Soğuk Savaş tüm hızıyla devam ederken, Batı ve Sovyet blokları birbirlerinin alanlarında çeşitli örtülü kampanyalar, operasyonlar düzenliyorlardı. Batı bloku komünist ülkelerdeki doğal huzursuzlukları hedefine alır ve etnik-dini temellere de oturtarak özgürlük propagandası yaparken, Sovyet bloku komünizmi sevimli göstermeye çalışıyordu.
Sovyet ajanları ABD’de komünizmi sempatik gösterme ve komünist oluşumlar teşkil etme planlarının, halkın komünist sisteme ve mantığa peşinen düşman kodlarından ötürü tutmadığını görünce, taktik değiştirmek gerektiğinin farkına vardılar. Düşman kamuoyunu kendileri lehine çekemiyorlarsa, en azından toplum-devlet ilişkisini bozabilir, düşman toplumun birliğini zedeleyerek son tahlilde kendi lehlerine bir manzara arz etmesini sağlayabilirlerdi.
Bu keşiften sonra yapılan en büyük KGB operasyonlarından birisi, Operation Denver ya da Operation INFEKTION olarak bilinen, “AIDS hastalığının biyolojik bir silah olarak ABD tarafından yaratıldığı” mesajını taşıyan kampanyaydı. Oldukça etkili olan bu kampanya, bugün dahi devam eden ve Trump örneğinde görüldüğü üzere ABD başkanı tercihlerinde dahi etkili olan komplo teorisyenliği kültürünün de temellerini attı. Evet, insanları -en azından ilk etapta- Rus sempatizanı yapamamışlardı ama kurumlarına, devletlerine, milletlerine ve nihayet birbirlerine güven ve inançlarını sarsmışlardı, bu sarsılıştan sonra doğacak arayışın adresi olmak daha kolay olacaktı.
Türkiye benzer operasyonlara yabancı değildir. Vatandaş-devlet ilişkisinin zedelenmesi için gerçekleştirilen komplo/dedikodu kampanyalarının en büyüğü, mesela, Nurcu terör ve propaganda ağı eliyle sürdürülmüştü. Yalnız FETÖ değil, bütün bileşenleriyle Türkiye’nin en geniş örtülü networkuna sahip olan Nurcu terör ve propaganda ağı, “Askeriye sınavlarında denize Atatürk mü düşse kurtarırsın, Muhammed mi diye soruyor, Muhammed dersen eliyorlar.” benzeri tezviratların etkin bir şekilde Anadolu gettolarına yayılmasını sağlamıştı.
“Sağ” cenahta hal böyleyken, sol cenah benzer bir ağı, sabık KGB bağları ve tecrübesi sayesinde çok daha etkili bir şekilde kurdu. Adına ulusalcılık denen bu yeni ağ, Türkiye’nin mevcut manzaraya ulaşmasında en az cumhuriyet/laiklik karşıtı ağ kadar etkili olmuştur. Türkiye’nin fakir/varoş kesimleri Nurcu ağın tezviratıyla “uyutulur”ken, şehirli kesimlerin taşıdığı Türkiye’yi dönüştürme ve geliştirme potansiyeli, ulusalcıların tuhaf, sahte ve zararlı inanışlarının teşmil edilmesiyle baltalanmıştır. Sağlıklı düşünemeyen, dolayısıyla akılcı ve gerçekçi kararlar veremeyen bir Türk halkı, bu iki ağın çabaları ile yaratıldı ve bugüne geldiğimizde çoğu zaman rakip olan bu iki ağın bütün birikimlerini birleştirerek tuhaf bir senteze ulaştığını görüyoruz: Dış güçler, ümmet, gizli silahlar, kerametler; bunlar ortalama bir AKP propagandacısının dağarcığında birbirine girmiş halde ve alıcısı epey çok.
Bugüne geldiğimizde, Ekrem İmamoğlu’nun başına gelenlere verilen ulusalcı reaksiyon, ulusalcılığın Türk tarihinde oynadığı rolü çok güzel bir mesel olarak göstermektedir. En tepki çekenlerden birine, Ümit Özdağ’ın yazdıklarına bakalım:
Bugün İmamoğlu ile ilgili mahkemeden bir siyasi yasak kararı çıkması “Biz anlaştık” demektir. Böylece İmamoğlu anlaşmalı “mağdur” olarak devri sabık yaratmayacak bir cumhurbaşkanı adayı olacaktır. Ceza verilmez ise Erdoğan Kılıçdaroğlu’nun adaylığını tercih ediyor demektir.
Komplo teorileri düşünme ve tetkik ihtiyacını ortadan kaldırarak, sanki düşünülmüş ve uğraşılmış bir sonuca ulaşmış hissi yaratarak etkili olurlar; bu sayede salak yığınlar kendilerini akıllı zanneder ve bu tatmini yaşarken teoriyi yaratan merkeze hizmet ederler. Özdağ’ın bu teorisinde de komploların karakteristik özelliklerini görüyoruz.
1. Tayyip Erdoğan, diyelim ki, devr-i sabık yaratmayacak bir varis arıyor. AKP içinde buna uygun yığınla isim var. Hatta CHP’lilerin bile akıl almaz şekilde arada bir sevdalandıkları Abdullah Gül var. Neden böyle bir isme yönelmiyor da, İmamoğlu’na oynuyor?
2. Kazandığı seçim iptal edilen, cumhurbaşkanı adaylığı için ismi geçerken ceza verilen bir insan, “devr-i sabık yaratmayacağı”na emin olacağımız insandır, öyle mi?
3. Erdoğan kazanmak için uğraşmıyor, adımlar atmıyor da, kaybedeceğine peşin olarak inanmış ve sırf devr-i sabık yaratmamak için kurmaca bir yenilgiyle karizmasını çizdirecek, öyle mi? Aday olmayıverir?
4. Hükumeti eleştirmekten özellikle kaçınan ve üstü kapalı gidiş gelişlerle Erdoğancı bürokratlarla ilişkiler kuran, BBP'li ve Süleymancı ekibiyle düz sağcılık yapan Mansur Yavaş neden mesela devr-i sabık yaratmayacak makbul aday olmuyor da, tarikat ve cemaatlerin musluğunu kesen İmamoğlu oluyor?
Benzer bir şekilde “Kılıçdaroğlu’na kumpas kurdular” diye ağlayanlardan birisi, Nihat Genç. Evvela Nihat Genç’in Kılıçdaroğlu sevdasını hatırlayalım:
Bugün hayatımın en nadir günlerinden birini yaşadım, alaycı değil duygusaldım, Kılıçdaroğlu aday’ım deyince, hayatımda ilk defa sanki istediğim her kadını baştan çıkarabilecek bir erkeklik cazibem olduğuna inandım…
Bugün Kılıçdaroğlu, her şeye rağmen ‘adayım’ deyince, her Mart sonu Nisan başı gezmeye doyamadığım Eskişehir Niğde Konya ovası benim sandım, ilk defa..
Genç, “Kemal Bey”e seslenmiş, İmamoğlu ve Akşener arkandan dümen çevirdiler, sana darbe yaptılar demiş. Başlarda libidosunu tahrik ettiğini söyleyip sevgi beslediği, sonraları eleştirip hatta sövdüğü adam birden neden bu kadar umurunda oldu? Neden bir anda, örtük ve utangaç şekilde de olsa, Kılıçdaroğlu’ndan yana görünen, onun hanesine yazılacak laflar etti?
Ulusalcılık, statükonun devamı için kullanılan KGB usulü araçlardan biridir de, ondan. İslamcı rejim ikna edemediği geniş kitlelerin hiç değilse birleşmelerini ve alternatif yaratmalarını engellemek için ulusalcılığı kullanır. Tam olarak bu yüzden Nihat Genç gibiler bir Kılıçdaroğlu övgüleri yazarlar, bir yuhalarlar, bir desteklerler. Pusulaları fikir, rasyonalite, prensip vb. değildir – Türkiye’de kurumlara güven azalsın, kafa karışıklığı olsun ve Türk insanı realiteyi, etrafını saran dünyanın gerçekliğini doğru tespit ve analiz edemesin isteyen merkezin (ekseriyetle Rusya ve şimdilerde Çin) emrinde çalışırlar.
Pekala İmamoğlu’na verilen yasak ne anlama geliyor? Tayyip Erdoğan kendi topuğuna mı sıktı? Ulusalcıların “kesin bir oyun var, Tayyip Erdoğan her ince detayı hesapladı ve müthiş bir tanrı-kral olarak oyununu uygulamaya koydu” iddiaları, ona gizliden ve peşinen duyulan bir hayranlığı, hatta tapınmayı gösteriyor. Hayır, siyasetçiler insandır ve Tayyip Erdoğan seçime giderken aleyhine işleyeceği halde nasıl “faiz düşerse enflasyon da düşer” zırvasında ısrar ettiyse, benzer hatalar yapabilir. Her şeyin büyük, gizli ve ustalıkla yürütülen çok boyutlu bir planın parçası olması mı, yoksa insanların hatalar edip bedelini ödemesi yahut riskler alıp kazanım elde etmesi mi? Bence ikincisi, Occam’ın usturası gibi, Ekrem’in usturası.
İmamoğlu’na ceza verilmesi, esasen adaylık tartışmalarında İmamoğlu haricindekilere yarardı. Üzerinde böyle bir tehdit kılıç gibi asılı duran bir aday, tartışmalarda ve pazarlıklarda dezavantajlı olurdu. Bunu engelleyecek tek hamle, İmamoğlu’nun yaptığı gibi bir çağrı ve emrivakidir. Bu hamleyi yapıp yapmayacağı belli değildi; CHP örgütlerinin, İYİ Parti’nin vb. nasıl davranacağı belli değildi. İmamoğlu yalnız kalabilir, davaya giden süreçte onunla ilgili olumlu kampanyalar yürüten destekçileri olmasa, ciddi bir fiyasko da yaşayabilirdi. Hükumet bu riski aldı ve Kılıçdaroğlu’na güvendi – hala bir ihtimal vardır. Ulusalcılar ve hükumet destekçilerinin bir ağızdan Kemal Bey’e darbe yapıldı, oyun edildi çığırtkanlıkları, İmamoğlu’nu bekleyen irade savaşında Kılıçdaroğlu cephesi kazansın diyedir.
Cumhurbaşkanı adaylık sürecinde ilk kriterimiz “Tayyip Erdoğan’dan kurtulmak” olmalıdır. Bu kriteri yerine getireceği için İmamoğlu’nun aday olmasını doğru bulduğumu daha önce teferruatıyla yazmıştım. Ümit ediyorum ki muhalifler artık ulusalcı delilerin tezviratına kulak tıkar da çok güzel bir hikaye ve sınanmış iradesiyle ortaya çıkan adayımızın etrafında birleşirler. İşi karmaşıklaştırmaya gerek yok: Akşener İmamoğlu’nun aldığı riske anında destek çıkarak 6’lı masaya basitleştiren bir usturayla girişti ve siyaset çok şükür sadeleşti: İmamoğlu’nun aday olmasını isteyenler ve Erdoğan’dan memnun olanlar.
M. Bahadırhan Dinçaslan
"Bugün hayatımın en nadir günlerinden birini yaşadım, alaycı değil duygusaldım, Kılıçdaroğlu aday’ım deyince, hayatımda ilk defa sanki istediğim her kadını baştan çıkarabilecek bir erkeklik cazibem olduğuna inandım…Bugün Kılıçdaroğlu, her şeye rağmen ‘adayım’ deyince, her Mart sonu Nisan başı gezmeye doyamadığım Eskişehir Niğde Konya ovası benim sandım, ilk defa.." Bu ta**ak değil miyidi ağabey?