Ali Babacan’ın “tarikatler örgütlenebilmelidir, örgütlenme bir demokratik haktır” çıkışı, liberalizmden toplumun uyumunu, laik demokratik hukuk devletini mümkün kılan her türlü müesseseye düşmanlık etmeyi anlayan birtakım “liberaller” tarafından alkışlandı ve demokratiklik/özgürlükçülük bağlamında savunuldu.
Pekala tarikatler örgütlenebilmeli midir? Bu sorunun cevabını vermek için, tarikat kavramını anlamamız gerekir. Evet, tarikat ve cemaatler asırlardır süregelen “geleneksel” kurumlardır ancak bir şeyin eski ve geleneksel olması, iyi olması için yeter şart değildir. Berdel, beşik kertmesi, kadınların ikinci sınıf görülmesi gibi gelenekler de epey köklü ve eskiydi, çok şükür ki “devrim kanunları” bu tür uygulamaları engelleyen tedbirler getirdi.
Bir tarikat, basitçe, silsile halinde bir kurucu şeyhten ve varislerinden yetki almış bir adama “biat” etmiş müritlerden müteşekkil bir topluluktur. Bu topluluk, şeyhlerinin Allah’la görüştüğüne, keramet gösterdiğine, ruhlarını eğitmeye mezun, muktedir ve layık olduğuna, iradesine karşı gelmenin Allah’a karşı gelmek olduğuna inanmak zorundadırlar. Zira tarikat müessesesinin özü budur. Şeyh, kimsenin ispat edemeyeceği yahut yanlışlayamayacağı birtakım metafizik kaynaklardan devşirdiği otoritesini, el alma da denen bir ritüel akabinde müride kabul ettirir ve direktifleriyle onu “eğiterek” tarikatin gizli, tanımsız ve bu yönüyle var olmayan hakikatine ulaştırır. Sözgelimi en yaygın akım olan Nakşibendilerde, şeyh genellikle “Gavs” yahut “Kutup”tur, kendisinden yardım istenir, dilek dilenir.
Şeyh, tarikatin yönetiminde birtakım rütbeler dağıtarak geniş bir kadrodan yardım alır. Bu rütbelerin en önemlisi, halife ismi verilen, irşad icazeti verilmiş, şeyhi temsil vazifesi üstlenen kimselerin rütbesidir. Bu kimselerin çoğu, aynı tarikat akımı içinde alt kolların kurucusu olurlar, en önemli halife de ölen şeyhin yerine geçer. Aynı şekilde “vekil” ismi verilen zatlar, irşada yetkili değillerse de, mürit kabul etmeye yetkilidirler. Vekilden el alarak ritüeli uygulayan mürit, şeyhle yapmış gibi kabul edilir ve tarikate dahil olur. Şeyhler müritlerine “hizmet” adı altında angarya yaptırırlar, meşhur şiar uyarınca mürit şeyhin elinde “gassal yedinde meyyit” yani “ölü yıkayıcı elinde ölü” gibi edilgen olmalıdır. Bütün müritler şeyhlerine sultan, seyda, şah gibi unvanlarla hitap ederler. Yani hizmet gönüllü bir faaliyet değildir, tarikate giriş şartı şeyhe kayıtsız şartsız itaat olan bir yapıda, basbayağı angaryadır, köleliktir, sömürüdür.
Ayrıca mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır. Tarikatler, şeyhlerine intisap etmemiş insanların bırak sıradan müslümanlar olmayı, şeytanın peşine düşmüş sapkınlar olduğuna inanırlar. Hakikate yalnızca kendi şeyhlerinin rehberliğinde ulaşabileceklerini düşünür, “rabıta” ismi verilen bir ritüelle, gökyüzünden şeyhleri üzerine bir ışık huzmesi indiğini, aynı huzmenin şeyhin gözlerinden (badeci tarikatlerde cinsel organından) dışarı sızıp kendi içlerine girdiğini sürekli olarak hayal etmeleri zaruridir.
Bu özet bilgilere baktığımızda, bir tarikat nasıl seküler hukuk zemininde örgütlenebilir? Örneğin Türk kanunlarına göre angarya yasaktır. Kölelik yasaktır. Fakat bir şeyhin kölesi olmak tarikate girmenin ilk kuralıdır. Tarikatler, dernek yahut vakıf olarak örgütlendiklerinde, üyeliğe kabul şartı olarak “falanca efendinin Allah’la görüştüğüne iman edip, onun elinde gassal yedinde meyyit gibi olacağını, bütün emirlerini yerine getirip, yasaklarından uzak duracağını beyan etmek” şartını koyabilirler mi? Koyduklarında, bunu koyabilmeleri için kanunlarımızın kısm-ı küllisini yeniden mi yazacağız? Amaç olarak tüzüğe ne yazacaklar peki? Falanca efendinin her dediğini yapmak gibi bir amaç, bir derneğin yahut vakfın amacı olabilir mi? “Bizden başka herkes şeytanın peşindedir” ifadesini tüzüğüne yazmış bir vakıf/dernek, İslamcıların pek sevdiği halkın bir bölümünün şeylerini şeetmek suçunu işlemez mi?
Evet, tarikatlerimiz dernek, vakıf oldular. Tüzüğe ne yazacaklar? "Mürit, dernek başkanının elinde ölü yıkayıcının elindeki ölü gibi olmalıdır" mı? Dernek başkanı nasıl seçilecek? Dernekler kanununa göre mi, tarikat usullerine göre mi? Kanuna aykırı tüzük olur mu?
Eğer tarikatler bütün inanışlarını, uygulamalarını ve amaçlarını tüzüğe yazmayacaklarsa/yazamazlarsa, “tarikatler örgütlensin” çıkışının ne anlamı var? Halihazırda mafyanın paravan şirketleri gibi, hayır, hasenat, eğitim, kültür vb. kisveleriyle birçok STK kuruyor, faaliyet yürütüyorlar. Bunlar yoluyla müritlerini sömürerek maddi kazanç elde ediyor, siyaseti, ticareti etkiliyorlar.
Devletin görevi yalnız ifade, örgütlenme özgürlüğü vb. hakları temin etmek değildir. Bu haklara tehdit oluşturan yapıları, surette demokratik görünseler bile tespit ve bertaraf etmektir. Allah’a ulaşan yolu bulduğunu iddia eden bir adam ve peşine takılanlar, neden ticaret yapma ihtiyacı hissederler? Neden siyasilerle görüşürler? Neden örgütlenir, yayılır, dağılırlar?
Cevabı basit: Yolsuzluk yapmak için. Bir kamu kurumunda memurlar liyakat esasına göre “rastgele” seçiliyorlar ve bir araya geliyorlarsa, yolsuzluk yapmaları zordur. Zira biri yahut birkaçı niyeti bozsa bile, yapılacak işe şahit olacak bir başka memurun ne yapacağını kestiremezler. Ancak bu memurlar arasında bir “paralel” bağlantı varsa, hepsi birbirini çorap kokan bir mahfilde tanımışlar, aralarında tarikat esasına göre hiyerarşi belirlemişler ve falanca şeyhe sultan diye hitap ediyorlar, ondan emir alıyorlarsa, yolsuzluk inanılmaz kolaylaşır. Hepsi perde arkasından kolayca örgütlenerek ihaleye fesat karıştırır, atamayı usulsüz yapar yahut zimmetlerine para geçirirler.
Hülasa, Türkiye’de tarikatler zaten örgütlüdür. Doğası gereği yeraltında kalmak zorunda olan, kanunlar gereği de amaç, usul ve uygulamalarını açıkça ilan edemeyecek olan bu yapıların güya demokratik örgütlenme hakkı ihsanıyla tedip olacağını sanmak safdillik değil, doğrudan cumhuriyet düşmanlığıdır. Babacan, ilk çıkışını yaptığı günden bu yana hiçbir doğru tavır takınmamakla, hala gerçek bir AKP’li olduğunu ispat ediyor.
M. Bahadırhan Dinçaslan
Yazınız ve çabanız için çok teşekkür ederim.
Bu yazınızdaki propagandalar, sizin deyimizle „ bilgiler “ , zannedersem yaklaşık bir yüzyıldır işlenen konular. Fakat bu problem karşısında en küçük bir etki dahi göstermediğide ve hatta bu Problemi daha da derinleştirdiği bence çok açık. Bu sebeble önerim odur ki: 1. Daha çok özgürlük ve şeffaflık 2. Dışlayıp küçümsemeden halden anlama, problemin kaynağını sorgulamak, 3. Adeta programlanmış gibi hareket eden bu insanlara başka bilgileri, bakış açılarını, imkanları gösterebilmek.
Benim tanıdığım ülkücüler dürüst sadık saygılı hakhukuk bilenlerdi şimdiki ülkücü denince sokak hırsızı nerde bir mahale sapkını varsa hepsi ülkücü olmuş sinan ateş gibi insanlar artık çok az aralarında belkide çoklar ama bahçeli gibi cia ajanı nerde bir çakal mafya bozuntusu varsa ayaş semih gibiler işte ortalık bu hale gelir sinan ateşe rahmet diler kederli ailesine başsağlığı dilerim ben bir solcuyum kürdüm ve hdp liyim
Cumhuriyet düşmanlığını "hürriyet" gibi mukaddes gibi bir söz üzerinden aklamaya ve topluma pazarlamaya çalışan bu gruplara karşı mücadele vatan borcu. Söz konusu borcu bu gibi gayet sarih kanıtlar içeren yazılarla ödüyorsunuz. Bir Türk genci olarak müteşekkirim. Ellerinizden öperim.