Yazı dizisinin önceki bölümlerinde en genel hatlarıyla dahi olsa retorik kuramını, kaidelerini, tertiplerini, araçlarını ortaya koymaya çalıştık. Ancak bunları teker teker bilmek yetmez; etkileyici metinlerin neden etkileyici olduklarını uzun uzun düşünmek, yaratıcı metin yazarının yahut hatibin yaptığı “inovasyon”ları bulmaya çalışmak, evvela taklit ederek sindirmek gerekir. Aşağıdaki örnekler, çeşitli zamanlarda, çeşitli ülkelerde konuşmalar yahut metinlerden aldığım en etkileyici kısımları içeriyor. Retorik tertiplerin, söz sanatlarının yanında, metinlerin kurgusunu, sözcük tercihlerini, iç kafiyeleri vs. de görmeye çalışınız.
Ben herkesin sevdiği insanları sevmeye mecbur değilim. Hele psikanalizin ortaya koyduğu hakikatlerden sonra tahteşşuurlarındaki zulmetlerle, gönüllerinde yaşayan ifritlerle hiçbir insanı sevilmeye layık bulmuyorum. Bütün didinmelerden sonra büyük kâinat manzumesinde meçhul bir zerre olacağımızı düşünüyor ve bu kadar boş bir neticeye varmadan önceki şu kısa misafirlikte insanların vicdanına karışmak hamakatını gösterenlere acıyorum. Hiçbir hakiki bahtiyarlığın bulunmadığına kani olduğum dünyada tek vazife ve teselli bildiğim ülkü, şahıslardan sıyrılmış yüksek bir duygu ve düşüncedir. O, çirkin yüzlü ölümü bile güzelleştirip bir sevgili gibi bağrımıza bastırır. Hayatın zehir zemberek kasırgalarını ruhumuzda nisan rüzgârı gibi estirir. Acıların önünde bizi granit heykeller gibi susturur. Ben bu yolun üzerindeyim. Onun içindir ki, oğluma zengin olmasını, bahtiyarlık için çalışmasını değil, Turan’ı kurtarmak için yapılacak kutlu savaşta şehit olmasını vasiyet ediyorum. Savcı beğenmese de, bütün dünya hoşlanmasa da ben böyleyim işte…
H. N. Atsız – 1944 Savunması
En fakir İngiliz, kulübesinde Kraliyetin bütün güçlerine meydan okuyabilir. Kırılgan olabilir, çatısı sallanabilir, içinden rüzgar geçebilir, tavanından yağmur girebilir ama İngiliz Kralı giremez. Kralın bütün gücü, bu harabenin eşiğinden geçmeye cesaret edemez!
William Pitt, Chatham Lordu
İdealsiz cemiyetlerde, ihtiyar ve yatalak, uyuşuk ve mıymıntı cemiyetlerde gençlik, davasız ve teşkilatsız bir parazit sürüsüdür. Bütün ateş çağı, dinamizm ve kahramanlık çağı evle okul, kahveyle okul arasında geçen bu şaşkın ve avare yığınının başı omuzlarının arasına kaçmış, bakışları ürkek ve solgun, sesi kısıktır. Talimatnamelerin demir korsası, geçim zoru ve imtihan kâbusu içinde beyni karmakarışık bilgilerin ve ihtiyaçların antreposu haline gelmiştir. Bu yığın memleket davalarını alçak sesle konuşur ve hiç birinde faal rol almaz. Ona bir tek hedef gösterilmiştir: diploma. Bunu ele geçirinceye kadar o, ezeli ana kuzusu, istiklâlinden mahrum, sosyal bir rol sahibi olmaktan mahrum bir tufeylidir ve… Adam değildir.
Peyami Safa
Egemenlik ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye; görüşme ile, münakaşa ile verilmez. Egemenlik, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milleti'nin egemenlik ve saltanatına el koymuşlardı; bu musallat olmalarını altı asırdan beri devam ettirmişlerdi. Şimdi de, Türk Milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, egemenlik ve saltanatını, isyan ederek kendi eline açıkça almış bulunuyor. Bu bir olupbittidir. Söz konusu olan; “millete saltanatını, egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız?” meselesi değildir. Mesele zaten olupbitti haline gelmiş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, mutlaka olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek gerektiği şekilde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.
Atatürk
Çar, senin kılıcınla açılacak yara Türk sînesi için yeni bir biley taşıdır. Biz dâima ninelerimizin göğsünde birer kandan yıldız şeklinde Kozak mahmuzlarının izini bulduk. Senin vahşi askerlerin henüz dişleri çıkmamış Türk yavrularıyla bütün dişleri dökülen Türk ihtiyarlarını aynı beh(i)miyet-i hunharâne ile paraladılar. Ne çıplak başlara, ne ak saçlara, ne acze ve ıztıraba; şâyân-ı hürmet şeylerin hiçbirisine Türk karşısında hürmet etmediler. Fakat, işte bugün minare-i tarihimizde ezan-ı intikam okunuyor... Çar, Çar! Sen bizden geçen asırlarda çok toprak ve çok mezar aldın; fakat, Türk'ün ruhuna dokunamadın. Onun yüreğinde seni korkutan necâbet ve şehâmetten hiçbir zerre gâib olmadı. Senin galebelerin bize rüşvetle kazanılmış davaları hatırlatıyor. Siz Ruslar çok ve pek çok fakat, o nisbette küçüksünüz Çar, senin taburların bizce kırkayak gibi bir tepmede ezilecek, birer uzun haşeredir. Bak, bugün yabancı toprakta yine Türk cephesi karşına çıktı. Türkler hudutlarının birisinde ve ortasında vatanları için dövüşmeyi ve icap ederse ölmeyi bilirler. Bizde belki fen yok, ve belki sanat yok; fakat, bî-şüphe salâh ve... Türklük vardır! Şühedamız medfenlerinde mezar taşı bile istemezler. Onların cesetleri mecrûh ve merkadleri, tabir-i lâyık ise kesik baştır..! Ölürken etraflarında silah arkadaşlarının sükût-ı ihtirâmı ve gömüldükten sonra isimsiz ve işaretsiz kabirlerinin civarında tabiatın ve insaniyetin ihtirâm-ı sükûtu onlara yeter. Vatan için öldükleri yerin toprağı onlarca yine bir vatan toprağıdır. Onları Allah'a teslim edinceye kadar saklar…
Cenap Şahabettin
“Barış yapacağız” dedi Theoden, boğuk bir sesle ve zorlanarak. Atlılardan bazıları neşeyle nara attılar. “Evet” dedi, bu defa berrak bir sesle, “Barış yapacağız, sen ve bütün amellerin; ve bizi teslim etmek istediğin karanlık efendinin amelleri helak olduğunda! Sen bir yalancısın, Saruman, insanların kalplerine vesvese verensin. Bana elini uzatıyorsun ya, ben yalnızca Mordor’un pençesinin bir parmağını görüyorum… Zalim ve soğuk! Bana karşı yürüttüğün savaş adil değildi ya, adil olsaydı bile,-çünkü on kat daha bilge olsan da beni ve benim olanı kendi menfaatin ve arzuların için yönetme hakkın olmazdı- Batıoba’daki alevlere ve orada ölmüş yatan çocuklara ne diyeceksin? Boruhisar’ın kapılarının önünde Hama’nın cesedini doğradılar, çoktan can vermişken. Kendi pencerenden aşağıya sarkan bir ilmekte kendi kargalarının eğlencesi olup sallandığında, seninle ve Orthanc’la barış yapacağım. Eorl sülalesinden bu kadar. Ulu ataların zavallı bir oğluyum ben, ama senin parmaklarını yalamayacağım. Başka yöne dön! Korkarım ki artık sesin tılsımını yitirdi!”
J. R. R. Tolkien, Theoden’in Nutku, Yüzüklerin Efendisi
“Mevkiimi tutuyorum” diyen mesajlar istemiyorum. Hiçbir şeyi tutmuyoruz. Sürekli ilerliyoruz ve düşmanın taşakları dışında herhangi bir şeyi tutmakla ilgilenmiyoruz. Taşaklarından tutacağız ve götünü tekmeleyeceğiz, taşaklarını kıvırıp canı götünden çıkana kadar döveceğiz. Operasyon planımız ilerlemekten ibaret ve ilerlemeye devam edin. Düşmanın içinden, klozet borusundan bokun geçişi gibi geçeceğiz.
(…)
Bu savaş bitip evlerinize döndüğünüzde söyleyebileceğiniz bir şey olacak. Bundan otuz yıl sonra ateşin başında, torununuz dizinizde otururken “İkinci Dünya Savaşı’nda ne yaptın?” diye sorduğunda öksürüp, “Deden Louisiana’da bok kürüyordu” demek zorunda kalmayacaksınız. Hayır beyler, gözlerinin içine bakıp “Evlat, deden tanrının belası bir orospunun evladı Patton ve büyük üçüncü orduyla at sürdü” diyebilirsiniz.
Pekala, sizi orospu çocukları. Şimdi nasıl hissettiğimi biliyorsunuz. Sizin gibi harika herifleri ne zaman, nerede olursa olsun komuta etmekten gurur duyacağım. Hepsi bu.
George Patton, 1944
Şol muhterem din adamuna ve dahı onun bigi olanlara din gerektiğü içün, bize gerekmez! Acunun varluğuna el koymaduk ki bize din gereksün. Hiçbir nesneye ıssı çıkmaduk ki bize din gereksün. Hiçbir canluya yavuz olmaduk ki, bize din gereksün. Varımuzu hepümüzün sayduk, yokluğu hepimüzün kılar olduk. Adu görklü Muhammed Yalavaç Baba'dan öğrendük: komşusu açken tok yatan bizden olmadu ki hiç, bize din gereksün! Komşumuz aç kalanda alayumuz aç kalduk. Birümüz tok isek, hepimiz toyduk. Varu dahı, yoklan bilece üleştük. Bize din nice gereksün ? Adu güzel Ali Baba ilen kırklar sofrasunda bir üzümü engür idüben içtük. Ol şarabu hergiz içerük ki, bize din nice gereksün? Saraylar kurup zindanlar yapturmaduk, bize din nice gereksün? Altun ilen gümüşü, gevher ilen atlasu gömü idüben saklayucu olmaduk, bize din nice gereksün! Kamuya vergü, haraç salmaduk ki, bize din gereksün!
Haldun Çubukçu – Ezel Akay, Yargu
Ve kavmiyetimizden, hadsî Türklükten uzaklaştıkça daha müteaffin derinliklerine yuvarlandığımız karanlık uçurumun; bu ahlaksızlık ve bozukluk, vefasızlık ve hodgâmlık, adilik ve miskinlik cehenneminin dibinde meyus ve sartlaşmış kıvranırken, saf ve nurdan mazi kaybolmuş bir cennetin hakikatten uzak bir serabı halinde karşımda açılır… Beni müteselli ve mesut eder. Saatlerce Mıstık’ın hatırasıyla, bu muazzez ve necip matemin eskiyip unutuldukça daha ziyade kıymeti artan tatlı ve mahzun acısıyla mütelezziz olurum.
Ömer Seyfettin, Ant
M. Bahadırhan Dinçaslan
Etkili Hitabet Sözlüğü I - Retoriğin Sırları (Birinci Bölümü okumak için tıklayınız)
Etkili Hitabet Sözlüğü II - Retoriğin Teorisi (İkinci Bölümü okumak için tıklayınız)
Etkili Hitabet Sözlüğü IV - Türkçenin Sırları (Dördüncü Bölümü okumak için tıklayınız)
TamgaTürk okuyucusuna mektup:
Sevgili okur, TamgaTürk Türk milliyetçilerinin ve Esir Türk Topluluklarının sesi olmak için yola çıktı. Haftalık bültenimize abone olarak, ya da Patreon hesabımıza bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz.
Abone olmak için [email protected] adresine e-posta atınız.