Kadın erkek, çoluk çocuk dökülmüşler sokağa. Sanki ülke elden gitmiş gibi üzülüyor herkes. Bağırıyorlar hep bir ağızdan, "Gitti mavi gözler!" Herkes ah vah ediyor, bacaklarına vuruyor. Kimse söylemiyor küçük çocuğa ne olduğunu.
Çocuk:
"Ne oldu? diyor.
Kimse duymuyor çocuğu. Çocuk, annesinin peşinden yürüyor.
"Anne" diyor, "sen ölmedin mi?"
Annesi:
"Sen?" diye yanıt veriyor.
Çocuk annesinin dizlerine koyuyor başını.
Annesi:
"Ah Mustafa’m, vah Mustafa’m!" diye ağıt yakıyor.
İkisi birden kayboluyor ortadan. Herkes ağlıyor aralık vermeden. Ne gelir ki elden? Böyle bir vedaya hazır değil kimse. Bugün takvimlerin en kara günü, 10 Kasım 1938.
Her yerde yarıya çekilmiş bayraklar. Kimse mutlu değil bugün, herkes ağlıyor. Atamın üzerine de bir bayrak sermişler, gelip gelip sarılıyor herkes. Kenarda bir ana-oğul duruyor ama kimse onları görmüyor.
"Anne bak, geldiği gibi gider herkes" diyor küçük çocuk.
"Neden öyle dedin?" diye soruyor anne, oğluna.
Sarı saçları rüzgârda uçuşan çocuk, o engin mavi gözleriyle derin derin bakıyor annesine. Anlıyor annesi ne demek istediğini. Yine de durduramıyor kendini, o da başlıyor ağlamaya. Oğlunun "Yapma, ağlama!" der gibi bakışları karşısında dayanamıyor annesi:
"Görmüyor musun Mustafa’m? Dağ gibi sen gittin. Herkesin yıkılmaz dediği sen gittin. Kim bilir Mustafa’m, ülkeyi neler bekliyor?"
Derken ana- oğul ortadan yok oluyor yeniden. Herkes ağlıyor. Susmuyorlar, dindiremiyorlar. İçlerindeki acı bitmiyor, olmuyor, geçmiyor. Artık kimsenin ciğerinde nefes kalmıyor. Boğuluyorlar sanki. Titriyorlar, soğuk bir kış gününde açıkta kalmış bir bebek gibi titriyorlar. Hayatlarına devam edemeyeceklermiş gibi hissediyorlar. Gökyüzüne bakıp yarıya çekilmiş bayrakların gölgesinde hepbir ağızdan "ATAM İZİNDEYİZ" diye bağırıyorlar.
Derin Yener