“Herkesin derdi kendine; dünyanınki hepimize…”
Louis Ferdinand Céline
Giriş
Şiddet, dünyanın var oluşundan itibaren insanlık âleminin bir parçası haline gelen bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu olgu, toplumların kültürel yargılarına, dini algılayış biçimlerine ve sosyal-psikolojik travma etkilerine göre değişkenlik göstermektedir. Ayrıca şiddet, insanın doğasındaki bir durum değil; öğrenilmiş bir tutum olarak nitelendirilmektedir.
İnsanlığı “kendi hayatlarımızın özgül katmanları, koşulları karşısında tanımlamaktan başlayarak, toplumsal coğrafyanın açıkça politik bir tavır talep eden atmosferindeki karşılığını bulmaya kadar, belki de en meşgul eden konu” [1] şiddettir.
Şiddet, tüm dünyadaki gibi Türkiye’nin de başat problemlerinden biridir. Bu yazı şiddet ve Türkiye’de kadına yönelik şiddet konusunu incelemeyi hedeflemektedir.
Şiddetin Farklı Alanlarda Algılanışı
Davranışlarda dengeli ol(a)mama, aşırıya gitme durumuna şiddet denilmektedir [2]. Şiddet, kendisini kişisel ya da çevresel faktörlere bağlı olarak tam anlamıyla ifadeden yoksun kişilerin başvurduğu bir eylemdir ve ekseriyetle anlık tepkiler şeklinde ortaya çıkar. Ancak sonuçları incelendiğinde hayli ağır bilançolara sebep oldukları da gözlenmektedir.
Günümüzde dünyamızı ve ülkemizi ilgilendiren sorunların geçmişe nazaran farklılaşması ve hatta gelişen teknolojinin de etkisiyle daha karmaşık bir hâl alması, ilgilendiğimiz şiddet olgusunun da çeşitlenmesine sebebiyet vermiş ve bu türleri ile toplumda, birer tehdit unsuru haline gelmiştir. Şiddetin tarifine sebep davranışların farklı türleri vardır ve bu türleri belirleyen faktörler, şiddetin gerekçesidir. Ayrıca yapılan çalışmalar, şiddetin artık bir “ifade biçimi” şeklinde literatürde yerini aldığını göstermektedir. Bu ifade şekli, en başta belirttiğimiz gibi toplumların değer yargıları, inanışları ve olayları algılayış biçimlerindeki farklılıkların da etkisiyle kişilerin sosyal, psikolojik açılardan olumsuz durumlarının dışa vurumudur.
Şiddet, sosyo-psikolojik kuramlardan hareketle öğrenilen bir davranıştır denilebilir. Bu öğrenme, özellikle çocukların gelişim sürecinde aile, çevre ya da kitle iletişim araçları vasıtasıyla olmaktadır [2]. Yani aile, siyasetin demokratik eksiklikleri, medyanın algı yönetimi, toplumun meşruiyet ölçülerindeki tutum değişiklikleri, tepkisizlik, eğitim, ekonomik yetkinlik gibi durumlar, şiddetin seviyesini belirlemede önemli unsurlar olarak göze çarpmaktadır.
Şiddetin özellikle ilgilendiğimiz kısmı, kadına yönelik şiddettir. Bu konu ele alınmadan önce; kadın, dinlerin kadına bakışı, kadının belli alanlardaki yeri ve algılanış biçimleri hakkında bilgiler göz atmak, konunun daha sağlıklı işlenmesi için imkân sunacaktır.
Geleneksel Anlatılarda Kadın
Bilindiği gibi toplum hayatının en önemli şekillendiricilerinden biri din ve dinin yazılı kaynağı, kutsal kitaplardır. Bu nedenle kadın ve kadın bedeni üzerinde bazı çıkarımlar yapabilmek için öncelikle incelenmesi gerekenler de bunlardır.
İnsan varlığının en somut kanıtı beden; canlılar dünyasında yer aldığımızın duyular yoluyla algılanmasında birincil etkendir. Bedene dair din ve bilimin görüşleri farklıdır. Din, bedenin içindeki ruha bakarken, bilim de bedenin dışındaki nesnel dünyaya bakmaktadır [3].
Toplumların cinsiyete bakış açılarının ataerkilliğe evrilmesinden itibaren kadın ve bedeni, daima bir sömürü aracı, daha yumuşak bir ifade ile üzerinde otorite kurulabilecek bir varlık olarak görülmüştür. Bunu yapan insan, belli noktalarda sırtını dine dayamaktadır. Dinin, bireylerin inanma ihtiyaçlarını karşılayan en önemli olgu olduğu düşünülürse, bu ihtiyacın karşılanmasında; gönderildiğine inanılan kutsal metinler ciddi birer başvuru kaynağıdır. Semavi dinler dediğimiz İslamiyet’e, Hristiyanlığa ve Museviliğe ait üç büyük kitap, Kur’an-ı Kerim, İncil ve Tevrat’ın yaradılışta kadını ulaştırdığı mertebelerdeki benzerlikler ve farklılıklar, temelde bize yol gösterecektir.
Kur’an-ı Kerim’de yaratılış, Âdem (a.s.) ile eşi Havva olarak tasvir edilmektedir. Öyle ki bu iki eş, tek bir nefisten yaratılmıştır. Bilinenin aksine, kadının erkekten yaratıldığı ve yine erkekten daha aşağı bir statüde olduğuna dair bir bilgi söz konusu değildir. Cennetten kovulma hikâyesindeki yasak meyvenin yenilmesinde sebep, şeytandır. Ayrıca buradaki günah, kadını temsil eden Havva ile erkeği temsil eden Âdem (a.s.) tarafından ortak işlenmiştir. Dolayısıyla insanın günah işlemesine sebep faktör, cinsiyeti değil; şeytan ve nefsidir. Burada nefis ise kadın ya da erkeğe göre farklılık göstermeksizin tek bir nefsi temsil eder yani, yine cinsiyetin nefsinden değil; insanın nefsinden bahsedilir. Dolayısıyla Müslümanlığın kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim, yaratılış bakımından tek bir cinsiyeti yücelten bir anlatımı benimsediği, doğrudan söylenemez.
İncil’de insanın yaratılışı şöyle açıklanır: “Tanrı, yaratılışın başlangıcından ‘İnsanları erkek ve dişi olarak yarattı.” Ayrıca şöyle bir ayet de bulunmaktadır: “Dünyayı ve içindekilerin tümünü yaratan, yerin ve göğün Rabbi olan Tanrı, elle yapılmış tapınaklarda oturmaz. Herkese yaşam, soluk ve her şeyi veren kendisi olduğuna göre, bir şeye gereksinmesi varmış gibi O’na insan eliyle hizmet edilmez. Tanrı, bütün ulusları tek insandan türetti ve onları yeryüzünün dört bucağına yerleştirdi.”[4] İncil’deki yaratılış hakkındaki ayetlerden bu ikisine baktığımızda da erkeğin kadından daha üstün olduğuna vurgu yapan herhangi bir ifadeye rastlanmaz.
Tevrat, diğer iki kutsal kitaba nazaran daha farklı bir yaratılıştan söz etmektedir. Kadının yaratılışını, Havva’nın yaratılışı olarak anlatan Tevrat’ta Havva, Âdem’in kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kadının, erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmasını bazı görüşler kadını aşağılayan, hor gören bir anlatım olarak görse de bu anlatımın kadın ve erkek eşitliğini simgelediğini söyleyen görüşler de mevcuttur. Yasak ağaçtan yedikleri meyve yüzünden cennetten kovulmuşlar ve Havva’ya, yani kadına acılar içerisinde doğurma ve erkeğine karşı konulamaz bir istek duyma cezası verilmiştir [3].
Ataerkil sistemin, toplumların sosyolojik yapılarına girdiği andan itibaren kadına yönelik tutum ve beraberinde dindeki yorumlamalar da farklılaşmış hatta kutsal metinler üzerinde çeşitli oynamaların yapılmasına kadar ileri gidilmiştir. Metinlerdeki Havva üzerindeki betimlemelerle başlayan kadına yönelik tutum, zamanla kadının sosyal yaşantısını sınırlamış, bu sınırlandırma kültürel değerlerin ve yazılı olmayan toplum kurallarının da etkisiyle artarak devam ederek günümüze kadar taşınmıştır. Dolayısıyla kadın, üzerinde baskı uygulanması, otorite kurulması ve hatta şiddet ile “terbiye” edilmesi gereken bir varlık, belki de bir meta hâline getirilmiştir.
Kadına Yönelik Şiddet veya Erkek Terörü
Şiddet ya da kadına yönelik şiddet denildiğinde akla ilk gelenin fiziksel şiddet olmasına karşın bu konuya daha genel bir perspektiften bakmak gerekir. Kadınlara ailede söz hakkı verilmemesinden sosyal hayata entegre olma hakkına müdahale etmeye; küfür, hakaret ve aşağılama ifadelerinden fiziksel müdahalelere kadar tüm eylemler birer şiddet unsurudur.
Kadına yönelik şiddet, ataerkil kültürde kadının erkeğe bağımlılığının somut ve soyut manada arttırılması ile sürekli hâle gelmiştir. Ayrıca karı-koca ilişkisini aşıp çevre koşullarının müdahalesi ile gerçekleşen bir yönü de bulunmaktadır [5]. Bu noktada vurgu yapılması gereken kavram, namustur. Namus, erkek egemen zihniyet yapılarının kadını kısıtlamak için başvurduğu temel dayanaktır. Erkeğin ve eril zihniyetteki toplumların “namus” tanımlamaları içinde bulunmayan ve kadın tarafından istekli ya da isteksiz bir şekilde yapılan her davranış, şiddeti meşru kılmaktadır.
Şiddet eylemleri ilk aşamada sözlü ve psikolojik olarak yansıtılmaktadır. Şiddete karşı kadının tepkileri şiddetin sürekliliği adına belirleyicidir. Kadınların erkeklere göre duygusal hassasiyetlerinin daha etkin olması veya daha duygusal yetiştirilmesi, sözlü şiddetin erkekleri doyurmamasına sebep olurken, kadınları değersiz hissettirmesine yol açmaktadır. Bu durumda erkek, şiddet eylemlerinin daha ileri aşamaya götürür. Sözlü şiddet, fiziksel şiddet ile somutlaşır. Aslında sözlü şiddetin sürekliliği, her iki taraf için hakaret, küfür ve aşağılayıcı sözleri belli bir zaman sonra sıradanlaşmaktadır. Bu durumda daha görünür, hissedilir ve daha doyurucu bir şekilde fiziksel müdahaleler başlamaktadır. Kadın fiziksel şiddete karşı güç yetersizliğinden dolayı karşılık verememekte, verse de yeterli seviyeye ulaşmamaktadır [5].
Şiddetin bir diğer türü de fizikî şiddet teması içinde kendisine yer bulan cinsel şiddet hususudur. Buna, toplumdaki cinsiyet egemenliği algısının bir etkisi de denilebilir. Cinsellik, kadın-erkek etkileşiminde önemli noktada bulunan bir gerçekliktir. Ancak bunun çeşitli sebeplerle ortalığa saçılması, medya gibi pek çok teknolojik unsurun da buna çanak tutması, toplum değerlerinin bu konuya kapalı bakış açısı ile çelişmekte ve devamında kadın bedeninin pazarlanması, evlilik dışı ilişkilerin açık bir şekilde teşhir edilmesi ve meşrulaştırılması, özel ihtiyaçların gizlilik ilkesinin ihlâl edilmesi pahasına ulu orta giderilmeye çalışılması ve hatta ele-yüze bulaştırılması gibi sonuçlara sebebiyet vermektedir.
Cinsel şiddet eylemleri pek çok faktöre bağlı olarak çeşitlilik göstermektedir. Bunlar, gerçekleşme biçimi, kurban ile faili arasındaki ilişki türü vb. şeklinde sıralanabilir. Cinsel şiddet türleri üzerinde farklı toplumlarda farklı görüşler varsa da biz genel bir çerçeve çizmek için Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlediği cinsel şiddet türlerini temel alacağız. Dünya Sağlık Örgütü; “Şiddet ve Sağlık Konulu Dünya Raporu”nda cinsel şiddet türlerini on bir başlık altında toplamıştır. Bunlar;
- Evlilik ve beraberliklerde gerçekleşen tecavüz,
- Yabancılar tarafından gerçekleştirilen tecavüz,
- Savaş sırasında gerçekleştirilen sistematik tecavüz,
- Cinsel birleşmede bulunmaya yönelik istenmeyen cinsel sataşmalar ve saldırılar,
- Zihinsel veya fiziksel olarak engelli bireylerin cinsel istismarı,
- Çocukların cinsel istismarı,
- Zorla evlendirme (çocukların evlendirilmesini de içermektedir),
- Gebelikten korunma ya da cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korunma yöntemlerini kullanma hakkının engellenmesi,
- Zorla düşük yaptırma,
- Kadının cinsel bütünlüğüne yönelik saldırgan eylemler (zorla yapılan kızlık zarı ve bekâret muayenelerini içermektedir),
- Bireylerin cinsel istismar amaçlı olarak ticari açıdan kötüye kullanılmasıdır [6].
Bu tanımlamaların tamamının cinsel şiddete girdiği kabulüyle birlikte en ağır biçiminin “tecavüz” olduğu bilinen bir gerçektir. Birçok ülkede yapılan çalışmalar yüksek sayılarda tecavüz suçu işlendiğini ortaya koyarken, bu sayıların yalnızca bildirilen olguları yansıtması, “tecavüz”ün görünenden daha yaygın bir cinsel suç olduğunu düşündürmektedir. Tecavüz, hem cinsel hem de şiddet içerikli bir suç olarak kavramsallaştırılmaktadır. Mağdurların genellikle kadın, faillerin de erkek olduğu tecavüz olgusu, literatürde kadına yönelik şiddet türlerinden biri olarak ele alınmakta ve bu bağlamda tanımlanmaktadır [7].
Türkiye’de Kadınlar Erkeklerin İzin Verdiği Kadar (mı) Yaşar
Türkiye’de, özellikle son dönemlerde kadına yönelik şiddet konusunda kadın bilinçlenmesi, şiddet olaylarının artışıyla aynı yönlü ilişkiye sahiptir gözlemi yapılabilir. Bunun bir tarafı; belediyeler, sivil toplum kuruluşları ve sosyal medya etkisiyle kadını bilinçlendirme, hakkını arama gibi konularda eğitme ayağını üstlenmektedir. Buna karşılık diğer taraf, çeşitli ideolojik yaklaşımlar, para karşılığı sözde farkındalık yaratan görsel medya yayınları, özgürlük adı altında kadın ve erkek eşitliğini, cinselliği ve aşk, sevgi gibi duygusal hazları saptırarak, bir pornografi haline getiren yaklaşımlar, ülkedeki denetleme mercilerinin çifte standartlı yaklaşımları ve en önemlisi, ülke yönetimiyle toplum huzurunu sağlama açısından hayati konumdaki kurumların başındaki yöneticilerin bu tavrı neredeyse desteklemeye varan beyanları her gün bir başka kadının, daha doğru bir ifadeyle bir başka canın hayatını kaybetmesine sebep olurken, toplumun geleceğini tehdit eden, travmatik bir bilinç altıyla yetişecek nesillerin ortaya çıkmasında olumsuz rol oynuyor.
Aşağıdaki eklerde, 2014 yılına ait yerleşim yerine göre, yaş gruplarına göre ve eğitim durumlarına göre fiziksel ve/veya cinsel şiddeti gösteren istatistiki verilerin olduğu bazı tablolar[1] [10] geçtiğimiz yıllarda kocasını öldürmesi ile gündeme gelen Çilem Doğan’ın savunması [11] ve 22 Ağustos 2019’da yazılı ve görsel medyaya düşen Emine Bulut cinayetine ait bilgiler yer almaktadır. Burada amaç, bahsini ettiğimiz toplumsal bilinç ve toplumsal tepki konularını göz ardı etmeye devam ettiğimiz sürece durumun daha nerelere varacağının vurgusunu yapmaktır.
Sonuç
Kadına yönelik şiddet, tüm toplumlarda ve dönemlerde farklı biçimlerde de olsa uygulanan yasal kanun ve düzenlemelere rağmen önü alınamamaktadır.
Türkiye de kadına yönelik şiddetin yaşandığı ülkelerden biridir. Ülkemizde yaşayan milyonlarca kadın, maruz kaldığı şiddet nedeniyle hem ruh hem de beden sağlığını kaybetmektedir. Kadına yönelik şiddet, fiziksel, cinsel, psikolojik- sözel, ekonomik olmak üzere dört grupta ele alınsa da ülkemizde kadınlar, pratikte bu şiddet türlerinin tamamını aynı anda yaşayabilmektedir. Şiddetin hangi türü olursa olsun, bu durum kadınlara, yaşam kalitesi düşük, korku dolu, güvensiz bir hayat yaşatmakta, onların özgüvenlerini kaybetmelerine sebep olmaktadır [8].
Bunun engellenmesi için yapılan çalışmalar kademeli olarak arttırılmıştır. Örneğin, Mor Çatı, Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri kurulmuştur. Ayrıca aile içinde şiddet uygulayan bireyi, öncelikle ortak yaşam alanlarından uzaklaştırmak, birtakım tedbirlerle birlikte şiddete maruz kalan veya risk altında bulunan aile bireylerinin kişisel haklarını korumak ve daha fazla zarar görmesini engelleyerek, korunmasını sağlamak amacıyla 1988 yılında yapılan yasal düzenleme 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’dur. Kanun maddesine 2007 yılında bazı düzenlemeler getirilmiş ve 2008 yılında uygulanmasını kolaylaştırmak amacıyla uygulama yönetmeliği çıkarılmıştır. 11 Mayıs 2011 yılında kadına yönelik şiddet konusunda en kapsamlı sözleşme olarak tanımlanan İstanbul Sözleşmesi imzalanmıştır. Dahası, Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi de konu ile alakalı dönüm noktalarından birini oluşturmaktadır [9]. Bütün bunlarla birlikte, bir kadının ekonomik gücünün arttırılması, kırsal kesimlerde şiddetin daha yoğun olması sebebiyle bilinçlendirme çalışmalarının yapılması gibi önlem önerileri sunulsa da tam anlamıyla bir sonuca varılamadığı gibi modern kent merkezlerinde yaşayan, sosyal-siyasal yaşamda etkin rol oynayan ve ekonomik özgürlük sahibi kadın bireylerin de şiddetin çeşitli türlerine maruz kaldığı ve birçoğunun kendi isteği ya da bazı çevresel faktörler sebebiyle kayıt dışı kaldığı gözlenen bir gerçekliktir. Dolayısıyla sunulan öneriler de yeterli olamamaktadır.
Toplumun her kademesinde olduğu gibi bu konuda da, yine toplumun her kademesindeki boşvermişlik hâli bunun bir sebebi olarak sunulabilir. Esas sorun da buradan kaynaklanmaktadır. Her kurum, kuruluş, topluluk ve birey bazında insanlar bu konudan kendisine vazife çıkarmalı ve toplumsal bir bilinç mekanizması geliştirilmelidir. Medya, TV programları, adalet sisteminin polisten, hâkime tüm kolları, din görevlileri, akademik kadrolar, eğitim kurumları, öğretmenler, sivil toplum kuruluşları, psikologlar, tıp bilimciler, komşular, akrabalar, bütün aileler… Topyekûn bir seferberlik ilan edilip sistematik bir bilinçlendirme sağlanamadığı sürece ülkemizde Münevverler, Özgecanlar, Çilem Doğanlar, Metro Turizm vakaları, Emine Bulutlar ve daha niceleri sürmeye devam edecektir.
Dipnot: [1] 2014 yılı sonrasına ait toplu veriler, resmî kurumlar yerine medya üzerinden elde edilebildiği için sonraki tarihlere ait veriler yerine 2014 yılı verileri kullanılmıştır.
Kaynaklar
- Türker, Y. (1996). Şiddetle Seviyorum! Cogito Şiddet, Yapı Kredi Yayınları.
- Kaya, R. (2010). Bir İfade Biçimi Olan Şiddetin Yaygınlaşması, Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Dumlupınar Üniversitesi, Kütahya.
- Hepşen, Ö. (2010). Tevrat, İncil ve Kuran-I Kerim’de Kadın Bedeni, Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara Üniversitesi, Ankara.
- Kutsal Kitap: Eski ve Yeni Ahit (Tevrat ve İncil), (2009). Yeni Yaşam Yayınları, İstanbul.
- Yıldırım, S. (2015). Kadına Yönelik Şiddet Ve Ataerkillik. Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Atatürk Üniversitesi, Erzurum.
- World Health Organization (2002a) World Report on Violence and Health. Geneva: WHO. http://www5.who.int/violence_injury_prevention/download.cfm?id=0000000582
- Çoklar, I. (2007). Kadına Yönelik Cinsel Şiddetin Meşrulaştırılması ve Tecavüze İlişkin Tutumlar.Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ege Üniversitesi, İzmir.
- Ömek, H. (2013) Kadına Yönelik Şiddet ve Din İlişkisine Sosyolojik Bir Yaklaşım: Ankara’da Kadın Sağınmaevleri Örneği, Yüksek Lisans Tezi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara Üniversitesi, Ankara.
- Akyıldız, M. (2014). Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede Bir Model Olarak Şiddet Önleme Ve İzleme Merkezi. Yüksek Lisans Tezi, Adli Tıp Enstitüsü, İstanbul Üniversitesi, İstanbul.
- http://www.tuik.gov.tr/MicroVeri/KYAS_2014/ozet-tablolar/index.html
- https://www.evrensel.net/haber/274257/olay-soyle-oldu-hakim-bey
Burçin Öner
Burçin Öner’in “Türkiye’de kadının yaşama hakkı” başlıklı yazısı ilk olarak 23.08.2019 tarihinde Milli Düşünce Merkezi, Millî Strateji Araştırma Kurulu(MİSAK)’nun internet sitesinde yayımlanmıştır.