Malûmunuzdur, ana akım medyada yer almayan yahut yeterince önemsenmeyen meseleler sosyal medyada vurgulanıyor ve yankı buluyor. Özellikle Twitter'daki adalet arayışları, yardım çığlıkları ve türlü şikayetler hukuk mekanizmasını dahi etkileyebilecek potansiyelde ve hâlihazırda etkilemekte. Sosyal medyanın etkisi ve devletin yargı organının acizliği bu yazının konusu olmamakla birlikte birazdan bahsedeceğim meseleye bir girizgâh niteliğindedir.
Geçtiğimiz günlerde bir video çokça eleştirildi: Bir kız, hakkında tecavüz soruşturması açılan Musa Orhan'a ve son zamanlardaki ırkçı saldırılara müspet atıfta bulunuyordu. Üstelik bu kız, milliyetçi figürleri “arkasına alarak” ve kullanarak bu iğrençliği sergilemişti. İğrençliğin sergilenme usûlü, tartışmayı milliyetçilik eksenine kaydırdı ki bu elbette beklenirdi ama söz konusu kıza dair “seküler milliyetçiliğin beslemesi olduğu" yorumu, doğrusu, tam bir fecaat oldu. Bu yorumda bulunan kişi de kendisini milliyetçi olarak konumlandırdığından ötürü seküler milliyetçiler seslerini yükseltti.
Ben, kendimi seküler milliyetçi olarak tanımlıyorum ve mensubu olduğum fikre yapılan bu saldırıya - daha doğrusu kara çalmaya- burada karşılık vermeyeceğim. Kişisel hesabımdan yeterli açıklamayı yaptım ve sekülarizmi anlatma kaygısı gütmeksizin bu yazıda başka bir konuya değineceğim.
Milliyetçilerin tartışmaları/kavgaları, şu söylemi her seferinde tekrarlatıyor: Milliyetçiler bölünmesin, ayrışmasın.
Bu söylemin iyi niyetli olduğunu düşünüyorum. Yine de bu türden temennilerin mevcut ihtilafları çözemeyeceği kanaâtindeyim. Hatta nihaî çözümü engelleyebileceğini de ileri sürebilirim. Milliyetçilerin tek cephede, tek çatı altında, yani topyekûn mücadele etmesi arzulanmaz mı? Arzulanır. Peki bu nasıl olacak? Milliyetçi olduğunu beyan eden kimseleri üzerinde uzlaşılmış değerler, fikirler ve ülküler etrafında kenetlemek lâzım gelir. Öncelikle Türk milliyetçisi kime denir sorusuna yanıt teşkil eden, olabildiğince kapsayıcı ama aynı zamanda da dışlayıcı bir tanım oturtulmalı.
Türk milletinin istiklâli, refahı, öz varlığı başta olmak üzere tüm doğal haklarını savunan; milleti en üst ve geçerli örgütlenme biçimi kabul eden kişiye/teşkilâta milliyetçilik pâyesi verilebilir. Milliyetçiliği tanımlamak ise çok daha hayatî ve tutkulu tartışmalara sebep olacak soruları doğurur. Bu sorular ister doğrudan ister dolaylı olarak içinde “nasıl” barındırır. “Nasıl" ise bir yönteme işaret eder.
Ben, yöntemin fevkalâde mühim olduğuna inananlardanım. "Ezmanın tegayyürü" (zamanların başkalaşması) neyi gerektiriyorsa ona uygun olan yöntem, davayı ilerletecek; muzaffer kılacaktır. Tersine, şartları karşılamayan ve uygun olmayan yöntem ise davayı felç edecek ve hatta bir daha doğrulmamak üzere yenilgiye uğratacaktır. Hangi yöntemin doğru olduğu, fikir ve eylem düzeylerinde sınanarak, ayıklanarak ortaya çıkar.
Bir Metafor: Biz, bir ufka bakıyoruz, bir menzili göze alıyoruz. Menzili aşmak ve ufka varmak için bir yol tuttuk. Yolumuz birçok noktada tıkandı, tıkanmakta ve tıkanacak. Tıkanıklığın bizi yolumuzdan etmemesi için ana yola bağlı ve aynı istikamette ilerleyen patikalar açabiliriz. Eğer amacımız gözlediğimiz o ufk-ı i'tilâya (yükseliş ufkuna) varmak ise ve biz bu emelimizde samimiysek hiçbir sorun yok demektir. Sezgilerimiz, bilgi birikimimiz, deneyimlerimiz, istidâdımız ve cesaretimiz uyarınca kendi patikamızı takip etmekte hürüz. Hangi patikanın selametinden eminsek onu takip etmekten daha doğal ve hakça ne olabilir? Yoldan sapanlar yolun sonunda zaten belli olacak. Yolun sonunu göremeyeceğiz belki, o zaman da yerde cansız duran elimizin işaret parmağı ve kanlı ayak izlerimiz ufka yönelip yönelmediğimize kanıt olacak. İhtimal ya — sonu bataklık, uçurum, ateş çukuru, darlık ve gaile olan; sonunda bizi bizden binlerce kat fazla düşmanın (çakalın) beklediği bir tek yoldan ilerleyip topyekûn hiçliğe karışmaktansa ayrışmak daha makûl değil mi? Binlerce kilometre öteden kafileler hâlinde ve farklı güzergâhlardan gelmedi mi atalarımız? Biz sizin tercihinizden kuşku duyuyorsak ve hatta tercihinizin yanlışlığından eminsek ne diye size katılalım? O hâlde ayrışalım, ayrışalım ki Türklüğü ufkun ardına taşıyalım. Bölüneni börü yiyecekse hakkıdır, kurtlukta düşeni yemek kanundur ve düşmeyenimizin soyu soylansın, boyu boylansın, adı minnetle yâd edilsin.
Esen olsun.
Celalettin Durak