Sevgili dostum Ömer Faruk Engin'in uzun süredir Türkçeye çevirmek istediğim, ancak diğer çevirilerden ve yoğun mesaiden ötürü fırsat bulup çeviremediğim Edgar Allan Poe makalesini çevirmesinin ilhamıyla, yıllardır üzerinde düşünüp durduğum bir işi tamamlamak istedim: The Raven'i Türkçeye çevirmek.
Çeviri, elbette aslına çok sadık kalmadı, şairin "-or" sesini tekrar eden ritmini de maalesef veremedim, ancak büyük oranda forma, vezne ve kafiyeye sadık kalarak aşağıdaki işi çıkardım. Ümit ediyorum ki okur Poe şiirinin lezzetinin müphem birkaç notasını olsun dimağında hissedecektir.
Kuzgun
Yıllar önce bir gece, düşünürken öylece
Kadim çağlardan kalma tomarlar arasında
Başım düştü sineme, biri geldi haneme
Bir tıkırtı ve huzme kapının şurasında.
“Biri gelmiş olmalı gafletim sırasında
Bir misafir, mesela.”
Ah, yadımda apaçık – bir kasvetli Aralık
Her köz tanesi artık irtihal etmek üzre.
Dolsun istedim vade – ve aradım beyhude
Kitaplardan, nadide hasretime bir çare
Tanrıyla adaş Lenore hasretime bir çare
Ki burda adsız hala…
Bir ipeksi kederin, erguvan perdelerin
Ardında fısıltısı – yabancı bir vesvese
Nabzımın cılız vezni, dilimde bir temenni
“Misafir gelmiş yani – kapımı çalan kimse
Münasebetsiz biri kapımı çalan kimse
Bir misafir, pekala.”
Birden canlandı ruhum, konuşmaya koyuldum
“Beyim, yahut hanımım affedin beni fakat
Uyuklarken ben yalnız kapımı tıklattınız
Sesini duydum cılız, emin değildim heyhat
Geç açışım ondandır” kapıyı açtım, heyhat
Hiç kimse yok – hoppala!
Karanlıkta nazarım, bir başıma bizarım
Düşümde fehmedilmez bir hafakan nev-peyda!
Fakat sükut raşesiz – karanlık telaşesiz
Tek bir sözcük neşesiz hatifin şom ağzında
Yalnız Lenore’un adı hatifin şom ağzında
Yankı yankı bir bela!
Odama yalpaladım ruhumda kızıl yalım
Yeniden bir tıkırtı – öncekinden daha gür
Bir şey düştü galiba – ya da sallandı cumba
Beklesem mi acaba – belki şimdi görünür
Biraz sakin olursam kendi gelir görünür
Biraz bekle, hayrola!
Panjuru açtım şöyle, tüy telek hengameyle
Kadim çağlar kaçkını kuzgun uçtu üstüme
Ne korkuma aldırdı ne başını kaldırdı
Bir vakarla saldırdı zarif Pallas büstüme
Kapımın fevkindeki eski Pallas büstüme
Tünedi bir heyula.
Hüznümü iğfal eden bu kuşun bilmem neden
Kasvetli tüneğinin dikildim karşısına
“Ağarmış ya tüylerin hiç de ürkek değilsin
Kıyısından gecenin uçup geldin bu yana
Adın nedir? Pek yavuz uçup geldin bu yana?”
Seslendi kuzgun: "Asla!"
Duymuştu beni yani, bu kanadı hırpani
Kara kuş her ne kadar saçmaysa da cevabı
Ama görülmüş müdür böyle garip tezahür
Kara kanadı kömür bir kuzgunun hitabı?
Pallas büstüne konmuş bir kuzgunun hitabı?
Üstelik adı: Asla.
Kuzgun, sanki kekeme, dilinde tek kelime
Ruhunu kusuyor – tek kelimelik bir lügat –
Onu tekrar ederek, çırpmadan tek bir telek.
Söylenince ben, “Demek, yarın çırpacak kanat
Uçan ümidim gibi yarın çırpacak kanat”
Seslendi kuzgun: "Asla."
İrkildim bu cevaba – içimde bir acaba:
“Şüphesiz yineliyor kısır dağarcığından
Eski bir sahibinin – feci öyküsü hazin
Serüveninden senin aklında bütün kalan
O upuzun ağıttan senin aklında kalan
Hiçbir zaman ve asla.”
Tüneğinde gıyabi bana gülüyor gibi
Çöktüm bu meşum kuşun karşısında koltuğa
Kadifeye gömülüp, düşten düşe süzülüp
Dirildim ölüm ölüp bakıp ondan uzağa
Düşündüm ne demekti öyle bakıp uzağa
Ne demektir şu asla?
Tahmin edip oturdum – yalnız kafamda kurdum
Konuşmadım göğsümü dağlayan gözlerine
Yaslanıp başa döndüm uzun uzun düşündüm
Kadife olup sündüm lambamın üzerine
Lenore’un hatırlayan lambamın üzerine
Unutmayacak asla!
Bir görünmez tütsünün sisiyle çöktü hüzün
Meleklerin elinde sallanan bir buhurdan
Dedim kendime “Alçak! Tanrılar gönderdi bak
Şifa dolu bir sağrak – kurtul hatıralardan!
İç bu şarabı kurtul acı hatıralardan!”
Seslendi kuzgun: "Asla."
“Kasvet tellalı kahin! Söyle bana sen nesin?
Hangi hannas yolladı yahut hangi fırtına
Ayağımda bukağı, kaybettiğim ışığı
Dehşetin dadandığı bu eve söyle bana
Gilead’da merhem var mı? Ne olur söyle bana”
Seslendi kuzgun: "Asla."
“Kasvet tellalı kahin! Söyle bana sen nesin?
Gök yüzü hakkı için – söyle, cennet mi yerim
İşlemezsem hiç günah, gamdan var mıdır felah?
Aralanınca berzah, saracak mı ellerim
Lenore’un ışığını saracak mı ellerim?”
Seslendi kuzgun: "Asla."
“Vedaın olsun artık bu lafın ey yaratık!
Geri dön şom gecenin uğursuz sahiline!
Alsın seni bu rüzgar, bir tüy bile yadigar
Kalmasın hiç, canavar! Git ve görünme yine
Çek gaganı kalbimden kapıma gelme yine!
Seslendi kuzgun: "Asla."
Ve kuzgun, kıpırtısız hala duruyor yalnız
Pallas’ın pek pejmürde büstünün üzerinde
Gözlerinde bir şeytan rüya görüyor fettan
Ona vuran ışıktan gölgeler taş zeminde
Oynaşıyor ve ruhum serilmiş taş zeminde
Doğrulmayacak asla!
Türkçeye çeviren: M. Bahadırhan Dinçaslan
Orijinali: Edgar Allan Poe, The Raven