Türkiye, yoğun gündemi ile insanların ne olup bittiğini pek takip edemediği çoğunlukla oradan oraya savrulurken hayatta kalmaya çalıştığı bir ülke. TamgaTürk olarak yoğun Türkiye gündeminde geçen hafta gözden kaçırmış olabileceğiniz köşe yazarlarını sizin için derledik. Bu derlemede sadece muhalif yazarlar değil iktidar yanlısı yazarlar da zaman zaman yer bulacak ki okuyucularımız kimler kimlerle beraber görsünler...
Ne kadar mümkün olur bilinmez ama yine de keyifli okumalar diliyoruz.
Mustafa Hakan Ünser
Eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı Mustafa Hakan Ünser bu hafta 3 Şubat’ta TamgaTürk için kaleme aldığı “Etsiz Çiğ Köfte ve Milliyetçilik” yazısında etsiz çiğ köfte üzerinden milliyetçiliğin geldiği noktayı eleştirdi. Etli çiğ köftenin yasaklanma sürecini ve sonrasındaki etsiz çiğ köfte furyasını anlatan Ünser, “Metaforik olarak anlatmaya çalıştığım aslında Milliyetçiliktir.” Dedi.
Ünser şu ifadeleri kullandı:
Ben bazen ikram edilirse “Etsiz çiğ köfte mi olur?” diye söyleniyor ama yiyorum çünkü biliyorum ki hijyenik olmayan ortamlarda üretilen “etli” çiğ köfte gerçekten zararlı oluyor.
Metaforik olarak anlatmaya çalıştığım aslında Milliyetçiliktir.
Yıllar içinde çok tarifi olmuştur ama bugünkü kadar temel öğelerine dokunulamamıştır. Milliyetçiliğin pazar değeri görülmüş, birçok tüccar ve simsar kafalı siyasetçi eline almış etli etsiz yeni bir şeyler yoğuruyorlar.
Önümüze birçok tarif gelecek evet çok da ciddi hijyen problemi yaşıyoruz, her gün yeni dükkanlar açılıyor açılacak da. Ticareten(!) başarılı olma ihtimalleri de var.
Neticede kanaatim şudur; yağı ve siniri alınmış çiğ et, yöresel bulgur ve acı biberden mamul ki isota itiraz etmem, dost ve arkadaşlarla beraber iyice yoğrulmuş temiz bir Milliyetçiliğe -pardon çiğ köfteye özlem duyuyorum.
Fatih Altaylı
Fatih Altaylı bu hafta, 2 Şubat’ta kaleme aldığı “Yeni ittifakta HDP yok” başlıklı yazısında Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu ile yaptığı Teke Tek programından izlenimlerine yer verdi. Altaylı, Davutoğlu’nun HDP’nin ittifakta olmayacağını belirttiğini aktardı.
Altaylı şu ifadeleri kullandı:
Çok açık biçimde “İttifak görüşmelerinde bazılarının iddia ettiği gibi bir protokol sorunu yok. Kimin nasıl oturacağı ile ilgili en ufak bir tartışma yok, oturma düzenini konuşmak aklımızdan bile geçmedi. Her türlü otururuz. Ben gönüllü olarak en sona otururum. Türkiye’de yangın var, bizim nasıl oturacağımızın zerre önemi yok” diyerek konuyu kapadı.
Açık söylemem gerekirse, ben burada bir sorun çıkacaksa bunun Davutoğlu kaynaklı olabileceğini düşünmüştüm.
Böyle bir şey olmadığını gördüm.
Bir diğer mesele ise genişleme ihtimali ile birlikte Millet İttifakı’nın isim değiştirmesini istediği yönündeki iddia idi.
Bunu reddetmedi.
“Millet İttifakı isminin bir marka değeri var. Bir karşılığı var ama ittifakın genişlemesi halinde bu ittifaka oy vermesini istediğimiz yeni bir seçmen kitlesi var ve bu seçmen kitlesine bu ittifakın yeni bir şey olduğunu göstermemiz gerekiyor” dedi.
“Beş benzemez” yakıştırmasını ise zenginlik olarak değerlendirdi.
“Herkesi dışlayıp, herkesi hainlikle, davayı satmakla suçlayanların yerine, farklılıklarına rağmen birbirleriyle konuşup, ülke çıkarı için ortak hareket edebilenlerin olduğunu göstermek önemli” dedi.
Ancak tüm bunlardan daha önemli olan HDP ile ilgiliydi.
HDP’yi “ötekileştirmemeye” özen gösterdi.
“Bugün meydanlarda, mikrofonlara konuşurken HDP’ye ağzına geleni söyleyenler TBMM’de HDP’li Meclis Başkanvekilinden söz istiyorlar” dedi.
Ama asıl önemli olan cümlesi HDP’nin yeni kurulacak ittifakın çatısı altında olmayacağına işaret eden sözleriydi.
“HDP bu ittifakın parçası olmayacağını zaten kendi açıkladı. Onlar sol partilerle bir blok oluşturuyorlar. Kendi Cumhurbaşkanı adaylarını da çıkaracaklar” dedi.
Bu aslında HDP içinde bir süredir tartışılan ittifaklara dahil olmama görüşünün “parlamenter demokrasiye dönüş” ittifakında da kabul gördüğünü gösteriyor.
HDP’nin oyuna ancak cumhurbaşkanlığı seçiminin 2. tura kalması halinde güçlü bir biçimde dahil olacağını da.
Şeref Oğuz
Dünya Gazetesi yazarı Şeref Oğuz bu hafta 4 Şubat’ta kaleme aldığı “Korktuğumuz hiperenflasyon başımıza geldi” başlıklı yazısında Türkiye’nin girdiği yüksek enflasyon sürecini anlattı.
“Bu nasıl bir politikadır ki cari fazla diye yola çıkıyor, cari açık rekoru kırıyorsunuz.” diye soran Oğuz, “Bu nasıl stratejidir ki düşük faiz diye yola çıkıyor, 4 ayda 500 baz puan indiriyorsunuz ama kredi faizi ve diğerlerinde rekorlar kırıyorsunuz? Burada yolunda gitmeyen şeyler var. Hem de çok fazla şeyler…” dedi.
Oğuz şu ifadeleri kullandı:
Düşük faiz yüksek kur stratejisi, kur korumalı mevduat desteği ve tüm yan tedbirlere rağmen enflasyonu bırak düşürmeyi, zıvanadan çıkardı ve 3 haneye doğru koşturdu. Kitleleri “enflasyon daha da yükselir” algısına getiren bu “strateji (!)” ekonomiye daha ne maliyetler yükleyecek, bilinmez…
İKİ SORU İKİ CEVAP
Enflasyon sepetinde neler değişti?
TÜİK, enflasyon sepetinde elektrik kesintisine gitti. Ağırlıkların değiştiği TÜİK'in enflasyon sepetinde elektrik harcamalarının da yer aldığı konut harcamalarının payı %15,36'dan %14,11'e çekildi. Elektriğin ağırlığı %2,7'den %2,3'e gerilerken, doğalgaz %1,69'dan %1,55'e düştü.
27 bin 261 işyeri ve 4 bin 274 konut kirasından toplanan 560 bin 392 fiyat söz konusu… 409 maddede 904 çeşide dair fazlaca değişiklik yok ancak fiyatların nereden alındığı konusunda görüşler değişik. Farklı enflasyon rakamlarının ilan edilmesi bu yüzden anlaşılabilir bir teknik durum…
Heterodoks para politikası çözüm olur mu?
Geleneksel para politikasından kopuş; bizi %50 çekirdek ve 3 haneli hiperenflasyona taşıdı. Belli ki “kafana göre takıl (eklektik)” yaklaşımı ile Heterodoks ekonomi politika ar-ge’lerinin bize maliyeti katlanılamaz boyutlara doğru yol alır.
İsmail Saymaz
Halk TV yazarı İsmail Saymaz bu hafta AKP’li Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün istifasına giden süreci anlattı. Gül’ün bir hafta içinde dört kez istifa ettiğini aktaran Saymaz, AKP içerisindeki grupların kavgasını da aktardı.
Bir yargı bürokratı ile görüşmesine de yer veren Saymaz, şu ifadeleri kullandı:
Bir yargı bürokratı, Gül'ün istifası için "Saman alevi gibi bir haftada şekillenmedi. Bir sürecin sonunda geldi" diyor.
Siyaseti yakından takip edenler biliyor ki...
AK Parti ağırlık merkezlerinden oluşuyor.
Kuşkusuz bütün ağırlık merkezlerinin üzerinde Erdoğan var. Ardından belli başlı dört merkez yer alıyor.
Bunlar:
1- Eski Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, ekonomide ağırlığını koruyor. Bir yandan medyayı elinde tutuyor. Diğer yandan 'İstanbul Grubu' adı verilen yargı içerisindeki örgütlenme de Albayrak'a bağlı.
2- İçişleri Bakanı Soylu. Soylu'yu MHP destekliyor.
3- Bilal Erdoğan, Kartal İmam Hatip Lisesi mezunları, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Şen, Esenler Belediye Başkanı Tevfik Göksu, İstanbul İl Başkanı Osman Nuri Kabaktepe'nin içinde olduğu eski Milli Görüşçüler. Bu grup yerel yönetimlerde etkin.
4- AK Parti Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş ve Abdulhamit Gül'ün de olduğu eski HAS Partililer. Gül, aynı zamanda Ombudsman Şeref Malkoç'un damadı.
Gül, önce Berat Albayrak Grubu ile gerginlik yaşadı. İstanbul Grubu'nun örgütlenmesine taş koydu.
Ardından Soylu ile kamuoyu önünde atıştı.
Güvenlikçi politikalara, yargıya yönelik siyasi müdahalelere ve tutuklu yargılamalara itiraz etti.
En son MHP'li Avukat Hamit Kocabey'in Hakimler ve Savcılar Kurulu'ndan ayrıldığı süreçte Devlet Bahçeli ile gerginlik yaşadı. Bahçeli, yargıdaki atamalara ilişkin bilgilendirilmediği için Gül'e kızgındı.
AK Partili yetkili, Erdoğan'ı kuşatan çevresinin Gül'ü karaladığını ileri sürerek, şöyle devam ediyor:
"Örneğin, bir karar çıkıyor. Bizimkiler 'Bakan nerede?' diye sosyal medyada yaygara koparıyor. Cumhurbaşkanımıza 'Şu karar çıktı, bakan ilgilenmedi' diyorlar. Cumhurbaşkanımız nezdinde Gül'ü hırpaladılar. O da son dönemde Gül'e soğuk davranıyordu. Eskiden evladı gibi sever, laf kondurmazdı. Ama artık görüşmüyordu. Gül de bunalmıştı. Beş altı ay önce 'Görevden alsalar iyi olur' tarzında şeyler demişti."
AK Partili yetkiliye göre Gül'ün MOBESE kayıtlarını kasteden sözleri bardağı taşıran damla olmuş olabilir. "Cumhurbaşkanı'nın etraftaki ekip, bunu 'İmamoğlu'nu savundu' diye götürmüş olabilir. Onun da tepesi atmış olabilir. Zaten birikmiş bir durum vardı" diye vurguluyor.
AK Parti'de başka istifalar ya da 'affedilmeler' olabilir mi?
Olabilir.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Kasapoğlu'nun görevlerinden alınabileceği, yerlerine eski siyasetçilerin atanabileceği belirtiliyor.
Mehmet Barlas
İktidar yanlısı Mehmet Barlas ise Çin-Rus muhipliği yaptı. “İnsafsız Yunanistan” başlıklı yazısında soykırımcı Çin ve işgalci Rusya arasındaki anlaşmayı kutlayan Barlas pek sevinçliydi.
Barlas şu ifadeleri kullandı:
ÇİN-RUSYA, NATO'YA KARŞI
“Bunun gibi İngiltere Başbakanı Boris Johnson'ın, salgın döneminde başbakanlık konutunu bir eğlence mahalli haline getirip verdiği dört parti, İngiliz siyasetini sarsıyor. Johnson'ın istifa etmesini isteyen muhafazakâr milletvekilleri bile var.
Batı dünyasında alıştığımız protestolar devam ederken Çin'in başkenti Pekin'de müthiş bir gösteri yer aldı.
Bu hem Olimpiyat Oyunları'nın başlangıcıydı hem de Putin ile Şi Cinping, NATO'ya karşı olağanüstü bir anlaşma imzaladılar.”
Abdurrahman Dilipak
İktidarın akıl hocalarından birisi olarak kabul edilen Abdurrahman Dilipak 7 Şubat’taki “Bunun bir izahı olmalı” başlıklı yazısında gelecek seçimlere değindi.
İslam dünyasının bir “nefs muhasebesine” muhtaç olduğunu söyleyen Dilipak şu ifadeleri kullandı:
İster zamanında, ister erken, ister geç bir seçim olsun, kesimlikle zor bir seçim olacak ve kesinlikle bugün yaşadığımız her şey sandığa yansıyacak. Ve bu saatten sonra kesinlikle hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Ülkelerin sınırları, rejimleri, iktidar yapıları radikal bir şekilde değişecek. Din, ideoloji, siyaset yeniden, yeni kavram ve kurumlarla şekillenecek. Ve bu bir defada olmayacak! Çünkü korkuyla uygarlık inşa edilemez. Toplum çok korkutuldu. Umuda ihtiyacımız var. Ama korku adeta bağımlılık yapmaya başladı. Toplumsal dinamizmi canlı tutan inanç, ideoloji, bilim, sanat, ekonomi, siyaset bu süreçte ağır bir yara aldı. Batı bu savaşta şimdi galip gibi gözükse de, inancını kaybettiler, intihar toplumuna dönüştüler. Asya’da bir uyanış hareketi gözükmüyor. Afrika aç.. İslam dünyası ise moda tabiri ile özeleştiriye yanaşmıyor. Çok ciddi, radikal bir nefs muhasebesine ihtiyacımız var. Siyaset ve Cemaat önümüzdeki en büyük iki engel. Eğitim zaten tepeden tırnağa bir felaket. Türkçe bile artık sorunlu hale geldi. Bütün insanlar içinde erdemli akıl sahibi insanların işbirliği ile bir çırpınışla kurtulabiliriz inşallah diye ümid ediyorum. Yoksa halimiz yaman..