Birkaç hafta evvel bir suçu işleyen insan tipinin analizini yapmaya kalktığımda bir dostumdan eleştiri almıştım: Böyle yaparak faili masum gösteriyorsun, onu edilgen hale getiriyorsun diye. Hayır, niyetim o değildi; ortada bir suç varsa bunu üreten mekanizmaların üzerine gitmek, onları anlamak gerekiyor ki suç ortadan kalksın. Öte yandan, hemen her türlü suç, kötü eylem, sevimsiz söylem böyle açıklanabilir: Küçükken şiddete uğradı da böyle oldu, çok cahil abisi o yüzden öyle, hiç rol-model görmedi ki ne yapsın… Böyle diye faili ortadan kaldıracak mıyız? Post-modernizmin zirvesinde gezinip tuhaf bir kayıtsızlığa mı kapılacağız. Hayır tabii ki.
İnsanların görgüsüz olmaları suç değildir. Aptal olmaları da. Cahil olmak suç değildir, hatta bir haktır. Hukuk cahiliyim, avukata parasını veriyorum (gerçi iki avukatım var, biriyle evliyim, diğeriyle dostum. Sağ olsunlar ikisi de ödemelerini sofra olarak ayni alıyorlar, para almıyorlar) hallediyor. Tıp cahiliyim, doktora parasını veriyorum beni tamir ediyor. İletişim cahili olan insanların parasını da ben kazanıyorum. Yani haddizatında bir şeyi bilmemek, bir hususa vakıf olmamak suç da değildir, yanlış da değildir. Fakat bu eksikliğin farkında olmayan insan buna rağmen müdahil oluyorsa, hatta cüretkar oluyorsa, bu defa da benim sorma hakkım var: Benim suçum neydi? Otoyola çöp atan adam, evet, onu atmamasını öğreten bir eğitimden geçmedi, fakat otobanın suçu ne? Onu kullanan diğer insanların, o çevrede yaşayan ve yaşayacak olan vatandaşların, hasılı kamunun suçu ne? Öyleyse evet, yanlış gördüğümüzde o yanlışı üreten mekanizmanın sebeplerini anlayacağız, ancak bu idrak onları masumlaştırmak için değil, tedip ve ıslah etmek için kullanılacak.
Bugün gözümün önünde iki manzara var; ilki “bana şort giyemezsin dediler, erkeklerin içine çıkamazsın dediler” diyerek ağlayan sporcu kız çocuğu ve diğeri, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerini döven güvenlik görevlileri. Merve Akpınar'ın hikayesi Türkiye'nin hikayesidir. Şort giymekle, kadını erkeği ayırmakla kafayı bozmuş bir kültürün içinden çıkarak sıradan insan haklarını tesis eden laik cumhuriyete çok şey borçluyuz. Ona şort giyme diyenleri de kurban olduğum Anadolu insanım diye yüceltiyoruz. O kurban olduğumuz Anadolu insanı, üniversite okuyan gençler sayesinde oluşmuş bir istihdam alanından faydalanıyor ve gidip o gençleri dövüyor. Çünkü babasından dayak yiyerek büyüdü, çünkü kendisine hiç saygın bir birey, yani “vatandaş” gibi davranılmadı ve bunu doğal zannediyor.
Türkiye'de epey bir süredir taşralının ve gettolunun yüceltilmesine maruz kalıyoruz. Şehirli, görgülü, edepli olmak kötü bir şey gibi, davar olmak samimiyet gibi pazarlanıyor. Samimiyet zannettiğiniz şey her halta karışmaya kendini yetkili gören insanın dizginsizliği. Hemen her alanda böyle, bu kitlenin kalabalık olması, bir de “jakoben devlet” goygoyu siyaseti halka yalakalık yapma fasit dairesine hapsetti. Varsa yoksa Anadolulum, kavruk çocuklar… O kavruk çocuklar arasında yaşamak güzel değil, memleketi geçtim kendilerine faydaları yok ve asıl halkçı yaklaşım onları dönüştürmek, hem kendilerine hem memleketlerine faydalı bireyler yapmak iken, bu yaklaşım jakoben addediliyor, eleştiriliyor.
Hayır, millet olmak böyle bir şeydir: Nasıl Türkiye’nin daha gelişkin, daha cazip yerlerinin ürettiği fazla, o kadar üretemeyen yerlerin de potansiyellerini gerçekleştirebilmeleri için altyapı harcamalarına gidiyorsa (ya da gitmeliyse diyelim, bizde belirleyici olan yandaş müteahhitlerin ihtiyaçları), Türkiye’nin yetişmişlerinin, görgülülerinin, bilgililerinin karar alıcı hale gelmesini sağlamak. Onların rol-modellik yapmasını sağlamak, millet olmak budur. Sosyal medyada bu işten şikayet ettiğimde bir erkek öğretmen mesaj attı: Atandığı Doğu Anadolu köyünün okulunu boyarken şort giydiği için köylü tarafından “uyarılmış”. Yani bu öğretmenin köylüye rol modellik yapması gibi bir durum yok, tam tersi köylü öğretmeni “tımar ediyor”.
Aklım dedeme gitti. Amcalarımın bazılarının isimleri tuhaftır; köyümüz açısından bakınca tuhaf. Civarda rastlanan isimlere benzemiyorlar. Dikkatimi çekince sordum, askerdeki komutanının ismi olduğunu söyledi. Yani eskiden köylü dedem şehirli komutanını görünce ona özenmiş, çocuğu da onun gibi olsun istemiş. Şimdi tam tersi var, zira görgüsüze, gettoluya, kasabalıya “gaz verdik.” Onlar darbeyi durdurdu, onlar dış güçlerin oyununu bozdu, onlar süper, onlar muhteşem… Böyle bir büyüklük hissi yaşıyorlar, o yüzden ortalama bir “Anadolulu” ile bir dakika sohbet tansiyonunuzu fırlatabilir, hatta kalp krizi bile geçirtebilir. Sıfır görgüyle, sıfır bilgiyle müthiş bir cüret. Bunun sebebi, işte, avam övgüsüdür. Daha da acısı, bu durum rol-modelliği ortadan kaldırdı, artık “beyaz Türkler” avamdan nefret ediyorlar çünkü girişte sorduğum soruyu soruyorlar: Benim suçum ne? Bu coğrafyada doğdum diye, bu herifler düzgün bir eğitim almadı, görgüleri kısıtlı kaldı ve iktidarlar bundan faydalanmak için bunu pekiştirdiler diye niye çile çekeyim? Avam da bunlara özenmek yerine bunlardan nefret ediyor; zira hem sürekli övgü alıyor, kendini vatanı ve devleti kurtaran Süpermen gibi görüyor; hem de bakıyor ki bu insanların hiçbirisi yükselmiyor, ödüllendirilmiyor. Aksine, kendisi gibi davar kılıklı adamlar makam işgal ediyorlar. Hariciyeye birkaç dil bilerek, Türkiye ve dünyanın en iyi okullarında okuyarak doktorasıyla girmiş bir ağabeyim, girdiği ilk yıl kendini gerizekalı gibi hissettiğini söylemişti: Çevresindeki herkes o kadar dolu, o kadar vakur insanlarmış ki, olanca “CV”sine rağmen kendini küçük hissetmiş. Ancak 5-6 yıl kadar sonra Dışişleri koridorlarında küfürlerin, şiveli konuşmaların duyulmaya başladığını anlatmıştı. Vaziyet budur, davar adam sadece görgüsüz ve eğitimsiz yığınların içinde anonim bir piyon değil, makamda, mevkide.
Cumhuriyet ve evvelindeki modernist akımların hepsinin derdi tam olarak buydu. Bir, doğru adam yetiştirme; iki, doğru adamın diğerlerine rol-modellik yapması. Fakat zaten kör-topal ilerleyen bu mekanizmaya öyle bir çomak soktular ki her sağlıklı cemiyette ortaya çıkması ve yukarıdan aşağıya nüfuz göstermesi gereken piramit oluşmuyor. Hem Merve’yi seviyoruz, hem de Merve’nin böyle ağlamasına neden olan insanlara dair sözümüz yok, çözüm önerimiz de yok. Dünya için bile erken sayılabilecek tarihlerde bir kadını Mahkeme Reisi olarak “Anadolu”ya gönderen cumhuriyetin Mefaret Hanım'ına köylü iftira atmış ve intiharına sebep olmuştu. Bugün de köyüne gelen bir fırsat olarak görmesi gereken idealist öğretmene diş biliyor. Saçmasapan dizi karakterlerinden ve zerre görgüsü, edebi, vakarı olmayan devlet adamlarından başka rol-modeli yok.
Şimdi gençler yurt dışına gitmesinler de ne yapsınlar? Yahut topyekun bencil adamcıklara dönüşüp toplumun çözülüp güruha dönüşmesinde bir diğer amile dönüşseler nasıl kızabiliriz? Artık eğitimle, çalışkanlıkla, emekle ve yetenekle sınıf atlanan Türkiye’yi geriye bıraktıysak, Türkiye’yi sevmemek suç olamaz. Biz, her şeye rağmen Türkiye’yi sevenler, acilen yeni bir “Genç Türkler” kuşağı yaratmalıyız ki birbirimizden güç ve moral alıp burada kalabilelim, insanlara tepeden bakıp onları dönüştürebilelim. Zira “ben bu köyde doğmuşum, bu köyde ölmek isterim.”
M. Bahadırhan Dinçaslan