Giriş
Tarih kitapları kendinden sıkça söz ettiren devletler ile doludur. Dünya siyasi tarihinde birçok devlet kurulmuş, gelişmiş ve ömrünü tamamlayarak son bulmuştur. Tarihi kaynaklar gün yüzüne çıktıkça gizli kalmış devletler de ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle elden olmayan kaynaklardan veyahut teyide muhtaç olan bilgiler kullanılarak hayali devletler kurulup yıkılmamalıdır. Tarih hiçbir şeyi gizlemez ve elbet günü geldiğinde ortaya çıkarır. Bu nedenle araştırma ve inceleme yaparken tarihi zemine bağımlı kalınmalıdır. Günümüz tarih anlayışı ile hareket edip ve geçmiş ile bağı kurduktan sonra bazı şeyler ifade edilebilir. Olaylara ideolojik yaklaşıp kulaktan dolma şeyler ile satırlar kirletilmemesi gerekir. Bu yazımda toplumda yanlış bilinmekle kalmayıp tabu haline gelen bazı şeyleri açığa kavuşturmayı amaçlamaktayız. Arşivlerden ve yapılan tetkik eserlerden yararlanarak bahsettiğimiz tabuları da yıkmış olacağız.
Kimi devletlerin kuruluş alametleri olduğu gibi kimi devletlerin de kuruluş ilanları mevcuttur. Bu nedenle mensup olduğu geleneğini kurulduğu zaman da devam ettirmek isterler. Ancak her devletin bir kuruluş alameti veya ilanı olmak zorunda da değildir. Kurulan devletin oluşturduğu teşkilattan da kurulduğunu anlamak mümkündür. Tarih sahnesine bir devlet, beylik, boy veya oba olarak çıkmak mümkündür. Mutlak surette bu tarih sahnesine çıkan teşkilatların tarih kitaplarındaki yerini de alacaktır. Çünkü devletler, döneminde meydana gelen olayları kayıt altına almayı bir görev bilmişlerdir. Günümüzdeki bir tarih araştırmacısı da ilk olarak bu kaynaklara başvurmalıdır. Döneminde vücuda getirilmiş eserler tarih yazıcılığı için önemli birer kaynaktır. Taraflı ya da tarafsız, doğru ya da yanlış olması bir şey anlam ifade etmez. Kayıt altına alınan tarihi hadiseler üzerinden çalışmalar yapmak lazım gelir.
Bu yazımızda ağırlıklı olarak “Osmanlı Devleti’nde Kürdistan” ifadesini inleyeceğiz. Kürdistan kavramının ortaya çıktığı dönem ve şartları kaynaklara bağlı kalarak irdeleyeceğiz. Kürdistan kelimesin ihtivasına ilk olarak 1320-21 tarihinde rastlamak mümkündür. Bu dönemlerde İran ve uç sınırları Kürdistan olarak tasvir edilmiştir.1 Bu tasvir daha çok bölgede bulunan tebaanın bir adlandırması olup idari bakımından bir anlam ifade etmemektedir. Kürt olarak adlandırdığımız tebaanın ilk olarak ortaya çıktığı dönem hakkında kaynaklar oldukça sınırlıdır. Herhangi bir idare ya da teşkilat kuramadıkları için merkezi bir güç olarak ifade edilmemektedir. Mensup oldukları devletlere tabii olarak yaşadıkları söylenebilir. Günümüzde bu tebaanın kendilerini Sümerlere kadar dayandırma gayretleri kaynaklara bakılırsa yersizdir. Kimi devletler mensup olduğu etnikten çok uzak bir anlayışla idaresini oluşturmaktadır. Örnek verecek olursak, Selahaddin Eyyubi’nin bazı tetkik eserlerde Kürt olduğu ve hatta kurduğu devletin de bir Kürt Devleti olduğu yazmaktadır. Oysa Eyyubi’nin kurduğu devlet teşkilatı tamamıyla Türk devlet teşkilatı olarak uygulandığını görmek mümkündür. Yine aynı şekilde Türk töresi ve adetlerine bağlı kalınmıştır. Böyle bir idari anlayışın tezahür ettiği bir devletin Kürt Devleti olarak anılması ne kadar doğrudur?
Osmanlı Devleti’nde birçok etnikten ve dinden halk yaşamaktaydı. Çoğunluğunun Türk olduğu Osmanlı tebaasına herkese eşit ve adaletli yaklaşılırdı. Bu nedenle Türk idaresi altında huzurlu bir Osmanlı toplumundan bahsetmek mümkündür. Hiçbir etnik unsura özel bir idari taksimat uygulanmamış olmakla birlikte her türlü etniğin yaşadığı topraklar, Osmanlının idaresi altındaydı. Osmanlı Devleti’nin eyalet ile yönettiği ve idari taksimatını yaptığı bir düzeni vardı. Hiçbir eyalet ve sancak müstakil olarak hareket etmemiştir. Bu düzen 16. yüzyılın başına kadar devam etmiş, 16. yüzyıldan sonra ise bazı bozulmalar meydana gelmiştir. Konuyu sekteye uğratmamak adına bu konuya yazının ilerleyen bölümlerinde de bahsedeceğiz.
Osmanlı Devleti'nin fethettiği ya da ilhak ettiği yerlerde tahrir uygulaması yapması muhtemeldi. Tahrir uygulamasını bir hakimiyet alameti olarak görmekte sakınca yoktur. Bu uygulama hem Anadolu’da hem de Rumeli’de uygulanmaktaydı. Ancak bazı yerlerde bu uygulamanın olmadığını görebilmekteyiz. Özellikle 17. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde tahrir uygulaması terkedilecektir.
Osmanlı’da başa geçen her hükümdarın mutlak surette bir politikası olurdu. Kimisi doğuya kimisi de batıya seferler yapmaktaydı. Yazımızın amacına ulaşması için biz; Yavuz Sultan Selim Han dönemini ve doğu politikası üzerine konuşacağız. Yavuz dönemi 8 yıllık bir dönemi kapsamakla birlikte, günümüze bile taşınmış birtakım sorunları da beraberinde getirmiştir. 1514’te Safevi ve Osmanlı arasında bir savaş meydana gelmiş ve bu savaş neticesinde Osmanlı devleti birtakım idari taksimata ihtiyaç duymuştur.
1515’de Diyarbekir’in Osmanlı himayesine girmesiyle burada bir Beylerbeyliği kurulmuştur. Daha sonraki süreçte, 1535’te Erzurum, 1548’de Van, 1568’de Şehrizor, 1578’de Çıldır, 1580’de Kars, 1586’da Rakka ve Musul Beylerbeyliği kurulmasıyla bu bölgede hakimiyet sağlandı.2
Bu savaş sonrasında bazı uygulamalar da meydana gelmiş ve Doğu ve Güney Anadolu bölgesinde idari anlamda bazı yenilikler getirilmesi uygun görülmüştür. Osmanlı Devleti idaresi öncesinde bu bölgede yaşayan birtakım aşiretlerin olduğu ve bu aşiretlerin Osmanlı idaresinde nasıl bir yer edineceği merak konusuydu. Bu merak konusuna girmeden önce bu aşiretlerin hali vaziyeti nasıldı bunu görmek gerekir. Bahsettiğimiz bu aşiretler içinde hem Türkmen hem de Kürt tebaanın olduğu ve hatta bu iki farklı tebaanın iç içe olduğu, ayırmanın da mümkün olmadığı gözlemlenmiştir. Türkmenler Osmanlı Devleti’nin hakimiyetini kabul etmiş ve sorun çıkarmamışlardır. Kürtlerin de Osmanlı hakimiyetini kabul ettiği ancak kendi içlerinde anlaşmazlıklar olduğu görülmektedir.3 Bu dönemde İdris-i Bitlisi, bölgede meydana getirilecek düzenlemede baş aktör olacaktır. Bölgede yaşayan Kürt aşiretlerinin kendi içindeki sorunları birleşmelerini de engelleyecektir. Buradaki aşiretlerin silah ya da baskıyla itaat altına mümkün değildi. Bu nedenle burada Safeviler’e karşı bir tampon bölge oluşturmak gerekiyordu. Aşiretlerle temaslar sağlanmış ve Osmanlı’ya bağlı bir devlet kurulmasını ve hatta adının da Kürdistan olmasında sakınca görülmediği fikri ortaya çıkmıştır.
Bölgede böyle bir düzenleme yapılması merkez tarafından kararlaştırılmış ancak bahsettiğimiz Kürt aşiretlerin böyle bir amaçlarının olmadığı ve müstakil hareket etmek istemediklerini dile getirmişlerdir. Bu durumu şöyle açıklamışlardır:
“Burada yaşayan aşiretlerle tek ortak noktamız, Allah, Kitap ve Peygamberdir. Bu nedenle bizim bunlarla birleşmemiz mümkün olmadığı gibi kendi içimizden birinin de liderliğini kabul edemeyiz. Bizim amacımız devlet kurmak değil ve Devlet-i Aliyye’ye bağlı kalmak isteriz. Siz burayı babadan oğula geçen bir sancak haline getirin.”
Yukarıda yazdığımız açıklamaya baktığımızda, günümüzde bile Kürtlerin kendi içinden birinin liderliğini kabul etmesi mümkün değildir. Kürtlerin devlet kurmak gibi amaçlarının olmadığını ve mensubu olduğu devlete tabi olarak yaşamayı tercih ettiklerini söyleyebiliriz. Bu dönemden itibaren Osmanlı Devleti’nde 30 yıl sürecek Yurtluk-Ocaklık idari biçimi ortaya çıkacaktır. Yapılan bu düzenleme tahrir defterlerine de yansıyacaktır. Bu uygulama neticesinde bu bölge ideolojik olarak Kürdistan olarak anılmasına neden olacaktır. Ancak bu Kürdistan tabirinin idari bir kavram olmadığını söylemek mümkündür. Osmanlı Devleti’nde bir idari yönetimin olması için bir merkezin olması ve bu merkeze bağlı sancakların olması gerekirdi. Böyle bir uygulama olmadığından bu bölgeyi idari anlamda taksim etmek mümkün değildir.
Osmanlı Devleti’nin idari anlamda böyle bir yol izlemesi tarihi süreçler içerisinde sorunları da beraberinde getirecektir. Bu dönemde Diyarbakır bir eyalet olup Amid ise merkezidir. Bu idari yönetim klasik Osmanlı idaresinden farksızdır. Bu nedenle Amid ile ilgili günümüzde ideolojik yaklaşımların olduğunu görmekteyiz. Osmanlı arşivlerini incelediğimizde Amed adında hiçbir kavramın olmadığını söylemekte yarar vardır. Amed’in bir Kürtçe isim olduğu iddia edilmektedir. Oysa var olmayan bir kavramın ne Türkçesi ne İngilizcesi ne de Kürtçesi olması mümkün değildir. Oranın adı Amid idi.4 Ve günümüzde Diyarbakır için Amed kavramı kullanılmaktadır. O ilimizin adı ne Amid ne de Amed değil, Diyarbakır’dır. Onomastik tabirlerin ideolojik açıdan kullanılması uygun olmamaktadır. Tıpkı, Tunceli’nin isminin Dersim olmadığı gibi…
Osmanlı Devleti içerisinde 30 yılı kapsayan Yurtluk-Ocaklık uygulaması, bu 30 yılın sonunda klasik sancak uygulamasına geçilmiştir. Günümüze yansıması tamamen ideolojik çizgide kullanılmakta ve maksatlı önermeler yapılmaktadır. Kürtlerin Devlet kurma hususunda tarihi süreçler içinde hiçbir faaliyeti olmamıştır. Günümüzde Kürtler arasında saygın bir yeri ve Osmanlı’da yarı müderris olan Kürt Ahmedi Xani’nin şu söylemleri her şeyi açıklar niteliktedir. Xani, Kürtlerin neden devlet kurmada muvaffak olmadığını yazmış olduğu eserlerde şu cümlelerle ifade etmiştir:
“Kürt elçilerden biri bir gün Hz. Peygamber ile görüşmek istemiştir. Kürt elçiyi gören Hz. Peygamber o elçi için şu cümleleri sarf etmiştir: Allah’ım, şu çirkin mendebur kişinin soyuna devlet kurmayı nasip etme”. Peygamber Efendimiz böyle bir dua ettiği için Kürtler devlet kuramamaktadırlar. Yani böyle gelmiş böyle gider… “5
Kürt olan Ahmedi Xani’nin açıklamalarına bakacak olursak, Kürtlerin devlet kuramamasının nedeni Hz. Peygamberin bu sözleridir. Ancak mantık çerçevesinden bakıldığında İslam peygamberinin, ümmeti olduğu bir kişi için böyle sözler sarf etmiş olması mümkün değildir. Xani’nin Devlet kuramama hususunu böyle bir konuya bağlayıp, Kürtlerin aklıyla dalga geçtiği açıkça ortadır. Üstelik günümüzde dahi Kürtler için Ahmedi Xani, özel bir yer tutmaktadır. Yarı bir müderris olan ve bugün türbesinde İslamiyet’le alakası olmayan davranışlar yapılmaktadır. Türbeden çıkıldığında geri geri gidilmekte ve adaklar adanmaktadır. Yazmış olduğu Mem U Zin adlı eseri de Leyla ile Mecnun, Ferhat İle Aslı hikayesinin birebir kopyasıdır. Ortaya koyduğu eserler taklitten öteye gitmemiştir.
Ancak buna karşın bugün Ağrı ili içerinde bulanan Havalimanına Ahmedi Xani adı verilmiştir. Kürt nüfusunun yoğun olması nedeniyle böyle bir uygulama yapılması her Kürtler hem de Türkler için uygun bir uygulama değildir. Günümüzde Ahmedi Xani’nin düşünceleri artık Kürt tebaanın da düşüncesi haline gelmiştir.
Kürtlerin kurmuş olduğu herhangi bir idari teşkilat olmadığı için kaynaklarda yetersizdir. Kürt olarak anılan tebaanın bilgilerine Osmanlı arşivlerinden ulaşabilmekteyiz. Bu nedenle ne geçmişte ne de günümüz de bir idari yapı olduğunu ifade etmek doğru değildir.
Osmanlı Devleti'nde Celali isyanları olarak adlandırılan isyanlar incelendiğinde, Anadolu merkezli bu isyanların günümüzün Doğu ve Güney Anadolu’da meydana gelen terör olaylarının temelini oluşturmaktadır. Yavuz döneminde bu bölgede uygulanan idari yönetimin sağlam temellere oturtulmadığını söylemek gerekir. Kuruluştan yıkılışa kadar aşiretler tam manasıyla iskân edilememiştir.6 Bu nedenle Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde belirsizlikler her daim sürmüştür. Osmanlı Devleti merkez dışında her zaman bu bölgede sorunlar teşkil etmiştir. İsyanların fitilleri bu bölgeden ateşlenmiş ve çözümsüzlüğe sürükleyen olaylar yine burada olmuştur.
16. yüzyılın başlarındaki Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası7 , 21. yüzyıla gelindiğinde terör olarak anılmaya başlandı. Celali isyanları batıya doğru fazla ilerleyememiş daha sonraki dönemlerde tam manasıyla doğuya kaymıştır. Bu kayma daha çok 20. yüzyılın sonları 21. yüzyılın başarından olmuştur.
Kürt nüfusunun fazla olması hasebiyle, burada zuhur eden isyanların ve olayların Kürtler tarafından yapıldığı düşüncesi kaçınılmaz olmuştur. Bölge oldukça sıkıntılı bir bölge olduğundan birçok devletin etkisini buralarda görmek mümkündür.
Günümüzde olayların daha çok Diyarbakır merkezli olması bu bölgede yapılması planlanan hadiselerin bir kanıtıdır. Bu bölgede sadece Kürt nüfusu değil, Türkler de yaşamaktadır. Tarihi süreçler içerisinde bir idare kuramayan Kürtler, bazı dış eller vasıtasıyla bölgede söz de bir Kürt yönetimi oluşturmak istemektedir. Ancak şu da bir gerçektir ki, 20. yüzyıldan beri devlet kurma sözü veren Amerika, Fransa ve İngiltere bu süre zarfında Orta Doğu’yu 50-60 parçaya ayırmıştır. Bu parçadan nasiplenen bir Kürt idaresinden söz etmek de mümkün değildir.
Yine tarihi süreçler içerisinde müstakil bir devlet kurmak istemeyen Kürtlerin, günümüzde ise böyle bir niyetlerinin olduğunu söylemek ne kadar gerçekçidir? Gerçekten bölgede yaşayan Kürtler böyle bir devlet kurmayı istemekte midirler? Tarihi zemine bağlı kalındığında böyle bir isteğin olması hiçte gerçekçi durmamaktadır.
Elimizde yeterli kaynağın olmadığı, kurulan bir devletin olmadığı ve idari anlamda bir yönetimin olmamasına karşın; günümüze yansıması hiçbir anlam ifade etmemektir. Kürdistan olarak adlandırılan bölgenin idari anlamda tanımlama olmadığı gibi, Kürdistan meselesine ideolojik yaklaşılmaktadır. Böyle bir yaklaşımın bir siyasi karşılığı olmadığı açıktır. Tarihi süreçlerin günümüze yansıması dikkatle incelenmeli ve psikolojik buhranlarla maksatlı önermeler yapılmamalıdır.
Sonuç
Kürdistan kavramın, tarihi süreçler içerisinde kaynaklara dayandırarak ve tarafsız bir şekilde hareketle ortaya koyduk. Devletlerin kuruluş alametleri üzerinde çeşitli uygulamaların varlığından söz ederek, tarih kitaplarında yer aldıklarını ifade ettik. Bir idari mekanizmanın meydana geldiği dönemde mutlak surette kayıt altına alınma ihtiyacı olduğunu söyledik.
Ancak buna rağmen var olmayan bir idari teşkilatın günümüze kadar gelmiş olması yetersiz verilerin olmasına dayanmaktadır. Kaynak gösterilmeyen yerlerde efsaneler, deyişler ve ütopik düşünceler ortaya çıkmaktadır. Mutlak surette kurulan devletlerin; felsefesi, örf ve adetlerine bakılmaksızın, hiç alakası olmayan milletlere mal edilmesi tarihe aykırıdır. Günümüzde karşılığı olmayan birtakım ideolojik davranışlar mensubu bulunulan devlete zarar vermektedir. Tarih sahnesinde sadece tabiiyetini ifade eden devletlerin, günümüzde bu tabiiyeti maksatlı olarak kullanması oldukça tehlikelidir.
Osmanlı Devleti içerisinde 1515’den itibaren başlayan ve günümüzde devam eden birtakım sorunlar, aslında yüzyıllardır oturmayan idari yönetimin göstergesidir. Bu bölgenin mutlakıyet olarak ifade ettiği aşiret yapısının, 17. yüzyıla gelindiğinde bir düzen içerisinde oturtulması gerekirdi.
Tarihte kendini Kürt olarak ifade edip, bazı eserler kaleme kişilerin mensubu olduğu tebaanın aklı ile dalga geçtiğini görmek mümkündür. Bu bağlamda Osmanlı Devleti içinde birtakım nifakların da atıldığı aşikardır.
16. yüzyıl başlarında boy gösteren ve Celali isyanları olarak adlandırılan ayaklanmaların, bugün amacı aynı fakat yöntemi farklı bir şekilde devam ettiğini görmek gerekir. Nasıl ki Celaliler, o dönemde yıkıcı faaliyetler yürütmüşler ise, bugün de yıkıcı faaliyetler yürüten terör vardır. Her iki zamanda da Doğu ve Güney Doğu bölgeleri dikkat çekmektedir. Aradan yüzyıllar geçmesine karşın bu bölgede tam manasıyla huzurun tesisi sağlanmadığı da açıktır. Bu nedenle o bölgede kalıcı anlamda ciddi politikalar üretilmelidir. Böylelikle asırlardır devam eden Celali İsyanları sona ermiş olacaktır.
Günümüzde bazı kavramların ideolojik olarak kullanıldığını görmekteyiz. Bu bağlamda ideolojik yaklaşımların bir çözüm olmayacağı aksine daha da çıkmaza sürükleyeceğini bilmek gerekir.
Sonuç olarak, yazımızda Kürdistan kavramının tarihi süreçler içinde ifade ettiği anlamı vermeye çalıştık. Böylelikle mevcut olan tabuları yıkmayı da vazife bildik.
Umut Ataseven
1. Prof.Dr. Orhan KILIÇ, “Kürdistan Tabirinin Osmanlı Uygulamasındaki Muhtevası Üzerine Bazı Tespitler (16-18. Yüzyıllar)”, 2014. sf.167.
2. Prof.Dr. Orhan KILIÇ, “Kürdistan Tabirinin Osmanlı Uygulamasındaki Muhtevası Üzerine Bazı Tespitler (16-18. Yüzyıllar)”, 2014. sf.168.
3. a.g.e
4. Prof. Dr. İbrahim Yılmazçelik, XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır (1780-1840), T.T.K, Yay.Ankara,2014.
5. Ahmedi Xani
6. Halil İNALCIK, Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar, C.II, Kültür Yay., 2016.
7. Mustafa AKDAĞ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası adlı eser ismi.