“El-Harezmi algoritmayı bulmasaydı, İbnü'l-Heysem matematikle uğraşmasaydı, sıfırı Müslümanlar bulmasaydı, batının aydınlanması belki de çok gecikecekti. Batılı insaflı bilim adamları bunu söylüyor. Müslümanlar ilim tarihine bu şekilde katkı sağlamışlardır. İnşallah bizler de geçmişteki ilmi zenginliklerimizi yeniden yakalayarak dünyaya yeni buluşlar hediye etmek için çocuklarımızı, gençlerimizi yetiştirmeye çalışacağız.”
Bu ifadeler Türkiye Cumhuriyeti’nin en gereksiz kurumu olup en büyük bütçesini kullanan Diyanet İşleri’nin Başkanı Ali Erbaş’a ait. Yeliz kod adıyla bilinen iktidar milletvekili Ahmet Hamdi Çamlı’nın “Benim dedem ona dedi ki ulan gerizekalı böyle olmaz, al şu sıfırı, çarpmayı bölmeyi de hesap yapmasını öğren, dedi. Dedemi de öldürdü. Bütün bu ilim, bilim, teknolojiyi dedemin kütüphanesinden çaldı. Teknolojisini almıştır, bilimini almıştır çünkü o teknolojiyi üretecek icat edecek kafa yok. Sarhoş adam” İfadelerinin biraz farklılaşmış hali.
Pekala böyle midir? Batı her şeyini bizden mi çaldı? Örnek bir vaka olarak Cezeri’yi ele alalım. Cezeri bize anlatıldığı gibi sıradışı, görülmedik işler yapmış bir dahi değildir. Kendisinden önce de bilinen birtakım ilkel makinelere kendi icatlarını da ekleyip bir kitap yazmıştır, evet; fakat bu kitapta bu makinelerin teorik işleyişini anlatmaz; deneme yanılma yoluyla denk getirerek kurduğu sistemleri anlatır. Bu tür makineler Antik Yunan’da ve Çin’de vardı, müslüman Arap, Fars ve Türklere de oralardan geçti. Daha önemlisi, bu tür “zanaatkarlar” mühendis olamadılar, zira ekseriyeti makine çalışma prensiplerini ortaya koyamadılar. Cezeri söndü gitti, kitabının da en güzel nüshaları “gavur” kütüphanelerinde, kitabına dair yapılmış en iyi çeviri de Donald R. Hill’e ait, 1974 basımı. Türkçe çeviriler yakın zamanda yayımlanmış; Cezeri de pek çokları gibi “kıymetli” olduğunu “gavurlardan” öğrendiğimiz tarihi figürlerden biri.
Bu ne demek? Batı’yı üstün kılan, Batı’yı “aydınlanmış” kılan makineler yapabilmesinde değil, bu makinelerin nasıl çalıştığını anlayabilmesinde ve bu anlayışın nesilden nesile aktarılmasını mümkün kılmasındadır. Tarihimizde büyük zekaların ve büyük bilginlerin yaşamış olması bir şey ifade etmez; zira onlar birer ekol oluşturamamış, ortaya koydukları kolektif zihinde sürekli gelişen bir birikime dönüşmemiştir. Batı’da dönüşmüştür; üzerine kafa yorulması gereken tam da bu. Batı’da oldu da, bizde neden olmadı? Üstelik Batı da bir zaman bizim yaşadığımız kesintiyi yaşamasına rağmen?
Evet, Batı bizim yaşadığımızı yaşamıştır. Bugün çoklarımız Batı’yı Antik Yunan ve Antik Roma’ya bağlar, onun ürünü olarak görür. Halbuki Antik Yunan’ın büyük düşünürleri ve mucitleri de bir dönem Cezeri’nin, Harezmi’nin akıbetine uğramışlardı. Onların da yıldızları –bizde Meraga’ya bakıp ağladıkları gibi- coğrafyalarına bakıp ağlıyordu. Ancak bir şey oldu; tuhaf bir şey, bu şeyin köklerini ben feodalizmde görüyorum. Evet, hani Kipling A Pict Song’da anlatır ya; Roma toynaklarının neyi ezdiğini umursamadan fetheder ve yönetirken, küçük toplumlar onu içten içe oyuyordu ve nihayet yok ettiler. O küçük toplumların, yani “barbarların” bağrından bir yeni sistem çıktı: Feodalizm. “Toplumsal sözleşme” denen kavramın Doğu’nun bataklığından değil de Batı’dan çıkmasının sebebi bu olabilir mi mesela? Zira feodalizm baştan aşağıya sözleşmeler rejimidir. Hiyerarşi birbirine akitlerle bağlıdır; akitlerle örülmüş bir sistem üzerine bina edilmiş toplum nihayet “kamu” kavramını ve “toplumsal sözleşme”yi düşünebilir. Roma bu açıdan Batı’nın omurgası değil, kabuklu canlılardaki dış iskelet gibidir; evet ona şekil verir ama çoğu zaman sınırlayıcı bir biçimde. İz bırakır, evet, fakat gelişme ancak o kabuktan kurtulunca mümkün olmuştur. Antik Yunan da yalnız genetik materyal gibi; uygun ortamı bulmazsa asla aktif olmaz, işe yaramaz. Feodalizmin –ki feodalizm kötü addedilir, bir sürü önyargıyla ele alınır- sağladığı yeni ortamda yaşanan atılımlar, Antik Yunan’ın işe yarar yönlerinin yeniden keşfini ve bu defa sürekli hale gelmesini mümkün kıldı; bu yüzden Antik Yunan’ın insanlığa sundukları Yunanistan’da değil de, Batı Avrupa’da gerçek bir mirasa dönüştü.
Donald R. Hill’in kitabının önsözünde Lynn White çok güzel soruyor: Müslümanlar neden, hem kağıdı hem de değirmenlerde kullanılan su gücünü bildikleri halde, kağıt üretiminde bunu kullanmadılar? İlk yel değirmenlerini kurdukları halde neden yaygınlaşmadı? Bu soruların cevabı şüphesiz rejimdedir. Bir toplumun kültürü ve yönetim biçimi, o toplumda neyin serpileceğini ve neyin engelleneceğini belirler. Kültürü ve yönetim biçimi gelişmeye uygun olanlar bunu başarırlar – başardılar da.
Öyleyse Türkler dünyaya, insanlığa katkı sağlasınlar ve bilimde, teknolojide, sanatta ileri gitsinler istiyorsak, çocuklara maval okumayacağız. Senin deden şunu yaptı, onlar şunu senden çaldı hikayeleri mavaldır; çocuk o dedeye özense bile olabileceği en fazla tarihin tozlu sayfalarındaki egzotik ve asla etkisi, mirası devam etmemiş bir figür. Konuşmamız gereken kültür ve rejimdir; özgür düşüncenin engellendiği bir rejim ve farklı seslerin olumsuz kodlandığı bir kültürün varsa, deden Cezeri olsa ne, Harezmi olsa ne?
Ali Erbaş aslında itiraf ediyor, “Batı’nın aydınlanması gecikecekti.” Doğu aydınlanmasından söz etmek mümkün değil, ama Batı’da bundan söz ediyoruz ve Ali Erbaş gurur kaynağını ancak Batı’nın büyük macerasında küçük bir pay sahibi olmak iddiasında bulabiliyor – ne kadar acı ve sefil.
Sıfırı bulmak mesele değildir; algoritmayı yahut su basıncıyla çalışan aletleri. En güzel örneklerinden biri, Newton ve Leibniz’in bağımsız şekilde, farklı metodlarla “hareketin fiziği ve matematiği”ni tespit ve icat etmeleridir. Bilim budur: Bütün bilimciler ölse ve kitapları, notları yok olsa, birkaç bin yıl sonra insanlık yine aynı tespitleri yapardı – yeter ki bu tespitleri yapacak zihin uygun ortamı bulsun ve tespitlerin kalıcı, birikici bir hale gelmesi sağlansın. Evrim Teorisi’nin mehdi özentisi delilerin zırvaları yüzünden okutulmadığı bir ülkede neyin aydınlanmasını yaşayacağız çok merak ediyorum.
M. Bahadırhan Dinçaslan
Lütfen Bkz:
Sorusuz Bir Toplum: Kadim Cevaplarla Yetinmek
Büyük Adam Yaratamamak: Neden Bu Haldeyiz?
Şeriatçılar Ay’a Gidebilir Mi?