Devlet, uzunca bir süredir Türk gençliğinin zihninde kendisinden yüklü vergiler alan, temel ihtiyaçlara sürekli zam yapan, onun işsizliğine çözüm bulamayan ve canı sıkıldıkça eğitim sistemini değiştiren yukarıdaki bir el olarak canlanıyor. El dememin sebebi genç çocuklar artık ülkeyi simülasyona benzetiyorlar. Sanki bir oyunun içindeymişiz de birileri tüm tuşlara basarak bölüm geçmeye çalışıyormuş gibi. Tabii burada oyun karakterleri biz oluyoruz. Çocukların bütün düzeni bu şekilde görmelerinin sebebi; onların hayatını etkileyen bir karar alındığında kimsenin onlara fikirlerini sormaması. Haksız da sayılmazlar hani. Bu yüzden ben de bu satırları onlardan biri olarak onların derdini dile getirmek için yazıyorum. Peki gerçek manada devlet nedir? Ne işe yarar? Devletin görevi bizden vergi alıp bu vergi ile yol, köprü, baraj yapıp bir yandan da bizi iç ve dış tehditlere karşı korurken tahakküm altına almak mıdır? Bu şekilde sorunca Thomas Hobbes’un devlete yaptığı Leviathan (İncil’de bahsi geçen bir canavar) tasviri canlanıyor insanın gözünde ama elbette devlet, sadece bu kadar değil. 50 yıl önce olsa yine tamam ama 21. yüzyılın ilk çeyreği bitmek üzere iken devlet mantalitesinin bu şekilde olmaması gerektiği kanısındayım. Hobbes demişken bu yazıda akademik bir değerlendirme yapmayacağız çünkü bunun için sayfalarca makale yazmak gerek. Bu yazıda devlete dair yanlış birtakım algıları, benim devlet tahayyülümü ve an itibari ile devletin ne durumda olduğunu konuşacağız. Devlete dair toplumdaki en yanlış algı hepimizin malumu olduğu üzere devlet-hükumet kavramlarının teoride olmasa bile uygulamada birbirine karıştırılmasıdır. Sürekli konuşulup tartışılmasına rağmen bu mesele hala aşılabilmiş değil. İktidar muhalifi camiada kavramların birbirine karıştırılması hükumetin yaptığı yanlışların devlete mal edilmesi ile vuku buluyor. İktidar yanlısı camiada ise bu yanlış iktidardan yana olmak devletten yana olmak anlamına geliyor. Her iki taraf da bu yanılgılar içinde şovenist söylemler içerisine girebiliyorlar. Radikal sol muhalifler iktidarın yanlışını “faşist devlet” gibi saçma bir slogan ile eleştirirken, aşırı sağ iktidar yanlıları muhalif kanadın tamamını “devlet düşmanı” ya da “vatan haini” ilan ediyor. Bu arada bahsettiğim kitleler azınlıkta değiller ve sadece eğitimsiz insanlardan oluşmuyor ne yazık ki. Devlete dair toplumda ve hatta sadece toplumda değil devlet yöneticilerinde de var olan bir başka algı da “Devlet Babadır” algısı. Burada anlatılmak istenen elbette döver de sever de mantığı. Oysaki devletin kimseyi dövmeye sopası olmadığı gibi, sevmeye kucağı da yoktur. Yargısı vardır, askeri vardır, polisi vardır ki; bunlar da adil olmak zorundadır. Kimseyi sevmeye de dövmeye de gerek yok. Gelelim benim devlet tahayyülüme. Bence devlet en tepeden en aşağıya irili ufaklı çarklardan oluşan bir saat mekanizmasıdır. Bu mekanizmada bazı çarklar çok büyüktür, devreden çıkarırsanız mekanizma çöker, saat durur. Bazı çarklar ise çok küçüktür ve önemsiz görünürler ama devreden çıkardığınızda mekanizma yavaşlar ve bir süre sonra saat yanlış gösterir. Bu mekanizmanın en büyük çarkları; ekonomi, içişleri, dışişleri, eğitim ve silahlı kuvvetlerdir. En küçük çarklar ise bunlara bağlı müfettişlikler, yerel yönetimler ve kolluklardır. Türkiye’nin mevcut durumunu bu mekanizma minvalinde ele alacak olursak vaziyet ortada, kalem kalem açıklamayacağım. Mehter Marşı eşliğinde A Haber izlemeyen herkes de durumun farkında zaten. En nihayetinde çarklar kendi kendine dönmüyor, irili ufaklı bütün çarkları çeviren birileri var. Ve vaziyetin farkında olan herkesin malumudur ki bu çarkları ne yazık ki liyakatsiz insanlar çeviriyor. Buradan “mekanizmayı yöneten iyi de çarkları çevirenler kötü” gibi bir anlam çıkmasın. Neticede çarkları çevirenlerin hepsini mekanizmayı yöneten belirliyor. Yani balık baştan kokuyor. En başta bahsettiğim Leviathan tasvirinin Türk gencinin zihninde canlanmasının sebebi tüm bu mekanizmanın düzgün çalışmamaması. En başta söyleyeceğimi en sonda söylüyor ve yazının sebebine geliyorum. Hepimizin malumudur ki son 2 aydır bütün gündemimiz Çin Virüsü. En başta hepimizin beklediği şey olası bir toplu karantina durumunda sokağa çıkma yasağının gelmesi, halkın temel ihtiyaçlarının devlet tarafından giderilmesi ve sürecin en az zararla atlatılması idi. Ancak görüldüğü üzere sokağa çıkma yasağı haftada iki gün uygulanıyor ve çok az insanın temel ihtiyacı karşılanıyor. Tabi halkın en baştaki beklentilerine temel ihtiyaçlara zam gelmemesi, vergilerin düşürülmesi ve borçların ertelenmesi de dahildi. Fakat şuan böyle bir şey söz konusu olmadığı gibi bunları yapmaya çalışan muhalif partilerin belediye başkanlarının önüne set çekilmeye çalışılıyor. Yukarıda bahsettiğimiz mekanizmayı yönetenler sürekli çıkıp #EvdeKal diyorlar. Fakat kimse bu süreçte ne yersiniz, ne içersiniz, kiranızı nasıl ödersiniz diye sormuyor. Propaganda amaçlı yapılan dizilerden bölüm başına yüz binlerce lira kazanan tuzu kuru ünlüler televizyona çıkarılıp abuk subuk polyannacılık oynanıyor. Kimsenin asgari ücretle geçinen vatandaşın evindeki buzdolabından haberi yok tabii. Milletin devletine en çok ihtiyacı olduğu zamanda çarkları çevirenler 3 maymunu oynuyor hatta bu da yetmezmiş gibi insanların talep gösterdiği ürünlere ekstra gümrük vergisi uyguluyor. Örneğin oyun konsolları gibi. Bir simülasyonda oyun karakteri olarak yer aldığımız yetmezmiş gibi oyun oynamamıza da izin vermiyorlar. Şimdi bütün bunlar ışığında hala devleti baba olarak görenlere sormak istiyorum; böyle baba mı olur yahu?
Furkan Akar