Rezil olan şehir değil, köy babo, köy köy…
Mahzuni
İsmi anılmaya değmez, hepimizin tanıdığı, islamofaşist rejim yalakası bir paçavrada manşet: Türk Kaşarı… Hayır, öyle mütareke yılları İstanbul’unda, işbirlikçiliği İngiliz subaylarına kadın peşkeş çekmeye kadar götüren bir yaratığın fahişelerine Türklük atfedip galip subayların gururunu okşamaya çalıştığı dönemden değil. 2020 yılında, birkaç gün önce atıldı bu başlık. TamgaTürk, bunu “Hem Türk, hem kadın düşmanı” olmakla açıkladı.
Bir kadının kendi isteğiyle evlilik dışı çocuk sahibi olması üzerine böyle bir başlık atıldı. Bildiğim kadarıyla gazeteye hala yaptırım yok. Demek, Türkiye’de yaşam tarzını beğenmediğin, tercihlerini sevmediğin bir insana kaşar diyebilirsin, üstelik bunu yaparken Türk adını aşağılayabilirsin. Yeter ki halkın bir bölümünün, aslında büyük bir bölümünün hassasiyetlerini taşı, değerlerini benimse.
Denge
Bir milliyetçi olarak aile önemsediğim kurumların başında geliyor; devleti bu kadar önemsemiyorum. Bu yüzden evlilik dışı çocuk yapmak BENİM tercih etmeyeceğim bir yöntem. Çocuğun hem anne, hem baba figürüyle hemhal olması, onlardan kültürel motifleri tevarüs etmesi, sağlıklı ve sevgi dolu bir ailede “aidiyet” fikrini geliştirerek zihinsel gelişiminin ileriki safhalarında bunu “millet”e teşmil edebilmesi önemli. Bu, sağlıklı bir cemiyetin yapıtaşıdır; yani milliyetçi olduğumuz için bunu savunuyor değiliz, bu sağlıklı bir cemiyet yarattığı için savunuyoruz ve milliyetçiyiz.
Fakat, bir kadının evlilik dışı çocuk yapmak istemesi, yahut eşlerin boşanması bu “çark”ı bozar mı? Bozmaz. Zira aile arzu ettiğimiz sonuçları elde edebilmek için elverişli ve kolay bir yoldur, ancak tek yol değildir. Boşanmış bir çiftin çocuğu, sürekli kavga eden anne-baba figürünün olduğu, sağlıksız bir “tam aile”(!) ortamında büyümüş bir çocuktan daha uyumlu ve cemiyete faydalı olabilir. Evlilik dışı yapılan çocuk için de bu geçerli. Üstelik, cemiyet için sağlıklı olanı belirledik, bu konuda bir iddia sahibi olduk diye, bireylerin tercihlerini engellemek yahut nefret/saldırı hedefi yapmak gibi bir hakkımız yok.
Bu işin dengesinin sırrı nedir? Bizzat insanoğludur. Eşcinsellik için de böyle, aile kurumuna itiraz edenler için de böyle. Elverişli ve kolay olan, zaten toplumun çoğunluğu tarafından tercih edilecektir. Eşcinseller ne kadar propaganda yaparlarsa yapsınlar, mesela, kadınlara ilgi duyan bir erkeği erkeğe ilgi duyacak hale getiremezler. (Tersi de geçerli. Ancak eşcinsel propagandasının menfi yönlerine dair tespitlerim için lütfen tıklayınız: Bella’nın Kısa Donu) Devletin bu tür konularda kural, kaide koymasını beklemek ahmaklıktır. Devletin insanların nasıl yaşayacağını belirleme gibi bir vazifesi yoktur, bireylerin de gündelik hayatlarındaki her kararı cemiyete faydası kapsamında değerlendirerek alma zorunluğu yoktur. Zararı olmadıkça, mesela çocuğunu “büyüyünce bütün zencileri öldürecek benim oğlum” diye yetiştirmediği sürece insanlar ister evlenerek çocuk yapar, ister evlenmeden.
Her haltı devletin ve yasanın belirlemesi gerektiğini düşünen bir kitle var Türkiye’de. Mesela, çocuklarının falanca içerikten uzak durmasını istediği için, devletin falanca websitesini engellemesi gerektiğini düşünenler. Ebeveyn olmaya vakti ve yeteneği yok, devletin kendisi yerine ebeveynlik yapmasını istiyor, bu ahmaklık değil de nedir? Bu konuya döneceğiz.
Halkın Bir Bölümünün Değerleri
Türkiye’de belli bir kesim dışında kimse halka mensup değildir ve değeri değer değildir. Hemen her hafta bir islamofaşist gazetede bir haber, bir yazı çıkıyor; “Gençler deist oluyor”, “Kadınlar başörtülerini çıkarıyorlar” diye feryat ediliyor. Deistlik yahut başörtüsünü çıkarmak kötü bir şey gibi gösteriliyor, hatta hedefe konuluyor, mücadele edilmesi gereken düşman olarak sunuluyor. Devlet görevinde bulunanlar bile bunu yapıyorlar, açıkça anayasayı ihlal ediyorlar. Evlilik dışı çocuk yapmak isteyen bir Türk kadınıysan pekala Türk kaşarısın, deist bir Türksen senin inançlarına çok rahat sövülebilir, bizzat sen aşağılanabilirsin. Başörtün yoksa, senin değerlerin umrumuzda değil, biz başörtülü kızların örtülerini çıkarmasını mesele eder, seni de “istenmeyen tüy” gibi konumlandırır, hedefe koyarız.
“Erkeğin elinin kiridir, kadının yüzünün kiridir”, “Saçı uzun aklı kısa”, “erkek dediğin x, kadın dediğin y olacak” gibi lafların hepsi bizim yerli ve milli kültürümüzden. Halkımızın kalabalık bölümüne baktığımızda, değerlerinin oldukça kötü olduğunu görüyoruz. Evvela, değerleri hukukla korumaya almak lazım mı diye sorgulatıyor insana. Sonra, yasaların nasıl kurnazca ancak gerici yığınların, düzeltilmeye, tedibe ihtiyaç duyan çoğunluğun değerlerini korumak için işletildiğini, ancak “beyaz Türk”(!)ün değerlerinin umursanmadığını hatırlatıyor.
Halkımızın değerleri deyince, mesela, ülkenin ormanları, parkları için eylem yapan insanların değerleri gelmiyor akla. Ne bileyim, vergisini peşin tahsil ettiğin, bütün kurallara uyan, faturasını düzenli ödeyen, beş kuruş yardım almayan, işinde gücünde kitle değil de, gündelik yaşantısında en az on sorunlu, cemiyete zararlı, insan haklarına aykırı fikri uygulamaya koyan yığınlar senin için daha önemliyse, onların “değerleri”ni korumak için yırtınıyorsan, eh, neticede elde edeceğin ülke Türkiye olur. Dünyayı gezen bir kadın Türkiye sınırından girer girmez tecavüze uğrayıp öldürülür, mesela. Her gün bir başka “namus cinayeti” manşetlere girer, Müge Anlı’da her gün bir başka rezalet, bir başka ensest işlenir. Bunların arkasında “halkımızın değerleri” olduğunu unuturuz; evet, bunları hazırlayan ortam, halkımızın değerleri sayesinde mümkün olmuştur.
Nasıl Bir İnsan Tipi
Ülkede eğitim ve kurumların mekanizmaları, nasıl bir insan tipi yetiştirmek istediğinizi gösterir. Eğer ezber ve itaat kültürü aşılanıyor, kurumlarda da falanca yerden tanıdığı olan terfi ediyorsa; biatçı, silik, işbilir ve işbirlikçi adam yetiştiriyorsun demektir. Bu adamı makbul tutuyorsun demektir.
Yıllardır iddia ediyorum, temelde Türkiye’de iki tip insan var. Birine topyekun mükemmellik, diğerine topyekun alçaklık isnat edilemez, ancak birisi cumhuriyetin arzu ettiği modern insan tipi (bütün artıları ve kusurlarıyla), diğeri de buna direnen, “halkımız”ın değerleriyle donanmış, bir işe yaraması, düzgün insan olabilmesi için mucizeler gereken tip.
Bu ikincisini koruyoruz. Bu ikincisini “benim insanım!”, “Anadolum!” diye övüyoruz. Partilerimiz siyasetlerini buna göre yapıyorlar. Hep bu seçmeni hedefe alıyorlar. Fakat “beyaz Türk”ün derdiyle dertlenen yok. Kurallara uyarak, vergisini ödeyerek kendi hayatında mutluluğu aramak gayesi kadar sıradan bir yaşam tarzı, gündeme alınmadığı gibi, çoğu zaman kötüleniyor. Bir başörtülüye kıyafetiyle alakasız konuda eleştiri gelse kıyamet kopuyor da, ahkamlı köşkemli gazetelerde başörtüsüz kızlara dil uzatılıyor, bir şey olmuyor. Kahvedeki dayıya hitap ediliyor da, üniversite mezunu olup özel sektörde ya da devlette çalışan, şehir merkezlerinde kirada yaşayan, işinde gücünde ve zihin emeği kahvedeki dayıdan çok daha fazla olan insanlar umursanmıyor.
Prensip olarak herhangi bir değerin korunması bana mantıklı gelmiyor. Halkın benimsediği değerleri aşağılamak gerekebilir: Dul kadınların yakıldığı bir kültürde bu yasa yürürlükte olsa, hala yakılıyor olurdu. Ancak yasa varsa, herkese işlemeli, her şartta işlemeli. Türk kaşarı diye başlık atan arap gulamları da bizim değerlerimize saldırıyorlar kardeşim: Türklük ve bireysel hürriyet.
Bizim değerlerimizi benimseyen ve kollayan bir siyaset istiyoruz.
M. Bahadırhan Dinçaslan