Bir süredir fark ettiğim bir husus var; seküler milliyetçiliğin geri zekalı muarızları, sürekli “dini çıkarırsan geriye yalnızca kan kalır”, “din yoksa duygu yoktur, robot gibi oluruz”, “dini çıkarırsan geriye faşizm kalır” gibi laflar ediyorlar.
Tabii sekülarizm “dini çıkarmak” demek değil. Dini, cemiyet hayatının tartışma alanlarından çıkarmak demek. Yani, sözgelimi yasa çıkaracağımız zaman kulların fikirlerini tartışalım, kimse Allah’ı arkasına alarak hareket etmesin demek. Ancak bu kesim için bu tavır da “dini çıkarmak” anlamına geliyor. Öyleyse, bakalım, dini çıkarınca geriye ne kalır?
Dini çıkarınca geriye insan kalır. Hırsları, hevesleri, arzuları, korkuları, eksikleri ve meziyetleriyle insan. Kutsal olmayan, ideal olmayan, ama dünyalı olan, güzel olan, muktedir olan insan.
Dini çıkarınca geriye bilim kalır. Şüphesiyle, yanılgısıyla, çuvallamasıyla, arayışıyla, saygınlığıyla, emeğiyle bilim.
Dini çıkarınca, evet, geriye din kalır. Şaşırdınız değil mi? Dini dinî düzlemde konuşursan Allah’ın emir ve yasaklarının ne olduğu üzerine konuşuyorsundur. Ama din de sekülerdir, seküler zeminde konuşulur, konuşulabilir. İnsanlar dinle nasıl bir ilişki kuruyorlar, dinlerin öğretileri toplumu nasıl etkiliyor, tanrı tasavvurları nasıl, kimler dine sığınıyor, kimler dini kullanıyor, böyle uzar da gider.
Peki bu konuyu neden ele almak istedim? Duyguların, ahlakın, soyut kavramların varlık sebebini din zannedenleri çok tehlikeli buluyorum da ondan. Hep alıntıladığım bir Yunus Emre deyişi vardır: “Sen sana ne sanırsan / Ayruğa da onu san / Dört kitabın manası / Budur eğer varısa”. Yunus, son kıtada görünmeyecek kadar küçük hacimli, ama kütlesi nötron yıldızına denk bir şerh düşüyor: “Varısa”. Yani, dine inanıyorsak, dört kitaba, onları gönderen tanrıya inanıyorsak onlardan bağımsız bir ahlak yasamız olduğu içindir. Bu ahlak yasasının mikyasına vurduğumuzda, dinimizi ona uygun gördüğümüz, yani “iyi” kabul ettiğimiz içindir.
Böyle bir çerçevesi olmayanlar, ahlakı, duyguyu, soyutluğu; hemen her şeyi -oldukça komik bir şekilde hem de- dine endeksleyenler, canavarlaşırlar. Dini yetkileri eline geçiren adam, bunlara din adına her şeyi yaptırabilir ve yaptırıyor da.
Dinsiz yahut başka dinden insanlar duygulanmıyorlar mı? Acı çekmiyorlar mı? Bilinçleri yok mu? Sanatları, hem de epey etkili sanat eserleri yok mu? Birliktelikleri, oluşturdukları sosyal yapılar basit ve ilkel bir kan bağına mı dayalı, yoksa Türkiye’nin hayal dahi edemeyeceği sağlam aidiyetleri kamusal alan ve sekülarizm fikri üzerinden mi inşa etmişler?
Eskiden dönem dönem yükselen birçok dini yorum, hayvanların acı çekmeyeceğini düşünüyordu. “Ruhu” olmadığına inanıyordu. O yüzden türlü eziyet yapılabiliyordu. İşte mezkur insanlar, kendilerinden başka kimsenin “ruhu”, kişiliği, duygusu olmadığına inanıyorlar. Bu sayede bir adamı benzin döküp yakabiliyor, onun yalvarmalarından, çığlıklarından etkilenmeden hayatlarına devam edebiliyorlar.
İşte, bu adamların hayatından dini çıkarınca, geriye hiçbir şey kalmıyor. Duygu, fikir, ahlak… Dini çekip al, konuşacak konusu bile yok. Yaşayacak hayatı yok. Tam da bu yüzden, dinine dört elle sarılıyor ve sağlıksız bir ilişki kurmaya başlıyor. Yukarıda değindiğim gibi, dini yetkiyle hareket ettiğine inandığı bir adamın yahut grubun eline düşerse, vay haline… Fark etmiyor ki, bu bağlılığı, bu ifradı, onda dini çıkarmasan da duygu, fikir, ahlak (…) bırakmıyor. Bir mankurta dönüşüyor; bizi robotlukla itham edenlere bak.
Sekülarizm dinsizlik demek değildir, dine saldırmayı da rüknünden saymaz. Fakat sübjektif ve metafizik bir mesele olan dinin, kamusal alandaki tartışmalar üzerindeki etkisini yok etmeyi amaçlar. Bu sayede hem insanı özgürleştirir hem dini. Ama, “dini çıkarsan hiçbir şey kalmıyor ki bir kere” diye konuşanlar, maddi manevi fayda sağladıkları zeminin ayaklarının altından çekilmesinden çok korkuyorlar. Çünkü bunlardan dini çıkarınca, geriye bir canavar kabuğundan başka hiçbir şey kalmıyor.
M. Bahadırhan Dinçaslan