna dair hala çalışıyorum, net bulgularım, sınanmış tespitlerim yok. Ancak fark ettim ki, bir metnin kadının mı, erkeğin mi elinden çıktığı anlaşılıyor. Mesela yeterli uzunlukta bir kısa mesajı atanın kadın mı erkek mi olduğunu, cinsiyet belirten hiçbir ifade yahut cinsiyetle özdeşleşmiş hiçbir kullanım olmasa da, çoğu zaman anlıyoruz. Kadınların daha kibar olması vs. ile, yani üslupla ilgili değil bu, sanıyorum kelime kullanım frekansıyla ilgili. Kadınlar bazı kelimeleri, erkekler bazı kelimeleri daha fazla ve -sanırım- nüanslarla kullanıyorlar. İyi bir hatibin buna da dikkat etmesi gerekir; yalnızca cinsiyetiyle uyumlu konuşmak için değil; kadınlardan oluşan bir topluluğa hitap ederken mesela, keşfettiği kadın Türkçesi özelliklerini kullanabilir. Dediğim gibi hala üzerine kafa yorduğum bir konu olduğu için detaylandıramıyorum, ancak benden daha bilgili ve zeki bir hatip bunu keşfedebilir diye değinmek istedim.
Türkçenin bir başka özelliği de, arkaik kullanımın verdiği destansı hava. (Diğer dillerde de aşağı yukarı böyledir) Mesela -ende, -anda ekiyle güncel Türkçede çekim yapmıyoruz, ama hamasi bir konuşma yapacaksak, kullanabiliriz. Yahut şive, hitap edilen kitlenin özelliklerine göre, ikna ediciliğinizi arttırabilir. Güncel dilin dışına çıkan bir üslup cambazlık gerektirir, ince bir ipin üstünde dozu doğru ayarlayarak kullanırsanız başarılı olur, fakat sindirmediğiniz, tam hakim olmadığınız bir alana girerseniz suni algılanabilirsiniz.
Türkçeye mahsus değil, cümlelerin uzunluk-kısalığı da metnin etkileyiciliğini belirler. Çok uzun yahut çok kısa cümlelerin tekrarı zararlıdır. Araya kısa cümleler koymak gerekir. Bu kısa cümleler retorik araçlarıyla bezenebilir. Bu sayede konuşmacı, dinleyicinin dikkatini kazanabilir. Sonra bir uzun cümleyle, edebi bir üslupla, attığı ateşli nutkun şahikasında tanrıya kaldırdığı eli, delici bakışlarıyla kitleye çevirip, kalplerinin en metruk köşelerine, zihinlerinin en karanlık kuytularına uzanabilir.
Kelimelerin doğru anlamında kullanılması gerektiğine, imla ve dilbilgisi kurallarına hakim olmak gerektiğine hiç değinmedim. Ortaokuldan sonra zaten bunu başarmış olmalısınız. Devam yazısını, meraklılarla sanal ortamda bir araya gelerek, birlikte bir metin kaleme almak suretiyle yazmak niyetindeyim. O zaman kendisini pek belli etmeyen ancak hayati görünen birçok husus da gün yüzüne çıkacaktır. Devam yazısı gelene dek, eski adamların en basit yazışmalarının dahi neden çok etkileyici, edebi hissettirdiğine dair kafa yorunuz.
M. Bahadırhan Dinçaslan
Etkili Hitabet Sözlüğü I - Retoriğin Sırları (Birinci Bölümü okumak için tıklayınız)
Etkili Hitabet Sözlüğü II - Retoriğin Teorisi (İkinci Bölümü okumak için tıklayınız)
Etkili Hitabet Sözlüğü III - Etkileyici Metin Örnekleri (Üçüncü Bölümü okumak için tıklayınız)