Ünlü şair Nâzım Hikmet’in:
"Dörtnala gelip Uzak Asya'dan,
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket, bizim..."
sözleriyle özetlediği, 5000 yılı aşkın tarihsel sürecimiz şu an Anadolu’da devam ediyor. Buna benzer güzel sözler her milletin ya da ülkenin marşlarında, şiirlerinde, kitaplarında geçer. Fransızlar Paris’te dünyaya geldiği, Moğollar Cengiz Han’ın soyuna mensup olduğu, Mısırlılar peygamberle aynı milletten olduğu için genellikle gurur duyar. İnsanlar doğduğu topraklarla, atalarıyla ya da bugüne uzanan tarihleriyle övünürler. Bu durum ülkemizde de yaygındır. Hatta Atatürk’ün Onuncu Yıl Nutkunda söylediği o söz kulaklarda çınlamaya devam ediyor. "Ne mutlu Türküm diyene!" Aslında mensup olduğumuz milletler uzun yılların sonucunda bir kabulle oluşur. Ten ve göz rengi, kemik yapısı, yüz şekli, boy ya da kilo gibi özelliklerin baz alınarak insanların sınıflandırılmasına Irk denir. Irk, yalnızca insanların değil doğada bilinen birçok canlının sınıflandırılmasında kullanılır.
İnsan DNA’sı yaklaşık 3 milyar baz çiftinden oluşur. Sokakta rastladığınız biriyle sizin DNA’nız arasında yüzde 99’u aşkın benzerlik bulunur. Bizleri farklı kılan bazı değişiklikler vardır. Bunlar yalnızca DNA dizilimimizden kaynaklanmaz. DNA’mızın önemli bir kısmı ifade edilmeyen genlerden oluşur. Bunlara İntron denir. Bir de ifade edilen genler vardır. Bunlara da Ekzon denir. Ekzonların tamamı çalışıyor demek yanlış olur. Çünkü çeşitli moleküller buralara bağlanarak işlevleri kısıtlar. İşte tüm bu süreç genetik dışı birtakım faktörleri inceleyen Epigenetik’in çalışma alanıdır. Hatta epigenetik o kadar ilerledi ki suç dünyasının bazı anahtarları da açıldı. Yıllardır söylenegelen; ikiz kardeşlerin DNA’ları aynıdır, bu nedenle parmak izinden ayırt edebiliriz tezi çöktü. Artık ikiz kardeşleri DNA’larındaki bazı epigenetik özelliklerden ayırt etmek mümkün.
İnsan genomundan ırk tayini ile ilgili bazı fikirler öne sürülmeye devam ediliyor. Ancak bunların bilimle bağdaşmadığını belirtmek gerekir. Bilinenin aksine ırklara ait özel DNA bölgeleri bulunmuyor. Son dönemlerde bazı şirketler ırk tayini adı altında DNA’nızı alıp incelemeyi vaat ediyor. Bunun hiçbir şekilde gerçekçi olmadığının altını çizelim. Çünkü az önce değindiğimiz gibi DNA’nızda ne Türk geni ne İtalyanları temsil eden bir bölge ne de bu ABD’lidir denen bir marker yok. MyHeritage, DDC ya da Uniqgene gibi bazı şirketler sizden svabla tükürük örneği alıyor ve tüm genomunuzu analiz ediyor. Sonuçlar ise epey sorunlu. Zira yüzdelik dilimlerle hangi ırklara ait olduğunuza dair size bazı veriler sunuluyor. Mesela yüzde 40 Rus, yüzde 30 Arap, yüzde 20 Türk, yüzde 10 Çinli şeklinde rapor veriyorlar. Bazıları bu denli ileri gitmese bile coğrafi sonuçlar verebiliyorlar. Örneğin Asya kıtasından geldiğinizi yahut Afrikalı olduğunuzu iddia ediyorlar. Bu nedenle bahsi geçen şirketlere verdiğiniz paranın bir karşılığı olmadığını belirtmeden geçmeyelim. Coğrafyanın etkisi ise bambaşka bir mevzu. Çünkü son dönemlerde giderek yaygınlaşan ve çok sayıda olayın çözümlenmesine yardımcı olan İzotop Analizi önem kazanıyor. Son yıllarda ne yiyip içtiğinizi, nerede yaşadığınızı bu teknikle anlayabiliyoruz. Tırnağınız incelendiğinde bu sene nerede bulunduğunuz tespit edilebilir. Hatta çeşitli organ ya da uzuvda yapılan izotop analizleri hayatınızın farklı dönemlerine bile ışık tutabiliyor. Sahte paralardan uyuşturucu madde analizine kadar uzanan İzotop tekniği giderek yaygınlaşıyor.
DNA göndermenin kimi zaman fark edilmeyen avantajları da bulunur. Daha önceki yazılarımızda seri katillerin pek de zeki olmadıklarını belirtmiştik. Bu duruma bir kanıt olarak DNA gönderimi sunulabilir. Kimi seri katiller İngiltere’de bulunan bazı DNA araştırmalarına katıldılar. Ancak imza attıkları kağıtlara muhtemelen pek göz gezdirmemişlerdi. Çünkü gönderdikleri örnekten elde edilen DNA istendiği zaman polisle paylaşılabiliyordu. DNA bankasındaki veriler ile olay yerinden alınan deliller birbirini tutunca kolaylıkla yakayı ele verdiler. Katillere fikir vermek gibi olmasın ama; bir cinayet işlediyseniz parmak izi bırakmamaya dikkat ettiğiniz kadar DNA bırakmamaya da dikkat etmelisiniz. Eğer yeterince dikkatli değilseniz de akıllı davranmanız gerektiğini bilmelisiniz. DNA bankaları yalnızca İngiltere ya da ABD özelinde değil farklı ülkelerde de gelişme gösteriyor.
Çin, DNA kütüphaneleri bakımından gerçekten çok iyi bir konumda. Uzun yıllardır neredeyse her bölgeden tükürük ve kan örneği toplayarak DNA veri bankaları kuruluyor. 2007 yılından beri çılgınca örnek toplama işine girişen Çin yönetimi çok sayıda gen bölgesini inceleme altına aldı. Çeşitli kromozomlar üzerinde yapılan çalışmalar dünya çapındaki dergilerde yayınlandı. Çalışmaların neden yapıldığı konusunda hâlen sağlıklı bir açıklama bulunmuyor. Ülke genelinde yapılan DNA bankalarının iyi çalıştığı konusunda ise herkes hemfikir. Ancak Doğu Türkistan’da yapmış oldukları muamele ve DNA bankasının bu bölgede yoğunlaşması soru işaretlerini epey arttırdı. Zaten sorunlu bir bölge olan Doğu Türkistan, 2009 yılında gerçekleşen büyük bir hadiseyle çalkalandı. Hanlı iki kadın 6 Uygur erkeği tarafından tecavüze uğradığını iddia etti. Çıkan etnik gerilimde 184 kişi öldü. Kimse bu iddianın yalan olabileceğini sorgulamadı bile. Polis yaptığı araştırmalar sonucu işyerlerinden memnun olmayan kadınların böyle bir olayı uydurduğunu tespit etti. Suç dosyası bununla sınırlı kalmıyor. Çin’in Hushou kentinde 1995 gecesi işlenen ve dört kişinin öldürüldüğü pansiyon cinayetleri fail-i meçhul olarak kalmıştı. 60.000 kişinin parmak izi alınmasına karşın katil ya da katiller bulunamadı. Neredeyse 20 yılı aşkın bir zaman sonra DNA bankaları oluşturulurken bir kişinin DNA örneği suç mahallinde bulunan örnekle uyum sağladı. Adrese gittiklerinde karşılarına çıkan kişi ünlü Çinli polisiye yazarı Liu Yongbiao çıktı. Suçu tek başına işlemediğini, maddi kazanç elde etmek için adam öldürdüğünü söylemişti. Lakin evinde birkaç eşyadan fazla bir şey bulunamadı. Çin’in özellikle polise yardımcı olan DNA veri bankası işlemi sürüyor. Fizyoloji, tıp ve suç konularındaki çalışmalar için ciddi birer kaynak olacağı kesin.
Irkla ilgili çalışmalar aslında çok da yeni değil. II. Dünya Savaşı’na giden süreçte Nazi Partisi lideri ve Alman Führeri Adolf Hitler döneminde çeşitli ırk çalışmaları yapılmıştı. Sarı saçlı, atletik yapılı, uzun boylu ve mavi gözlü insan popülasyonunu arttırmak isteyen bilim insanları etik yasalara hatta insanlığa sığmayacak çeşitli deneylere imza attılar. İşin garip tarafı; Hitler’in kendisi kahverengi saçlı ve orta boyluydu. Buna rağmen Aryan da denilen üstün bir ırk için diğer ırkların imha edilmesi gerektiğine inandılar. İnsanları toplama kampına hapsetmek, ölen insanlardan sabun yapmak gibi tuhaf işler yaptılar. Özellikle Yahudileri hedef alan bu yaklaşım sebebiyle yapılanlar Antisemitizm (Yahudi karşıtlığı) olarak adlandırıldı. Çeşitli ırkların üstün olduğuna dair Fransız aristokratlar da kitaplar yayınlamıştı. Fakat 2000’li yıllara gelindikçe ırkçılığın insanlık suçu olduğuna dair kabul giderek arttı. Böylece bu sorun tüm dünyada olmasa bile önemli ölçüde çözüldü. Hazır bahsi geçmişken az önceki konuya dair ilginç bir bilgiyi sizlerle paylaşalım. Almanya’da uygulanan ırkçı temelli faaliyetlerin göbeğinde yer alan Nazi Partisi’nin lideri Hitler’in cenazesi kısmen kayıp. Dişlerinin bir kısmı Rusya’da bulunmakla birlikte yapılan DNA testlerinin sonuçları paylaşılmadı. Neo-Nazist insanların ayağa kalkacağı inancı hâkim geldi. Çünkü onlar hâlen efsanevi führerlerinin bir yerde yaşadığına ya da kimsenin zararına uğramadan eceliyle öldüğüne inanıyorlar. Adolf Hitler’in ölümünden sonraki süreci Kasım ayında başlayacağımız Tuhaf Dosyalar serisinde Adolf Hitler’in Cesedi konulu yazımızda işleyeceğiz.
Irkçılık yalnızca onu uygulayanlar tarafından değil, uygulanan insanlar tarafından da kabullenilir. Örneğin Nazi Almanya’sının ırkçı politikaları Yahudi toplumu üzerinde müthiş bir ırkçı akıma sebep olmuştur. Elbette bunda Yahudiliğin "Yahudi olunmaz, Yahudi doğulur" prensibinin de etkisi bulunur. Irkçılığın yoğun olduğu ülkelerde farklı milletlerin kendilerini savunma refleksleri zamanla ırkçılığa, birtakım kanunsuz işlere ya da terörizme sebep olabilir. Milliyetçilik ise ırkçılıktan tamamen ayrışan bir kavramdır. Milliyetçilik ya da dünya literatüründe bilinen adıyla nasyonalizm devleti kuran milletin üst kimlik olarak benimsenmesidir. Örneğin Fransa’yı kuran iradeyi temsil eden millet Fransızlardır. Yahut Sırbistan’ı kuran insanlar Sırplardır. Bahsi geçen ülkelerde farklı milletlere mensup insanlar yaşayabilir. Bununla birlikte yaşadıkları ülkenin kimlik kartlarını taşırlar. Örneğin Arap kökenli bir vatandaş Fransa Devleti’nin verdiği kimliği taşıması halinde dünya üzerinde Fransız vatandaşı olarak muamele görür. Farklı ülkelere gittiğinde de kendisini kökenine göre değil kimliğinde yer alan millet ibaresine göre tanıtır. Terörizme maruz kalan, yüksek enflasyon yaşanan ve sınır güvenliğinin sağlanamadığı ülkelerde Milliyetçiliğin arttığı ve toplumsal öfkenin yükseldiği bilinmektedir. Bu öfke çoğu zaman farklı grupların tartışmasına ve kimi zaman da suç işlemesine yol açar.
Yukarıda anlatılanlardan yola çıkıldığında milliyetçiliğin Atatürk’ün kastettiği anlamda yapılması daha doğru kabul edilebilir. Mustafa Kemal Atatürk’ün benimsediği milliyetçilik fikri; ülkeyi kuran tüm vatandaşların o ülkeye ait olduğuydu. Atatürk farklı kökenlerden gelenlerin üst kimlik olarak Türk Milleti’ne mensup olduğunu öne sürdü. Onun milliyetçilik anlayışı Ziya Gökalp’in esaslarına yakındı. Atatürk’ün milliyetçilikten anladığı ulus devletti. Çok milletli Osmanlı Devleti’nden neşet eden Türkiye Cumhuriyeti’ni birleştirebilecek en önemli yaklaşım milliyetçilik olarak görülüyordu. Çünkü Fransa’nın kurulmasında da bu akım hayati bir rol oynamıştı. Her ne kadar Atatürk’ün Jean Jacques Rousseau’dan etkilendiği söylense de çalışma metinlerinde epey eleştirdiğine şahit olunabilir. Mustafa Kemal Atatürk’ün altı prensip olarak belirlediği ilkeleri önemli ölçüde başarılı oldu. Döneminde 1929 yılındaki büyük buhrana kadar ciddi atılımlar yaşandı. Ancak her konuda olduğu gibi Atatürk’ün de bazı hatalarının olduğunu belirtmeliyiz. Ne yazık ki Güneş Dil Teorisi ve Türk Tarih Tezi gibi bazı çalışmaların ne tarihi süreçle ne de linguistikle bağdaşmadığını belirtmeliyiz. Hatta şaşırtıcı bir şekilde buna en çok karşı çıkan kişi Türkçü kimliğiyle tanınan Zeki Velidi Togan’dı. Günümüzde yapılan çalışmalarla Sümer Dilinin Türkçeye yakın olduğu belirtiliyor. Buna karşın Türk Edebiyatı hocası rahmetli Prof. Dr. Şinasi Tekin ekolü dil bağlantılarında benzeyen kelimelerden çok benzemeyen kelimelere yoğunlaşmayı tavsiye ediyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni kurulduğu dönemde antropolojik özelliklerle ırk tayini yapılmaya çalışıldı. Kafatası büyüklüğü, ayak parmaklarının dizilimi, ten rengi, kimi kemiklerin yapısı özel incelemelere tabi tutuldu. Bu dönemde önemli şahsiyetlere ait olduğu bilinen 1040 adet mezar açıldı ve antropologlara sunuldu. Örneğin büyük eserlere imza atmış olan Mimar Sinan’ın cenazesi 1 Ağustos 1935 tarihinde itfaiye nezaretinde mezarından çıkarıldı ve kafatası incelendi. O günün teknolojisine göre Türklere has bir özellik olduğu düşünülen brakisefal (geniş ve kısa, yuvarlak yapılı) şeklinde olduğu görüldü. Fakat aksilik bu ya, çalışmalar esnasında Mimar Sinan’ın kafatası kaybedildi. Yahut kaybedildiği sanıldı. Bugün nerede olduğu bilinmeyen kafatası hariç neredeyse parçalanmaya yüz tutan iskelet defnedildi. Irk tayini sebebiyle yapılan çalışmaların bazıları tıpkı bunlar gibi felaketle sonuçlandı. Mezarlara ait kemiklerin muhafazası oldukça önemlidir. Sırf bu sorun sebebiyle büyük bir sansasyona karışan Selçuklu sultanlarını ekim ayında kaleme alacağımız Kayıp Kemikler: Selçuklu Sultanları isimli yazımızda inceleyeceğiz.
Irk özelliklerinin zekâ ile alakası yoktur ama vücut sağlığı ile ilgisi vardır. Bugüne kadar çok sayıda çalışma coğrafi özelliklerin sağlığa etkisini incelemiştir. Buna nazaran tek tük sayıda kimi çalışmalar da ırk üzerine yapılmıştır. Aynı bölgede yer alan beyaz ve siyahi insanların boy ve kilolarını ölçen bilim insanları birtakım verilere ulaştı. Beyaz insanların vücut kitle endeksleri (VKI-BMI) nispeten esmer insanlara göre daha yüksektir. Vücut yükü arttığı için kalp-damar sağlığı konusunda da siyahiler bir adım öndeler. Çeşitli sportif faaliyetlerde başarılı olduğu gözlemlenen siyahi insanların hâlen ırkçılığa maruz kaldığını da belirtelim. Hatta ilginç bir detayı sizlerle paylaşmadan geçmeyelim.
DNA’nın yapısına ilişkin çalışma yapan ve Nobel ödülü alan iki bilim insanı vardır, malum. Birisi Francis Crick diğeri ise James D. Watson’dır. Crick hayatının sonuna kadar hep takdir edilen bir bilim insanı oldu. Aslında fizikçiydi ama II. Dünya Savaşı’nın sert koşulları altında biyolojiye geçiş yapmak zorunda kaldı. Ancak James D. Watson onun kadar şanslı değildi. Birkaç yıl önce yapmış olduğu açıklama başını fena halde yaktı. Watson siyahilerdeki zekâ düzeyinin beyaz insanlardaki zekâ düzeyine nazaran düşük olabileceğini belirtti. Açıklama ilk yapıldığı zamanlarda pek fark edilmedi. Yıllar sonra tekrar gündeme gelip insanların çok hassas bir döneminde tartışmaya açılınca medya düzeyinde adeta taşlandı. Çalıştığı kurum tarafından tüm lisansları iptal edildi. DNA’nın A, B ve Z formuna ilişkin çalışmalar yapan Rosalind Franklin aslında onlardan önce DNA yapısını keşfetmişti. Ancak ödülü alan Watson ve Crick olmuştu. Bir kadının bilim dünyasında ciddiye alınmaması çok tartışıldı. Sonunda Watson bir eserinde Franklin’in hakkını teslim etti. Başına gelen bu olayla Franklin’in intikamının alındığı yorumları bilim çevresinde epey yer buldu.
Ülkemize dönersek; Türkler İslamiyet’i kabul ettikten sonra doğal olarak bu dinin emrettikleri üzerinde mutabık kaldılar. İslam’ın çizdiği sınırlar içerisinde ırkçılığın kesinlikle olmadığını belirtmek gerekir. Ancak din adamları milliyetçiliğin de tamamen rafa kalkmasında etkili oldular. Cumhuriyetin kurulduğu dönemde, özellikle de Filistin cephesinde yaşananlar sebebiyle dini kararların ağırlıklı olduğu bir yönetim yerine nispeten uluslararası hukuka yakın milliyetçi bir yönetim oluştu. Bugün üniter devletlerden biri olan Türkiye’de hâlen milliyetçiliğin vatandaş nezdinde önemli bir yer bulduğu söylenebilir. Her ülkenin milliyetçiliğe bakışı farklılık gösterir. Üniter devletlerin neredeyse tamamında milliyetçilik hakimdir. Ancak federasyon ve konfederasyon kuran devletlerde bu durum dağılmaya neden olacağı için farklı politikalar uygulanır. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde Amerikan Salatası (Salad Bowl-Salata Kasesi) metaforu ile çözüm bulunmuştur. Bir Afrikalı, Asyalı ya da Avrupalı olabilirsiniz. Her biriniz özünüzü korursunuz. Ancak hepiniz bir Amerikan vatandaşı olursunuz. Yani üzerinize Amerikan sosu dökülür. Bu nedenle isimlendirme yapılırken Afro-Amerikan, Beyaz Amerikalılar, Hispanik Amerikan, Latino-Amerikan, Asyalı Amerikan gibi tanımlamalar bulunur.
Bir sonraki yazımız çocuk pornografisi, cinayetleri ve pedofili üzerine olacak. Görüşmek dileğiyle.