Sabah uyandınız, müthiş bir güne hazırlanıyorsunuz. Güneşin pırıltısı, ağaç dallarının arasından teninize dokunan kumkarası rüzgârı ve kuş sesleri sizi umuda çağırıyor. Yavaş adımlarla banyoya doğru yürüyorsunuz. En çirkin insanın bile kendine hoş göründüğü o sihirli deve bakıyorsunuz, aynaya. Ama o da ne? Gördüğünüz kişi siz değilsiniz. Kim olduğunu da bilmiyorsunuz. Hatta kadın mı erkek mi onu bile ayırt edemiyorsunuz. İşte insanı delirtebilecek olan bu durum bir hastalığın habercisi. Prozopagnozi. Psikoloji alanında çalışanları ayrı tutarsak bu ismi ya birkaç yazıda okumuş ya da filmlerde görmüşsünüzdür. Yüz tanıma becerisi doğuştan gelen bir özelliktir ve zamanla geliştirilebilir. Ancak bazı bireyler yüze ait parçaları birleştiremezler. Kimi zaman annesini saçından, eşini gözlerinden ya da babasını ellerinden ayırt ederler. Bunu ilk kitabım "Maskelerin Ardındaki Sır" isimli eserimde konu edinmiş, annesinin boyalı saçlarını ayırt edemediği için felakete sürüklenmiş bir adamın hikâyesine değinmiştim. Prozopagnozi hastaları hariç diğer insanlar genellikle görsel hafıza konusunda fena değildir. Örneğin Brezilya’nın ünlü seri katillerinden Pedro Rodrigues Filho, henüz çocuk yaşlarında iken gözüyle şahit olduğu bir olayı asla unutamamıştı. Annesini yirmiden fazla pala darbesiyle öldüren babasının yüzünü yıllar sonra tanıdı ve hapishanede yakalayıp öldürdü. Göğüs kafesini açtıktan sonra kalbini ısırdı, çiğnedi ve tükürdü. Ancak bilgi saklama hususunda bu kadar başarılı olduğu söylenemezdi. Çünkü hamile arkadaşını katleden mafya üyelerini bulduğunu sanıp işkenceyle öldürmüş, hata yaptığını anlamasına rağmen cinayetlerine devam etmişti.
İnsanoğlu daima unutur. Duyduklarını, gördüklerini, yaşadıklarını. En sevdiklerinin seslerini bile öldükten sonra unutur. Herhangi bir video kaydına denk geldiğinde fark eder ve üzülür. Bu hüzün aslında insanoğlunun unutulma telaşının bir tezahürüdür. Doğmadan önce yaşanan bilinmezliğin öldükten sonra da gerçekleşeceğinden içten içe korkar. Bu nedenle saklayabildiği kadar anı saklar ve nesilden nesle anlatarak bir nevi sözlü kültürle unutulmaz hale gelmeye çalışır. Ancak söz uçar yazı kalır deyiminin bile değerini yitirmeye başladığı şu günlerde; milyarlarca insanın doldurduğu dünyada, tüm kelimeler dipsiz bir kuyuya hapsedilmekte. Hele hele beynimizin serebral ve entorinal korteksleri ile hipokampüsündeki karmaşık bilgi asla sonsuza kadar kalamaz. Beyniniz üzüntü, stres, hayat hengamesi derken kimi anılarınızı hayatınızdan siler. Öyle de olmak zorundadır. Ancak bazı olayları da hiç ama hiç unutamazsınız. Kaybettiklerinizi, yenilgilerinizi, hüzünlerinizi, başınıza gelmesini istemem fakat en acısı da öldürdüklerinizi…
Şimdi bu noktada anahtar soruyu sormanın vakti geldi. Katiller unutur mu?
Cevabımız, asla! Aralarında çok uzun soğuma dönemleri ile beş kişiyi katletmiş Wisconsin Canavarı olarak da bilinen Edward Edwards, öldürdüğü insanları tek tek anlatmıştı. Hem de nasıl köşeye sıkıştırdığı, nasıl boğduğu ya da vurduğu, nereye savrulduklarına kadar tüm ayrıntılarıyla. Hatta birisi onun evlatlık edindiği ve bir asker olarak yetiştirdiği genç adamdan başkası değildi. Ancak o dönemde yürürlükte olan yasaların sağladığı boşluktan yararlanıp böylesi bir cinayeti bile örtbas etmeyi başarmıştı. Eğer kızı kendisinden şüphelenip neredeyse ölmek üzere olan hasta babasıyla ilgili polise bilgi vermeseydi bugün hiçbirimiz kendisini tanıyor olmayacaktık. Katlettiklerini unutmayan bir diğer seri katil ise Andrew Urdiales. Elinden kaçırdığı tek kurbanının ifadesiyle yakalanan katil; öldürdüğü hayat kadınlarının eşkallerini, kimliklerini ve dahi akla gelebilecek tüm detayları tek seferde sıralamıştı. Tabii, herkes bu seri katilin hapishaneye giden sürecine büyük destek veren kadın kadar şanslı değildir. Bazen caniler kurbanlarını ellerinden kaçırırlar. Sırlarının ifşa edilmesinden duydukları korkuyla mağdurları büyük bir titizlikle aramaya devam ederler. Yakaladıklarında ise artık geri dönüş yolları tamamen kapanır. Çünkü, o ana kadar olası her aksilik için tüm tedbirleri almışlardır.
Eğer bir seri katilin eline düştüyseniz, kurtulma olasılığınız yalnızca yüzde sekiz. İkinci kez yakalandıysanız neredeyse sıfır. Diyelim ki imkânsızı başardınız ve kaçtınız. Hayatınıza devam etmenizin anahtarı kolluk kuvvetlerine vereceğiniz bilgi ve o bilginin niteliği.
Kısacası, yaşamak sizin ellerinizde…