Batı’nın “devlet” karşılığı kullandığı kelimelerin çoğunun orijini nihayetinde Latince “status”a çıkar; durmak, kalıcı olmak anlamındadır. Doğu’da ise Arapça “devlet”e çıkarız, tedavül ile akrabadır; değişen, dönüşen, sonraları “ortada dolaşan” anlamındadır. Etimolojiyle akıl yürütmek her zaman sağlıklı sonuçlar vermez ama, Batı’da devletlerin neden kaya gibi sağlam, Doğu’da ise gelenin geçenin tokatladığı bir “ortalık malı” olduğuna dair bir işaret gibi.
Evet, Batı’da devletler kaya gibi sağlamdır, kural kaide koyarlar ve bu kurallara evvela kendileri uyarlar. Hatta diyebiliriz ki –Weber’den ilham alarak- mutlaki monarşilerin, ilahi hakların ve ahiren büyük halk kahramanlarının, karizmatik otoritenin çağı geçtikten sona Batı’da devletin varlığının ve meşruiyetinin yegane zemini bu kurallar, kaidelerdir. Devlet hukuk var diye vardır; hukuk da devlet var diye. Hem kamusal alanın, hem ticari alanın ihtiyacıdır bu çünkü: Bir tür hakem, çıkar çatışmalarının ortasında yer almalı ve hakemi temsil eden şahısların tercihleri, aidiyetleri mümkün olduğunca törpülenerek ortak ve uzun vadeli çıkarı savunmalıdır. Aşağıda bir anekdot aktaracağım, onu aldığım kitapta (Titus Livius, Ab Urbe Condita Libri) aynı zamanda Romalıların daha şehir devleti iken müttefikleri ve düşmanlarıyla münasebetlerinde bir “kimlik” vurgusu olduğunu, yenilen ve bünyeye katılan düşmanların aynı kimlikte erimesinin sağlandığını görürüz. Bu kimlik ve hukuk, Roma’nın temelidir – kimlik olmayınca hukuk, hukuk olmayınca da kimlik bir anlam ifade etmez. (Modern bir vaka analizi olarak Afganistan’ı burayı tıklayarak okuyabilirsiniz.)
Doğu’da Türklerin zaman zaman balçığın içinde bir inci gibi parladıkları zamanlar (ve belki, hakkında çok az bilgi sahibi olduğum Uzak Doğu) hariç devletlerin kişiye endeksli ve –Weber’den alıntıyı devam ettirerek- ilahi hak / kahraman kültü fasit dairesinde çırpınıp duran hastalıklı yapılar olduğunu görürüz. Hukuk bir tür toplumsal uzlaşıyı, antlaşmayı tesis için değil, tepeyi korumak için vardır – yahut geçici bir süre muhtemel muhaliflerin direncini kırmak için. Bu yüzden devletler kendi koydukları kuralları bile çoğu zaman umursamazlar, rüşvet, yolsuzluk ve hukukun askıya alınması Doğu’da sıradan vakalardır.
Roma henüz cumhuriyet ve bugünkü Roma çevresine hakim, sonraları kavuşacağı görkemden henüz uzak halde iken, Titus Manlius Torquatus isimli bir adam konsül seçilmişti. O sıralar Roma civardaki diğer Latin federasyonları ve şehir devletleriyle savaşıyordu; bu yapıların da silahları, taktikleri aşağı yukarı Roma’nınki ile aynıydı. Aynı zamanda savaşa komuta eden Manlius, Roma’nın yegane avantajının daha disiplinli olmasında gizli olduğunu düşünüyordu, bu yüzden bir nizamname yayımladı ve komutanın emri olmadan safı terk etmek yahut herhangi bir faaliyette bulunmayı yasakladı.
Kaderin acı cilvesidir ki, bir keşif görevine çıkan oğlu, düşman saflarından gelen meydan okumaya gururu yüzünden karşı koyamayarak emir almadığı halde ikili çatışmayı kabul etti. Üstelik kazandı da; düşmanından aldığı ganimetlerle birlikte kampa gelerek mükafat bekledi. Fakat Titus Manlius Imperiosus Torquatus’un konuşması beklenmedikti:
“Ne konsülün yetkisine ne babanın otoritesine aldırıp, emirlerimize karşı gelerek görev yerini terk edip düşmanla savaştığın ve Roma’nın gücünün şimdiye dek kaim olmasını sağlayan askeri disipline zarar verdiğin için, oğlum; bana ya cumhuriyeti, ya da kendimi ve benim olanı terk etme zarureti getirdin, fakat kendi kabahatlerimizi telafi etmeyi cumhuriyetin bizim hatalarımız yüzünden ciddi bir zarar görmesine tercih ederim. Seninle ben epey acı bir mesel olacağız, ama faydalı da: Gelecek nesillerin gençleri için. Hem benim çocuklarıma duyduğum fıtri sevgi, hem de senin yanlış bir gurur anlayışı yüzünden yoldan çıkarak düşmana saldırmana sebep olan yiğitlik belirtisi, senin için üzülmeme neden oluyor. Fakat konsüllerin otoritesi şimdi ya senin ölümünle sağlanacağı yahut affedilmenle ortadan kalkacağı için, zannediyorum ki sen dahi, eğer içinde benim kanımdan bir parça olsun taşıyorsan, bozmuş olduğun askeri disiplinin sana verilecek cezayla yeniden tesis edilmesini reddetmezsin. Cellat! Bu adamı direğe bağlayın!”
Evet, Batı devletlerinin temelinde, sonraları “Manlian disiplini” denen bu darb-ı mesel vardır. Manlius oğlunu öldürerek kural koyucuların nasıl davranması gerektiğini göstermiştir. Roma'yı da sonraları o devasa cüsseye ulaştıran bu olmuştur.
Doğu’da ise, çok sevdiğim bir rivayetin küçük farklarla tekrar tekrar sahnelendiğini görürüz: İmadeddin Nesimi için dönemin fetva makamı, “bu kafirin kanı öyle necistir ki, bir damlası değse orası cünüp olur; yıkamak ile de geçmez, yakmak gerekir.” demiştir. Nesimi nihayet yakalanıp idam için direğe bağlandığında, rivayet bu ya, kafa derisi yüzülürken bir damla kan, müftünün parmağına damlar. Kalabalığın içindeki gizli Nesimi destekçilerinden biri fetvayı hatırlatınca, müftü bahaneler bulmaya çalışır. Nesimi’ninse son sözleri muhteşemdir: “Zahidin yek parmağın kessen döner Hak’tan kaçar / Gör bu miskin aşıkı ser-pa soyarlar ağlamaz.”
Şu halde bugüne bakıyorum. “Dövlet de dövlet” diye tutturan sağcılar ve milliyetçiler, devletin altını oyuyorlar. Herkes unuttu, ben unutmadım: Erdoğan, ilk defa cumhurbaşkanı olduğunda, resmi gazetenin yayımlanmasını geciktirip partisine “ayar verene” dek hukuksuz bir şekilde o koltuğu işgal etmişti. “Anayasa’yı bir kere delmekten bir şey olmaz” fikri, sokaktaki vatandaşta zuhur ettiğinde ezilmesi gereken bir fikirken, bizzat devlet yöneticilerinin neredeyse tamamına hakim bir hastalığa dönüştü. Devletin varlığının sebebi, zira, bu adamların gözünde Weber’in anlayabileceği, Hobbes’un yorum yapabileceği bir şey değil. Devlet, bu adamlar için, hırsızlık adresidir. Bu adamlar, bu kötü, beceriksiz, salak, eğitimsiz, ışıksız adamlar, ancak kendileri gibilerin omuzlarında yükselip, makam mevki sahibi olabiliyorlar, ancak o zaman para kazanabiliyor, ancak o zaman bizlerin hayatımızın ekseriyetini köpek gibi çalışarak geçirsek elde edemeyeceğimiz konfora ulaşabiliyorlar.
Bu esnada Devlet Bahçeli ne yapıyor? Gaz veriyor: Türkiye’de devleti kurtaran ve kuran milliyetçilik iken, isminde milliyetçi ifadesi geçen bir partinin başkanı, devleti devlet yapan bütün anlayışların, teamüllerin, kuralların, kaidelerin altına dinamit konulmasına izin veriyor. Bir İçişleri Bakanı, devletin devlet olduğunu en çok göstermesi gereken makam sahibi, muhtarlara “fiili durum yaratın, mahkeme kararı sonra gelir” diyebiliyor – ki Bahçeli’nin çark ederken yegane argümanı buydu: Fiili duruma hukukilik kazandırmak. Yarın bir hırsız, çaldığı mal artık kendisinde olduğu için bu fiili duruma hukuki boyut kazandırılmasını talep ettiğinde ne olacak meçhul: Devlet tam tersi, fiili durumları engellemek için vardır.
Devlet insan olmamız için vardır. İnsanlığın yarattığı bütün değerler (aynı zamanda alçaklıklar ve kötülükler de) devlet sayesinde var olmuştur. Surette bu kadar devletçi olup, devleti bu kadar yıpratan, devlet adamlarının bizzat devletin otoritesini sıfırlayan işlere girişmesine bu kadar taraftar olan başka “milliyetçi hareket” var mıdır, merak ediyorum. Üstelik başkanlarının ismi de Devlet.
M. Bahadırhan Dinçaslan
İlgili yazılar: