Okuyucularımla vaktiyle şarkı önerilerimi paylaştım, kitap önerilerimi paylaştım, hatta makale önerilerimi de paylaştım. Bir süredir sevdiğim, ilginç bulduğum ressamların eserlerini arşivlemek gibi bir projeyi kafamda evirip çeviriyorum - epey sevdiğim birkaç şarkının kaydının internet ortamından sonsuza dek kaybolduğunu fark ettiğimden beri bu iş aklımda. Bu görselleri de yitirebilirim, bir şekilde kalıcı hale getirmeliyim. Ne zaman başlarım, ne zaman becerir de bitiririm bilmiyorum henüz. Bununla uğraşırken, neden okuyucularımla paylaşmayayım dedim ve yedi ressamlık bir seçki hazırladım.
Okuyucuya itiraf etmem gerekir ki, ben bu eserleri ve ressamları resim sanatının inceliklerine göre değerlendirip yorumlayabilecek birikimden çok uzağım. Yalnızca sevdiğim, ilginç bulduğum ressamları, okur da belki benim vesilemle keşfeder diye umarak paylaşıyorum - bu seçkinin başka bir kıymeti yoktur. Tolkien ressamı John Howe, epey şiirime ilham vermiş René Magritte, sırf pieta tasviri hatrına Franz von Stuck, Nordik sahneleriyle Peter Nicolai Arbo ve tabii ki Caravaggio da bu seçkide yer alabilirlerdi - neden almadılar bilmiyorum.
1. Gustave Doré
Mitleri resimleyen adam demiştim bir zaman kendisine – televizyonun olmadığı çağlarda, tasviri metinlerde yer alan yaratıkların, doğaüstü varlıkların, kurgu karakterlerinin şekline, şemaline o karar vermiştir desek yeridir. Elbette Doré da kültüründeki evvelce yaygınlaşmış tasvirlerden esinleniyordu, fakat nihai halini o verdi ve birçok motifin görsel arketipinin temellerini attı. En önemli özelliklerinden biri, kitap resimlemesidir. Döneminde matbaada basılan eserlerin gravürlerle resimlenmesi yaygınlaşmıştı, Doré da İncil başta olmak üzere birçok kitabın sahnelerini tasvir etti. London: A Pilgrimage kitabındaki sefalet sahneleri, Sanayi Devrimi İngiltere’si atmosferinin müthiş örnekleridir, bugün dahi filmlerde, anlatılarda burada işlenen sahnelere atıflar görürsünüz. Vaktiyle Türkleri işlediği eserlerini derlemiştim, muhtemelen Fatih Sultan Mehmet’i atını denize sürerken tasvir eden ilk eser de kendisinindir.
2. Zdzislaw Beksinski
Polonyalı ressam – adını söylemek zor ama, eserleri muhteşem. Yıllar evvel birkaç yüz zloti için bir cinayete kurban gitti, ölmeden evvel teknolojiyle sanatın absürt, saçma yahut sığ olmadan birleşebileceğini gösteren eserler yarattı. Kimi virtüözlerin elektronik çalgılarda becerdiğini o dijital tuvalinde başardı.
Sanki Lovecraft ve Poe iki omzuna tünemişler bu adamın, efsunu sözcükler ve seslerle örüp fısıldamışlar kulağına. Kusurlu incinin en gotik tasviri bu adamdadır. En gerçekçi kabuslar bu adamın elinde resmedilir ve tek bir karede akan bir film gibi işlenir. En ham ve isimsiz, dolayısıyla en tesirli korku ve dehşet, tiksinti ve tedirginlik Beksinski tablolarındadır.
Meşhur (aslında, infamous) Begotten filmi renkli çekilseydi her sahnesi bir Beksinski tablosu olurdu diyelim. Herhalde o da, Poe'yu "zehirleyen" şeytanı küçükken görmüş ya bir göl yüzeyinde, ya bulutlarda, ya karanlık sokakta gölgelerin aldığı şekillerde.
3. Pieter Claesz
Vanitas ressamı. Vanitas türü tablolar sembollerle bezeli, divan edebiyatındaki gibi klişeleri ya da mazmunları kullanarak her defasında farklı bir kompozisyon yaratma amacıyla oluşturulan şaheserlerdir. Örümcekler, taçlar, kurukafalar, kadehler; bunların hepsinin sembolik anlamları vardır, bir zaman şiirlerime epey ilham vermişti. Vanitas "vanity" ile akraba, "boşluk" demek. İngilizce “vain” de bununla akraba bir sözcük. Vanity tam olarak "boş gurur" anlamına geliyor, insanoğlu cüzidir, hiçtir demek için bu tür bir kibre vanitas demeyi uygun görmüşler.
Vanitas vanitatum omnia vanitas, "hiçliklerin hiçliği, her şey hiçtir/boştur" anlamına geliyor, İncil'den.
4. Maurits Cornelis Escher
Gödel, Escher, Bach: Bir Ebedi Gökçe Belik, yalnızca iyi bir kitap değil, başlığının çevirisindeki yaratıcılıkla da zihnimize kazınan bir kitap. Bu kitapla keşfettiğim Escher, matematiğin ressamı, betimleyicisi, sanatçısı. Eserlerinde illüzyon, matematik ilişkiler, şaşırtıcı kurgular bakanı mutlaka etkiler – öyle ki, sokakta yaygısını yayıp hazır basılmış tablolar satan bir işportacının tezgahında mutlaka bir Escher eseri bulunacaktır. Bir tesselasyon müptelası – sonsuzluk fikrini sonlu bir kağıda aktaran bir deha.
5. Louise Rayner
Suluboyanın hanımefendisi. Victorian dönem tutkunlarının tablolarına aşık olacağı sade, şık bir fırça. Sanayi devriminin dönüştürdüğü İngiltere’de, “eskisi gibi” kalmış sokaklar, meydanlar, binalar ve kır manzaraları onun fırçasıyla ölümsüzleşir – bir adedi çalışma odamda asılı, arada döner, başka bir çağda, başka bir evrende, Chester’da, Boot Inn’de kafa çeken bir maceracı olduğumu hayal ederim.
6. Jan van Goyen
Gemi ve deniz tutkum sebebiyle bu seçkide yer alıyor. Açık deniz güzeldir, ancak biz yosun tutmuş kayacıklar için sahil daha güzeldir. Sahilde gemileri izler, Dorothy Parker’dan “Oh, I should like to ride the seas / A roaring buccaneer” dizelerini mırıldanır, sonra küçük hanımlar gibi şarkı söylemekten başka bir şey yapamadığımızı fark eder, hayıflanırız.
7. Jozef Brandt
Listedeki bir diğer Polonyalı – Deşt-i Kıpçak’ın en güzel tasvirlerini yapan adam. Kozak hayatının bütün renkleri ondadır – aldırmaz, neşeli, cesur ve biraz pejmürde. “Garniy Kozak, Garniy!” dinlerken seyretmeli tablolarını, sonra vaktiyle Türk atlarının Avrasya otobanı gibi kullandığı düzlüğe bugün Rusların “Benim Bozkırım” dediğini hatırlayarak üzülmeli.
Listeye H.R. Giger de eklenebilir herhalde hocam.
Beksinski, Dore, Escher. Üçü de ayrı birer deha bence. Diğer çizerler de dikkatlice incelenmeyi hak ediyorlar.