Afganistan’da sakallı yamyamların başlattığı son ataktan sonra bir anda bölge uzmanı kesilenler bol keseden savuradursunlar, şöyle böyle bölgeye dair izlenim edinmemi sağlamaktan başka bir işe yaramayan mevcut birikimimle derinlemesine yorum yapmaktan kaçındım. Ortada, evet, Afganistan uzmanı olmadan yorum yapabileceğimiz meseleler var: Çin’in Taliban’la yakınlaşması gibi. Yahut, olanca masrafına ve yatırımına rağmen ABD’nin başarısız olması gibi. Hepsinden önemlisi, Afganistan anayasasının iflas etmesi gibi.
Oturdum Afganistan anayasasını okudum. Allah’ın adıyla ve dualarla başlıyor. “Halklar” ifadesi geçiyor. Tek tek ülkede yaşayan bütün azınlıklar sayılıyor, çoğunlukta oldukları bölgelerde dillerinin üçüncü resmi dil kabul edileceği söyleniyor. Hatta Afgan Milli Marşı’nın “ülkede yaşayan bütün kabilelerden bahsetmesi” gerektiği kaydediliyor.
Şu halde Afganistan neden iflas etti? Azar Gat’tan çevirelim:
"Kültürel özellikleri paylaşıyor olmak her zaman bir millet olmayı garantilemez. Farklı tarihi gelenekler yahut coğrafi şartlar benzer toplumları farklı millet kimlikleri altında toplayabilir. Her halükarda, sık dikkat çekilen istisnalar sürekli karşımıza çıkan hakikatleri gölgede bırakmamalı: Milletlerin kahir ekseriyetinde güçlü ortak kültür bağları vardır ve zamanla bu bağlar milletin geniş bir aile gibi algılanmasını sağlar, akrabalık hissi ilk anda var olmasaydı bile. Öte yandan, bu birleştirici bağlar yoksa ya da devlet bunları yaratmakta başarısız olursa, ülkeler birliklerini temin ve milli bir toplum inşasında epey zorlanırlar. Demokrasi, insan hakları, etnik çeşitliliğe saygı gibi kavramların hepsi kendi zatında önemli meselelerdir; bunlar milli memnuniyetsizliği ve çözülmeyi engelleyebilirler, ancak bunları tetikleyebilirler de. Fakat günün sonunda bir devletin millet ve vatandaşlık anlayışı ister bir toprağa ve onun kültürüne, ister bir şecereye ve onun kültürüne bina edilmiş olsun, yalnızca ya da büyük oranda anayasaya ve devlete siyasi olarak bağlı olma fikri üzerine kurulmuş hiçbir millet yoktur."
Aynı ülkede, aynı bayrak altında, aynı kimlik kartı ve pasaportla yaşayan insanların bu denli çözülmüş olması ilginç değil mi? Üstelik ABD milyarlarca dolar harcadı ve Afgan ordusunu hem eğitti, hem ekipman açısından Taliban’a nazaran kat kat üstün olmasını sağladı. Buna rağmen koskoca ordu dahi çözüldü. Taliban’ın karşısında duramadı. Cevabı, sanki, Azar Gat’ın yukarıdaki satırlarında gizli.
Şu sıralar kaçak göçmenlerle ilgili “kalıp savaşsalardı” ifadesini çok duyuyorum. Kaçak göçmenlerin tamamının ülke dışına gönderilmesinin hayati olduğunu düşünüyorum, geciktiğimiz her bir dakikanın sorumlularının ömür boyu siyasetten men edilmesi gerektiğini de. Ancak “kalıp savaşsalardı” ifadesi yanlış, zira kalıp savaşmaları için bir “neden” yok.
O nedeni ancak ve ancak millet olma hali sağlar. Ancak ortak değerleriniz, bir “hikaye”niz ve geleceğe dair ümidiniz varsa kalıp savaşırsınız. Evet, bireysel olarak ölme ihtimalinizi artırırsınız, ancak hayatta kalırsanız, yahut “akrabalarınız” (kin-culture) hayatta kalırsa bu sayede güzel bir gelecek mümkündür. Bu fedakarlığı ancak kendinizi yalnız hissetmiyorsanız, büyük bir anlatının, bir ortak hikayenin parçası hissediyorsanız yapabilirsiniz. Bu bakımdan sizden önce bunu yapanların hikayelerinin anlatılması, heykellerinin dikilmesi, ölüm yıldönümlerinde onlara saygı duruşunda bulunulması da önemlidir; bu sayede ilham alırsınız, moral bulursunuz.
Komşusunu aşiretinin yahut mezhebinin farkından ötürü büsbütün yabancı gören, küçük etnik yahut getto kimliklerine hapsedilmiş şekilde, “ağalık” rejimiyle yaşayan yığınlar bunu nasıl yapabilir? Birey bile olamamış, küçük çetesinin yahut cemaatinin anonimleştirici istibdadında yaşayan ve hayatı renksiz bir itaatten ibaret olanlar bunu nasıl yapabilir? Suriye’de, Afganistan’da insanların “kalıp savaşmak” için bir nedenleri yoktur; ne ortak değerleri vardır, ne aidiyet duydukları ortak bir kimlik. Ne büyük bir hikayenin parçasıdırlar ne geleceğe dair ümit aşılayan kahramanları, ikonları vardır. Bu yüzden “kalıp savaşsalardı” yanlış bir bakış açısı: Kalıp savaşmaları bir anlam ifade etmediği için kaçak göçmen oldular. Yapılması gereken bundan ders çıkarmak (yani, Atatürk Aleyhisselam gibi büyüklerimizin kıymetini tekrar idrak etmek) ve Türkiye de böylesine çözülmesin, tuhaf demografik operasyonlarla bir multi-kulti çorbasına dönüşüp “anlam”ını yitirmesin diye kaçak göçmen karşıtı olmak.
Bir yandan bakınca, ülkeye vaktiyle hakim olan ılımlı İslamcı- multi-kultici ittifakının çözüm önerilerinin de saçmalığı ortaya çıkıyor. Etnisiteleri tek tek saymak, anayasada adlarını geçirmek, dillerine resmi dil statüsü vermek, demek, sorunu çözmüyor: Yarım yamalak anayasalarının kusurlu da olsa öngördüğü asgari insani standartları dahi bir olarak karşılayamadılar. İnanmış ve bilenmiş bir avuç yamyam karşısında direnemediler. Hiçbir şey “güzel” olmadı; hatta ülkeyi çözülmeye götüren kimlik ayrılıkları daha da netleşti. Falanca etnisitenin temsilci kotası onlarda da vardı, bu farklı etnisiteleri ortak tehdide karşı birlik olmaya sevk etmedi. Yahut devletin dinini İslam olarak ilan eden, dualı, ayetli, hadisli bir anayasa, İslamcı terörizmi engellemedi. Hülasa, işte bu yüzden öleceğini bile bile uçağın iniş takımlarına yapışıp kaçmaya çalışanlar, ölme ihtimalini göze alarak kalıp savaşmıyorlar.
Engellemez de. Tarihte Sparta gibi, Sovyet Rusya gibi, Taliban gibi azgın ve gözü dönmüş bir anlatının geçici olarak birleştirdiği güruhlar hep oldu, olmaya devam edecek. Sparta vaktiyle Atina’yı yenmişti; ancak Perikles’in bireyin “ortak hikaye”ye dahlini ve Atina’nın savaşmasının arkasında yatan nedenle Sparta’nın nedensizliğini karşılaştırdığı nutuk miras kaldı. Sparta sonraları Perslerle ittifak yaptı, silindi gitti. Ancak Yunan kimliğini ve dünya mirasına yaptıkları katkıyı Perikles damarı üstlendi. Uzun vadede kazanan Perikles’in zihniyeti oldu. Dünyanın sürekli olarak tehditler içerdiğini, bireyin memnuniyetini sağlamanın yolunun da pespembe bir pasifizmden değil, yüksek değerler etrafında şuurlu bir şekilde birleşmekten geçtiğini dün Perikles söylüyordu, bugün Taliban’ın yarattığı manzara lisan-ı hal ile anlatıyor.
Bu işin bir başka ciheti de, bir şekilde “doğru yol”u bulmuş toplumların, vaktiyle yanlış yollar seçtikleri için mevcut trajedilerine mahkum olan toplulukları “almaları” gerektiği fikrinin yanlışlığı. Diyelim ki Norveç Afganistan’a göre daha iyi bir yerse, bu Norveç’in tarihi dönemeçlerinde gerek kültürüyle, gerek tarihin akışını etkilemeyi başaran bireysel “kahramanları”yla doğru tercihleri yapmasındandır. Kaçak göçmenlerin yapacağı yegane tesir, bu “doğru tercihler”i mümkün kılan mekanizmayı bozmaktır.
ABD, defalarca yanıldı ve defalarca aynını denedi. Irak’ta millet inşa edemedi, Afganistan’da millet inşa edemedi. Meselenin bu olduğunun farkına bile varmadı. Dün, Sovyet yayılmacılığına karşı kolay ve etkili diye dinciliği “endorse” ediyordu, bugün tuhaf kafalardan çıkan fikirleri ülkelerin anayasalarına sokarak sorunu çözebileceğini düşünüyor. Ortada hala ABD’nin “kastı”nı arayanların olmasına şaşıyorum, ortada kasıtlı ve çok derin bir ABD planı yok – ABD çuvalladı. Bu bu kadar basit, gizli ABD tapınıcılığıyla bu ülkeyi tanrısal görmenin alemi yok. Bu işin güzel tarafının, bir süper gücün hayal gücümüzün bile ötesindeki imkanlarıyla dahi “millet” olmadan en ufak sorunların dahi çözülemeyeceğinin ispatlanmasıdır.
Böyleyken böyle. Türkiye'de "Kemalistler herkesi Türk yapmadan evvel(!)" "İnşallah Moskof'u kırar / Türklüğünün zoruyunan" diye türkü söyleyen ozanlar vardı. Bu varsa, bütün bireysel gerekçelerin kaçmak üzerine olsa bile durur, savunursun. Bir anlam ve ümit vardır zira. Afganistan'da yok. Bizim her şeye rağmen ümitvar olabilmemizi, kalıp savaşabilmemizi sağlayan ululara hamd u senalar olsun.
M. Bahadırhan Dinçaslan